24 Eylül 2024

Akışta kalmak vs akışa kapılmak.

Bu yazıyı ne zaman yazmaya başlayacağımı gerçekten merak ediyordum. Böyle bi' anda olabileceğini de düşünebilirdim, sonucunda rutin 'sıkıştım kaldım' patlamaları. Ben buradan sağ çıkarsam daha bana bişi olmaz anlarından biri. (her zaman daha ağırı olması dışında pek sorunumuz yok)
 
Kahve yaparken ağlamaya başladım. Tam da ne zaman patlarım acaba diye beklerken. Şu an olduğu gibi saldığım şeylerin sayısını bilmiyorum. Buraya nasıl geldik bunu da pek anlamadım. Akışta kalırken akışa kapılmış gibi.
 
Bir saniye toparlayacağım. 
 
Yazlıktaki emeklilik günlerimin sonuna geldim. Şehre dönmem gerektiğini biliyordum. İlahi mesaj, henüz tapusu olmayan yazlığa gelen tahliye ve yıkım kararı oldu. Aile büyüklerine tapu için yeterince mücadele etmedikleri için bir süre sitemde bulunarak yasal prosedürü izlemeye başladık. Aynı esnada 16 Eylül'de birkaç saat içerisinde şehirde evimi tuttuk. Doğum günüm onu ne yapıcaz bunu ne yapıcaz gerginliği gölgesinde, yazlıkta ailecek tatlı bir kutlamayla geçti. Her yıl yazdığım doğum günü yazısını halen yazamamış olmam (gün, 24 Eylül) belki bir şeyleri anlatır. O zaman tam da bu anmış, yazlıkta abimin çalışma masasında her şeyin dağınık olduğu bi anda oturup sakince ağlamam ve yazmam gerekiyormuş. 

Şu an her şeye yetişirken hiçbir şeye tam olarak yetişemediğim o 'kilit' andayız. İşler arasında zincirleme kaza oldu. Bunun daha önce de olduğunu hatırlıyorum. O geçti. Bu da geçecek. 

Şu an duygu durumumu sabit tutamıyorum. Tutmak için ilaç alabilme opsiyonumu kullanmak istemiyorum. Sonraki birkaç saate çok ihtiyacım var. Öğlen oldu ve bugün asla verimli bir gün değil. Ağlama atağı bonuslu. Ayaklarım üşüyor. Hasta olmaya çok yakınım. Hasta olmamalıyım. 

Bir şeylere karar verip harekete geçtiğimizde kendime ilk telkinim 'bu defa plan yapma akışa uy' dedim, hayatın bana getireceklerini görmek istedim belki. Aşırı güzel şeyler getirdi o ayrı. Ama hiçbir şey de öyle kendiliğinden gelmediği gibi bu kadar eşya (neden bu kadar eşya?) annemin evinden ve yazlıktan kendi evime giderkenki süreçle başlayıp devamında gelişen süreçte sanırım bu sabah patladım. Çünkü zaten tam anlamıyla plan yapamamışken, bir plana çalışmaya başlayamamışken bodrumu su bastı. Siyah da bodrumda suyun içinde kaldı. Siyah'ı öyle görmek zaten başlı başına atak sebebiydi. İçerisi daha fenaydı. Kurtarabildiğim tek büyük halıyı yukarı kaldırarak bodrumu kilitleyip çıktım. Bu beni aşar işti. 

Henüz yazlıktaki eşyalarımı toplamaya başlayamadım. Önce ekipmanı toplayıp güvenli biçimde bavula koymam gerekiyor. Bir yandan deli gibi çamaşır yıkıyorum. Ivır zıvırı büyük bez poşetlere, az mikarda kıyafeti de poşetleyip holdeki masaya koymam gerekiyor, ama ondan önce holdeki masanın üstündeki silme eşyayı en arka odaya taşımam gerekiyor. Bu sadece bu evin işi. Sonra buradan nakliyat var. 

Annemin evindeki eşyaların tümü (abimin azmiyle evet tümü) benim evime geldi. Ama henüz yatak odamın mobilyası kurulmadı. Aşırı büyük ve teferruatlı kurulumu olan dolabı ve yatağı Özgür abiyle Burakcan kuracak ama ne zamana denk getireceğiz henüz bilmiyorum. 
 
Ev sahibi bir hayli eski mutfağı biraz daha erken yaptırmayı kabul etti ama aşırı pahalı gelmiş vazgeçmiş. Ama bana kalırsa şu ara mutfağa enerji kaybetmeyip hızlıca çalışma masamı, yatağımı, elbise dolabmı ve banyoyu aktif hale getirmem gerekiyor. Sonrası akıp gidecektir. 

Siyah da benimle şehre geliyor. Neler olacak hiç bilmiyorum ama yanımda olmasını istiyorum. Tüm bunlar olurken Siyah'ın hamile olabileceği ihtimali beni cidden geriyor. Bir yandan bu konuyla ilgili de acil bir şeyler yapmam lazım. Siyah'ı yavaş yavaş eve almaya başlıyorum. Geçen akşam çok soğukken ve yağmur yağıyorken eve aldım. Salonda birlikte uyuduk ve çok mutluydu, uyumluydu. Bu gece de bodrumu su bastığı için benim eski odama alacağım, tabii bunun için önce odayı boşaltmam gerekiyor. 

Yarın psikiyatr randevum var. Ne diyeceğimi hiç bilmiyorum çünkü şu an ne yaşadığımın ben de pek farkında değilim. Hepsi bittiğinde her şeyin çok güzel olacağının inancı sanırım ayakta tutuyor. (arada bir çöksem de) 

Kendime sakinleşmek için vakit vermem gerekiyordu. 12:30'da bu yazıya başlayarak (an, 13:31) verdim. O esnada makinadan yıkanmış çamaşırları çıkardım, astım ve yeni çamaşır attım. Sadece biraz daha sakince uzanıp güne daha iyi başlamak istiyorum.

01 Eylül 2024

"Travma"

Silah tutukluk yaptı. Bir kere daha. Şansa mutlu gibiydim o sıra. Bi' evdeydim. L koltukta beyaz kedi tüyleri. "Ben" dedim "Akışta kalıyorum", kaptı silahı elimden çekti vurdu beni. Barut ateşlendi. "Yoo ölmedim ben" dedim, yere düşerken saat 02.14'tü. 

"Ben kolay kolay şaşırmam" derken, gördüğüm cesetlerden ve eti çürümüş insan kemiklerinden bahsettim. Travmalarıma odaklanmaya çalışırken "Gözleri ne güzel, hemen kaçayım" dedim. 

1 yeni travma alarmı.

15 Ağustos 2024

Kendi boşluğunda salınan.

*TDK* 

Depresyon: 

Fransızca dépression.  

1. isim, ruh bilimi ► Bunalım.

Bunalım:

Türkçe.

3. isim, ruh bilimi ► Uyaranlara karşı duyarlığın, iş yapabilme gücünün, kendine güvenin azalarak karamsarlığın, umutsuzluğun güçlenmesiyle ortaya çıkan ruhsal bozukluk; ruhsal çöküntü, depresyon, kriz.

*TDK*

Kabule tanımlarla başladım. Tanıma TDK'dan elbette. Biraz okudum biraz dinledim. Sanki ilk defa duyuyormuşum gibi yaptım. Çok kısa sürdü anlamam. Kendime tatil verdim ve altı gündür kendi boşluğumda salınıyorum. Yine de normal iş akışıma zeval vermemeye çalışarak hem ajans tasarıcımıza son revizelerini verdim hem de romanının editörülüğünü yaptığım yazar arkadaşımla yazlığın verandasında verimli bi' toplantı yaptım. Ama geri kalan zamanda kendi işlerim ve yapmam gerekenleri ertelemeye çalıştım. Ertelemek müthiş vicdan azabı bi' şey. Kafamda kısa vadede gerçekleştirmeyi hedeflediğim projeyi orta vadeye öteledim. Bu anlık rahatlama sağlasa da bulaşık yıkarken baygınlık geçirtecek bi' overthinking sahnesine dönüşebiliyordu. Ben de bu yazıyı yazmaya başlayarak kendimi karşıma aldım. 

Gel otur bi' soluklan, anlat kızım. 

Geçen akşamlarda abimle verandada oturup gelecek hakkında sohbet edip birbirimizi hypelarken "gelecek için çok heyecanlıyım" dedim. Şimdi o heyecandan çok uzağım. Benim dramım hep herkese ve her şeye karşı ilgimi kaybetmemle başlıyor aslında. Bir şeyi yapmamak için kendime öyle makul sebepler buluyorum ki, yapmıyorum. Aynı şeyi beni hayatta ve ayakta tutan her şey için yapıyorum tek tek. Sonra bu dram bi' yeraltı filmine dönüşüyor. Öğlene kadar uyuduğum, öğleden sonra tekrar uyuduğum; ilaçları içip gece de uyuduğum için zaten yaşamla pek bi' ilişkim kalmıyor. Şahitlik bile edemiyorum yaşama. Kendi boşluğumda salınıyorum öyle. Sonra bu boşluk kocaman oluyor. Bir süre de o kocaman boşluğun içinde kaybolmuş biçimde salınıyorum. Bu aşama da ağlaya ağlaya psikiyatra veya ruh sağlığı hastanesi'nin aciline gitmemle sona eriyor. Ancaaak bu "ben sıçtım canım doktor" aşamasından önce de bir yüzleşme gecesi oluyor. Kendime karşı hafif acımasız olduğum, akademik ve ciddi bir dil kullandığım, gerekirse konuyla ilgili chatcpt'den bilimsel makale isteyip araştırma yapmalı bir gece yaşanıyor. Ve o gecelerde başım cidden çok ağrıyor ve evde hiç arveles olmuyor. 

Bu boşlukta her kaybolduğumda bipoların başka bi' yüzüyle karşılaşıyormuşum gibi olduğum için hazırlıksız yakalanıyorum. Son dönem bu halde kendimi kaç defa hastaneye attım bilmiyorum ama kendi bunalımımdan sıkıldığım o şanlı gündeyim. Bütün hisleri bıçakla kemik sıyırır gibi bir kenara bırakıp yapmam gerekenleri net sıralıyorum her defasında. 

1- Doktora git!

2-Yaşama karış!

3-Doğru zamanın geldiğini hissettiğinde başla!

Doktora gitmeden önce yaşama karışma hedefimi azıcık azıcık gerçekleştirdim. Yazlıktan çıkıp şehre gittim, işimi hallettim. Yazar arkadaşım İsmail'le de yazlığa geri dönüp toplantı yaptım. İsmail gittikten sonra da Gece'yi dolaştırmaya çıkardım ve poi çevirip müzik dinledim. Hüngür hüngür ağlayarak poi çevirdiğim geceden sonra kaç gündür kendimi rüzgara bırakmıyorum bilmiyorum ama bu akşam epey günmüş gibi hissettirdi. 

Şimdi hafta başında yeni bi' doktora gidip yine her şeyi en başından alacağım ve şifamı arayacağım. Bulmayı seçiyorum çünkü daha önce buldum. Yine doktora gideceğim, ilaçlarımı düzenli içeceğim, belki ufak bi' tatile çıkacağım döndüğümde de aynı ışıltımla kaldığım yerden devam edeceğim. 

Çünkü geçeceğini biliyorum.

Geçeceğini bilmek asla hafifletmiyor ama çok uzaklardaki ışıkları seçebiliyorum kendi boşluğumdaki minik penceremden bakarken. 

Işığım sönmesin.

Amin.

10 Ağustos 2024

Depresyondan çıkamıyorum.

Sanırım ben bu depresyondan çıkamıyorum. Zaten bu depresyonu kabullenişim de, çıkamadığımı fark etmemle oldu. "Sakin ol kızım, bi' şeyler ters gidiyor ama halledeceksin" niyetleri gönderdim kendime. Pozitif bastım sabah akşam. Haz neredeyse oraya koştum. Sanki hiç depresyonda değilmişim gibi yaşarken içmem gereken dört ayrı ilacı da içmedim. 

Depresyonda değilmişiz gibi davranmamalıyız. 

Depresyonda değilmişiz gibi davranmamalıyız.

Depresyonda değilmişiz gibi davranmamalıyız. 

Ctrl+v yapmadan elle yazdım, kazınsın artık kafama diye. Çünkü bence şu kısacık ömrümde kendime yaptığım en büyük kötülük 'öyle değilmiş gibi' davranmak oldu. Hayır bebeğim, tam olarak öyle. Maske düştü, öküz öldü ve bu saatten sonrası pek komik değil.

Dün, İsmail'in romanını düzeltmeyi bitirdim. Değişik bi' deneyimdi benim için. Kendi sistemimi kurmadan önce biraz bunaldım. Chatcpt'den güzel faydalandım. Uzun süre bi' şey okuma/düzeltme performansımın çok çok düşük olduğunu anladım. Bu sabırsızlık başka bir boyuttu. İki saat içinde masaya üç kere oturup sekiz kere kalktım. 

Ajansın tasarımcısına 'vaktimiz geniş, zamanın bolluğunun tasarımlara olumlu yansıyacağını düşünüyorum' diye tanıdığım alan cidden işe yaradı. İlk brieflerimden sonra gelen işler azıcık endişendirse de, tasarımcı arkadaş revizelerimden sonra her şeyi sıfırdan yapmış. Ona gönderdiğim iyi örnek sitelerini güzel incelemiş ve içime sinen tasarımlar yapmış. Birkaç küçük öneride bulunduğumda onun da hoşuna gitti, heyecanlandı. Bi' tasarımcıyla kurulacak en güzel bağ buydu bence, önerdiğiniz bir şeyi canı gönülden kabul edip 'evet böyle çok daha güzel oldu' diyebilmesi kaliteli işe neden oluyor bence. Bunu bir önceki birlikte çalıştığım tasarımcı arkadaşımda da deneyimledim. Beş yıl boyunca cidden güzel işler çıkardık birlikte. Harika günlerdi. Kulakları tatlı tatlı çınlasın. :)

a short moment life'ın YouTube hesaplarını Göko'yla açtık. Göko güzel de bi' plan çıkardı ama ben orada çok büyük patladım. Haliyle vaktini ayıran, akşam toplantıdan çıkıp gece benim YouTube kanalımın işleriyle uğraşan Göko'ya da mahcup oldum. Böyle bir kanal açma fikrimle ilgili Göko'yla ilk konuştuğumuzda ısrarla 'İstikrar' dedi. Oraya büyük bi' paraf açıp istikrarın psikolojik durumumla çok alakalı olduğunu anlattım. Sonra ben tam da korktuğum gibi, o hiçbir şey üretmek istemeyen, evin bi' köşesine kıvrılmış uyukluyan moda geldim çünkü ilaçlar ağır geliyordu. Birkaç hafta dayansam bünye önce yan etkisini sonra etkisini görecekti. Şifa bulmak için de bedeller ödeniyordu. 

Tüm bunlar olurken yapmam gereken her şey kafamda belli bir akışta beni darlarken ne verandadaki koltukta uzanmak keyif verdi ne de akşamları gayet serin odamda sürekli uyuyup uyanmak... Çünkü içimde hep 'bir şeyler yapmam lazım ama yapamıyorum' boşluğu gittikçe büyüdü. Yapılacaklar listesi yarım maddelerle doluyken mecburen yatıp kaldığım yerde müthiş bi' iç huzursuzluğuyla duruyordum. Depresyon da zaten tam olarak böyle bi' şeydi. Üstelik bu sadece yapılacaklarla ilgili bi' huzursuzluk. Geri kalanları saymaya halim yok şu an. Çünkü artık kabul ettiğim  o depresyonun içinden yazıyorum. Masamda oturmuş bir şeylere ağlıyor, sinirleniyor, üzülüyor, sövüyor ve 'ben bunların hepsini aşırım' deyip aşamadığım onca şeyle yüzyüze gelmenin acısını çekiyorum. Kendimi buraya kadar getirdiğim için kendime kırılarak.

Su psikolojime iyi geldiği için halim olduğu zamanlarda denize gitmek bile kısa süreli iyi gelse de uzun vadede hiçbir işe yaramadı. Bi' gün aniden denizde ağlamaya başlayınca artık denize de gitmemeye başladım. Aslında o anlamsız atak bana bi' şeyi anlatıyordu: "Dur artık kızım." Çünkü bana genellikle iyi gelen, ruhumu besleyen, bedenimi de aşırı hissettiren suyun içinde bile bu atağı geçirebiliyorsam bi' durmak lazımdı artık. 

Yarım işleri tamamladım. Romanı İsmail'e gönderdim. Tasarımcıya son revizelerimi iletip Salı gününe beklediğimi söyledim ve kendime tatil verdim. Birkaç gün hiçbir şey yapmadan, öylece durmak istiyorum. Ama hâlâ içimde bir şeyleri tamamlamam, yapmam gerekmiş gibi rahatsız eden o dürtüden kurtulamıyorum. Bunun için sanırım şehirdeki eve gelen Cano'nun hediyelerinin olduğu kargoyu ve siparişi gelen gözlüğümü almak için avm'ye gitmem gerekiyor. Az önce kendimi bi' yokladım hiç öyle bir halim yok. Kat edeceğim yol ve toplu taşımalar gözlerimin önünden geçince bi' darlandım.  Depresyona iyi mi gelen yoksa daha mı kötü yapan hâlâ anlamadığım temzilikle başlama fikri hoşuma gitti. Odayı komple kaldırıp, çarşafları değiştirip, güzelce süpürüp silmeceli ve hatta perde filan yıkamacalı bi' temizlik hayal ettim. Tamam, perdeleri indirirken ve takarken düşününce zor geldi ama geri kalanının da gayet iyi geleceğini hissediyorum.

17 Temmuz 2024

Hayatıma hoş geldin poi

Sabahları çok erken kalkmak istiyorum. Gün doğumu ideal. İkidir gün doğumunda denize girmek için en doğru saatte kumsala gidiyorum ama ya soğuk ya da dalgalı olduğu için girmekten vazgeçiyorum. İlk gittiğimde büyük köpkeler, küçük köpkeleri sıkıştırdı diye kaçtım ama ikincisinde Bahadır da yanımda olduğu için gün doğumunda misler gibi poi çevirdim. Son dönemde poi kadar iyi gelen başka bir şey bilmiyorum. Poi, bir ipin ucunda ağırlık ve tüllerden oluşan bi' tür meditasyon oyuncağı. Çevirirken akışta kalmaya, düşünceleri sıraya koymaya yarıyor. Bence bundan çok daha fazlası. Özellikle sabahları yarım saatlik bir poi pratiği, peşine karın çalışma, peşine yoga şeklinde geçirdiğim bir iki saate başlama sebebim poi mesela. Dans etmekten keyif aldığım şarkı listesi eşliğinde çoğunlukla bahçede, son günlerde kumsalda keyifle çeviriyorum. Artık poi çevirirken videolarımı da çekmeye başladım. Ortaya güzel görüntüler çıkıyor hoşuma gidiyor. 


Hem yeni bir şey öğrenmenin verdiği hazzın hem de poinin o çok zinde hissettiren enerjisinin bağımlısı oldum resmen. Kendimle keyifli bi an geçirmek istesem ellerim hemen poiye gidiyor. İyi ki bi' yerlerde denk gelmiş de, büyülenip "ben de! ben de!" demişim. Bilhassa hayatımın aslında en kökten değişikliklerinin, iş sıkıntılarının, yeni düzen telaşının ve yorgunluğunun karşısında yekpare parlayan bişi gibi poi. Bir de yoga var tabii. Sabahları köpeklerimiz Gece ve Siyah'la da koşmak aşırı keyifli. 

İş davasında da gün gün gelişmeler oluyor. Her geçen gün daha fazla kişiye ulaşıyor ve desteğin arttığını görmek beni mutlu ediyor. Haklı olmak hiç bu kadar güzel olmamıştı ne yalan söyleyeyim. 

Yazlıktan çok dışarı çıkmamaya çalışıyorum. Çünkü sabit kaldıkça üretime geçebiliyorum ya da listemdeki yapılacaklara yoğunlaşıyorum. Dahası üretim sürecim 'can sıkıntısı' ile başladığından, bir şeyleri üretmek için önce belli bir süre sabit kalmam veya saçma sapan şeyler yapmam gerekiyor. İnsanın kendi üretim sürecini tanıması ve ona göre yol alması da güzel. Yapılacak çok iş var ama hiçbirisi gözümü korkutmuyor. Aksine hemen hepsini yapmak, yapmak ve yapmak istiyorum.

Birkaç gün öyle sabit durup üretebildiğim günlerde kumsalda otururken youtube projemi sonunda metinleştirebildim. Hemen bana tüm süreçte destek verip işin teknik kısmını yüklenecek Göko'ya gönderdim. Hazırda bekliyormuş gibi, metni havada kapıp hemen notlarını iliştirdi. Aynı akşam da toplantı istedi ama, "Göko ya, benim kafam off" dedim. Hala da yeni toplantı ayarlamadım, ayıp ettim. 

Geçen haftalarda liseden arkadaşım İsmail aradı. Birkaç yıldır görüşmemiştik. Ama güzel bir arkadaşlığımız var ki zamandan ve mekandan bağımsız, aynı sohbetle devam edebiliyor. İsmail bir roman yazmış, editörü olmamı istedi. Ve sonraki yayınevi sürecini yürütmemi rica etti. Bir ara gaza gelip "Yayınevi açalım mı?" dedi ve kucağıma tamamen imla hatalarıyla dolu 132 word sayfası metni bıraktı gitti. Hikaye güzel ama okudukça gözüm seyiriyor. 

Ajans açılışını teknik sebeplerden erteledik. Ne yalan söyleyeyim benim de içimden geçen hep Eylül ayıydı. İlk defa bi' şeyin gecikmesine sevindim. Sağlamcılılığımla ne kadar çok üzerinde çalışırsam o kadar iyi gibi. Bi' süre yazılımcıyla çalıştım. Ajans sitesiyle ilgili kafamdaki her şeyi akıttım, yetmedi çizdim, metinlerini tıkır tıkır yazıp gönderdim ve arkama yaslandım. Diğer taraftan ajansın sosyal medya platformuyla ilgili de geçen hafta tasarımcıyla çalışmaya başladım. Chatcpt 4o ile kendim tasarım yapıyorum bi' yandan. Sanırım ajansın büyük oranda tasarımını ai ile çözeceğim, ki aşırı tatlı şeyler oluyor. Kafamın içindeki tüm renkler ajans görsellerinde olunca hoşuma gidiyor, enerjim doluyor. ^^

29 Haziran 2024

Olduğu haliyle güzel şeyler.

Bugüne ihtiyacım varmış. Saate bakmadan kendi kendime vakit geçireceğim, kenara köşeye attığım yapılacakları arada halletmeyi, aniden kalkıp cilt bakımı yapmaya başladığım, pop şarkılara bağıra bağıra eşlik ettiğim, arada bi' kalkıp odada salonda salınarak dans figürleri sergilediğim yani aslında kısacası anda ve yaşamda olduğum bu ana ihtiyacım varmış. Yeni bi' şeyler yazmaya başlamam da bu anlara denk geliyor işte. Bu da bi' çeşit yazar rutini. 

Uyandığım andan itaberen iki saat içinde üç fincan duble türk kahvesi içince, dördüncü fincanda 'bundan sonrakileri kafeinsiz içeyim' refleksi de kendini sevme biçimi bence. Çünkü belli ki gün akarken o kahveler içilecek, nitekim içiliyor da.. Bu anı birkaç şeysiz düşünmek imkansız olurdu, hepsi var çok şükür. 

Pencere önündeki deniz gören ve açık kapıyla rüzgarı içeri doldururken perdeleri uçuşan pencerem, son 1 aydır ben çalışırken de uyurken de ve hatta evde yokken de kapımın önünde yatarak kendince benimle görüş mesafesi sağlayan; ben mutfağa, salona kalkıp gidince evde peşimde dolanan köpeğimiz Gece, soğuk su ve sade kahve her şey yerli yerinde. Olması gerektiği gibi, olduğu tüm haliyle güzel.


24 Haziran 2024

Evden çalışmak dediğin..

Günlerin nasıl hızlı akıp gittiği hakkında hiçbir bilgim ve ilgim yok. Akışta kalma işini abartmış olabilirim. Akışta mıyım yoksa akıntıya mı kapıldım belli değil. 

Cansu'nun ayaklandırmasıyla ani bi' karar verdik ve Alper'i de alıp Sinop'a iki günlüğüne mini tatile kaçtık. Sorsan üçümüz de iki gün değil beş gün kıvamında yaşadık. Saçma sapan bayıldık, uyuduk, uyandık güne yine başladık. Sonra sabaha kadar devam edip adeta jetlag uyandık. Yerli ve milli jetlag. Evet. Daha önce başka hatıralar bıraktığım Sinop'a yeni ve güzel hatıralar bıraktım yine. Eskileri de güzeldi, şimdiki de...Binlerce şükürler olsun. Çok şanslıyım. 

Tatilin hakkını verip yazlığa döndüm. İlk defa uzak bir yerden ev diye yazlığa gelmek istedim. Buradaki odamı hayal ettim. O an dedim ben ruhen de yazlığa taşınmışım. Çalışma düzenimi aldım, fişşşşeekk gibi bi' pazartesiye başladım. 

Sabah 8'de sade sert kahvemle birlikte verandadaki masada bilgisayar başındaydım, gazeteleri okuyup gündemi takip ediyordum. İş akışımı her zamanki gibi listeledim. İşle ilgili yazmam gereken bi' metin vardı. Sabahın sakinliğinde tıkır tıkır onu yazdım ve gönderdim. Revize gelmeden, "Süper olmuş!" tepkisiyle bi' işi daha teslim etmenin keyfiyle öğleni buldum. Öğle tatilimde poi çevirdim. Bazen sert, sabit hafif rüzgar vardı. Güneşe baka baka keyfini çıkararak çevirdim. Ofiste olsaydım, çift lavaş dürüm yiyo olurdum. Hayat kalitemdeki artış gözlerden kaçmazken, Merve'nin hazırladığı nefis sağlıklı kahvaltı tabağı ile de aralıklı orucun hakkını vererek öğleden sonra ilk yemeğimi yedim. Yağdan gidiyor bütün kilolar, hissediyorum. Depresyonla kilo vermeye başladığım süreçten 'e madem oluyormuş devam edeyim' kısmına geldim. Aşırı keyifli. Bedenimi çok hafif hissediyorum. Ekmek yemediğim için karbonhidrat hamallığı yaşamıyorum. Geçenlerde uzun süre gluten yemediğim bi' dönemden sonra yarım ekmek tost yedim, tüm gün kendime gelemedim. O anda anladım bu meret bünyeyi ne biçim yoruyor diye. O günden bu yana da mecbur kalmadıkça yemiyorum. Sinop'ta kahvaltı ettiğimiz mekanda tahıllı ekmek yok diye üşenmedim sofradan kalktım fırın, pastane aradım. Çevrede bulduğum ikisinde de yoktu alamadım ama kalkıp gitme iradesini göstermem bence aşırı değerliydi. 

Şimdi balkonun esen köşesinde, günün işlerini bitirmiş; akşamı ve yarını planlamış biçimde gözlerim sık sık denize dalarak yazıyorum. Odamda masam pencerenin önünde. Hep hayal ettiğim gibi. Deniz gören bir pencerenin önündeki masadan yazıyorum genelde. Bugün nihayet odamın parkeleri yapılacağı için açık hava ofisimi önce verandanın ön kısmına sonra 'esen köşe' dedim diğer kısmına açtım. İşleri pıtı pıtı bitirip kendi zamanıma geçtim. Şimdi biraz daha poi çevirip şehre gideceğim. Bir sürü yeni eşyam geldi, onları buraya getirip yerleştireceğim. Her geçen gün hayal ettiğim düzene kavuşmanın sevinciyle.

19 Haziran 2024

Depresyondaymışım.

Az önce iki gündür ilaçlarımı düzgün içebildiğimi anladığımda 'Aferin bak kızım, içebiliyorsun işte. Söz ver kendine bundan sonra aksatmadan içeceksin bu ilaçların heppsini' dedim. Canım doktor sadece tek ilaca düşürdüğümüz medikal grafiğimizi zıplatarak aynı anda Abizol, Çitoles, Tegretol yazdı. ÇÜNKÜ DEPRESYONDAYMIŞIM. İki hafta önceki Ruh Sağlığı Hastanesi acilindeki doktor da mucizlerini her yerde övdüğüm Ativan piyasada yok diye, "Yoklukta Zanax da gider" deyip, kullanmaktan hep kaçındığım Zanax'ı yazdı. İtiraz edemedim. Çünkü zerre sakinleşmeden her defasında daha şiddetli ataklar geçiriyordum. Daha önce aynı anda bu kadar psikotik ilaç kuyusuna düştüm mü hatırlamıyorum ama olsaydı hatırlardım. Sanırım öyle bi derin depresyonmuş ki dört ilaçla ancak çıkıcaz buralardan da. Psikiyatrım o kadar emin değildi galiba, beni başka bir doktor arkadaşına yönlendirdi asfdgs. Yollarımız ayrıldı. Her şey için teşekkürler. Bazen yenilenmek gerekiyor bu konuda da.

Hayatımın cidden her cepherinden ayrı soyulduğu, yeni derisinin çıkmaya çalıştığı enteresan bi dönem. Daha önce böylesi kapsamlı bi' değişim yaşadım mı? Yoo. Evim, işim, sevgilim aniden değişti. Sonra tekrar değişti. Bambaşka bi' evrende buluyorum kendimi her sabah. Tamam, değişeceğini biliyordum. Tamam, değişirken sancıyacağını da biliyordum. Her boku da biliyordum sözde ama zaman zaman akışına bırakmayı başarsam da çoğu zaman ya panik ya da çökkün haldeydim. Her şeyden öte, yaşadığım her şey midemi o kadar bulandırdı ki. Vaktimi enerjimi aldılar yok yere. Bunun elbette bir bedeli yok, mesela o yorganı ısırarak ağladığım geceleri, acil serviste müşahede odasında tam sakinleştim sanılırken her bağıra bağıra ağlamaya başladığımda hemşerinin pıtı pıtı gelip daha serumuma daha fazla ilaç zerk ettiği anları elbette unutmayacağım. Daha çok zamana ihtiyacım var rayına sokmaya, rutinlerime sarılmaya. Ama geri planda otursun diye yapmam gereken işler birikiyor. Ya da ben sonucunda mutlaka ayrıntılarda boğuluyorum. Boğulmasam keşke.

09 Haziran 2024

Hepsi Geçti.

Geçen hafta emekli günleri yaşadığım dönemde yazdığım yazıları okudum. Bugün olacak her şeyi aşağı yukarı tahmin etmişim. Ama bu kadarını elbette bilemezdim. Ben bi' yerlere çökmüş ağlarken omzuma dokunan her el aynı şeyi söylüyor: "Hepsi geçecek!" 

Geçeceğini bilmek o an yaşadığın hiçbir atağın şiddetini azaltmıyor en baştan söyleyeyim. Yine bi' hastane koridorundasın, üstelik 'ya bu defa hastaneye yatırırlarsa' korkusuyla. Son Ruh Sağlığı ve Hastalıkları acili serüveninde reçete çeşitliliğime Zanax eklendi, o da tek bir dil altı ile bana sakinliğimi geri veren Ativan piyasada bulunmuyor diye. Acil doktorunun yeşil reçetli Ativan ihtiyacımı kabul edip yazacakken yazamaması apayrı bi' dram. Ama Zanax beklediğimden güzel performansla, yazlıktaki tüm o dağınıklıkta, yeni bi' atak sonrasında misler gibi uyuşturdu, unutturdu, uyuttu ve daha bi' sürü şey. Uyandığımda evde herkes benim toparlanmam için canhıraş bi' şey yapıyordu. Birkaç saat yataktan çıkamadım belki ama ayağa kalkmam gerekiyordu. Gerekeni yaptım, sabah 6'ya doğru arka bahçemizi, dedemin çam ağaçlarını ve denizi gören pencere kenarındaki masam her şeyiyle hazırdı. O zaman dedim ki "Hepsi geçti!"

02 Haziran 2024

Aşırı haklıyım.

Nereden başlayacağımı bilmediğimde hep bomboş sayfadaki imlecin yanıp sönüşünü izlerim. O noktadayım. Ve aşırı haklıyım. 

"Hayatım hiç bu kadar kısa süre içerisinde hem bu kadar büyük ve yıkıcı bi' kaos yaşamadı hem de hayalimden de çok güzelleşmemişti" derken abartmıyorum, bana kalırsa eksik anlatıyorum. Bu yazıyı da zaten artık ihtiyaçtan yazıyorum. Çünkü şööyle bi' dönüp baktığımda yaşadığım şeyleri hazmetme yöntemim yazmakken, son 1.5 ayımı bambaşka bi' yere taşıyan olaylar silsilesini artık yazmalıyım. 

Çalıştığım kurumda olabileceğini hayal bile edemediğim büyük bir haksızlıkla karşılaştım. Konu medyaya taşındı... Uzun telefon görüşmeleri, toplantılar, restler, blöfler ve leş siyasetin cirit attığı günlerden sonra "Tamam" dedim, "Artık inceldiği yerden kopsun." Kopardım da. Avukatım aracılığıyla çalıştığım kuruma haklı fesih yaptım. Ve her gününe aşırı güçlü ve umutlu uyanıp, sporumu yogamı yaparak başladığım mücadele günlerini atlattım. Tek başıma değil elbette. (burada aşırı tatlı bi' detay var ama onu bu yazının neresinde dökülmeye başlarım bilmiyorum eheh!) 

Yazlığın salonundaki kocaman masaya adeta bi' karargah kurdum. Günde ortalama 4 saat kadar telefonda konuştum. Bir o kadar da yazdım. "Kendine yaslanan dik yürür" dedim, yürüdüm. Üzerimde haklılığımın zırhı vardı, bi' an bile korkmadım. Uzun süredir sesini duymadığım başka ülke ve şehirlerdeki arkadaşlarımın sesini duydum, her biri ne kadar değerli olduğumu hatırlattı. Meslektaşlarım ya da mesleğim sayesinde tanıdığım başka alanlarda çalışan birçok arkadaşım inanılmaz biçimde organize olarak destek verdi. Arka planda da şahane bi' ekip çalıştı. :) Ve mesleğimin 10. yılına özel kendi haberimi yazma şerefine sahip oldum. Hep başkalarının hakkını aramıştım, kendi hakkımı korurken kolay oldu o yüzden. Bi' şeyler öğrenmişim. Keşke bu kadar kırılmamayı da öğrenseymişim. Çünkü yıllardır haklarını aramalarına aracı olduğum insanların ve benim hakkımı aramanın mesleki sorumluluğunu taşıyan kurumlara aşırı kırgınım ve bu konuda da aşırı haklıyım. 

Şimdi mücadelenin bekleme sürecindeyim. Ama karşılaşacağım her şeye dair yol planım hazır. Bu metne başlamadan önce onu yazdım. Bunları adım adım planlamak aşırı hoşuma gidiyor. Üstelik bütün bunları aşırı sakin biçimde, ojelerimin kurumasını beklerken yapıyorum. 


29 Mayıs 2024

Ay inanmıyorum.

Ben yine kendime yazmayı unuttuğum aşırı sevimsiz bi' dönemden geçiyorum. Ama arka planda bunun için haklı sebeplerim var. Çünkü hayatım hiç bu kadar kısa süre içerisinde hem bu kadar büyük ve yıkıcı bi' kaos yaşamadı hem de hayalimden de çok güzelleşmemişti. Hepsini anlatacağım. Vaktimiz olacak.

10 Nisan 2024

Kilidi yeni acilan birtakim hisler 1

Emekli hayati tadinda gecen son aylari muhtemelen muazzam bi ara olarak hatirlayacagim. Gerci emeklilerin bazi ozellileri de geliyormus. Ansizin basan sinir, sagi solu duzeltme istegi, sabahin kor vaktinda kalkip gune anlamli seyler doldurmayinca huysuzlanma gibi ek ozelliklerimi donandim doyasiya yasiyorum bu hayati. 

Gerci sabah kalkinca sirf lavaboda gordugum bulasiklar yuzunden sinirim aniden tepeme ciksa da sabah tazeliginde kendimi bahceye atmak her zaman tatli olmustur. Tatli kizim Siyah zaten coktan uyanmis veranda da fiti fiti dolasiyor, bence benim uyanip mutfaga geldigimi hissediyordu. Verandaya acilan mutfak kapisini actigimda bizimki tam karsimda gotunu kiviriyor tabii ki. Sonra kosa kosa gidiyor, elbette topunu alip gelecek. Sevincle puskullu kuyrugunu saga sola sallayarak beni oyuna davet edecek. Oyun da su, ben once biraz mucadele edip topu onun agzindan almaya calisacagim. Biraz bogusacagim veya pesinden kosacagim. Ben genelde once pesinden kosup kosup sonra verdigim avanslari aniden geri alarak yakaliyorum. Sonra iki bacagimin arasina alip, o agzindaki topu kafasini iceri sokarak saklamaya calisirken ve deli gibi kuyrugunu sallayip bana carparken dislerine gecirdigi topu azicik zor kullanarak aliyorum. Prenses topu kaybedince fissseeek gibi kalkip topu atmami bekliyor. Bazen atiyormus gibi yapip atmiyorum, bizimki tabii en az 50 metre sonra ayiliyor topu atmadigima. Bu oyuna artik inanmiyor gerci. Onu kandirabilecegim durtusuyle paralel bi hikayede tetikte kaliyor. Ve bu kandirilisi birkac defa yasadiktan sonra akillanip ve bi davranis gelistiriyor olmasi beni asiri etkiliyor. Tam bu noktada insanlarin gelistiremedigi davranis bicimleriyle ilgili kinayeler olabilirdi ama olmayacak. Su an insanlari dusunup durduk yere sinirlenmek istemiyorum.

Emekli gibi gecen hayatimda aslinda tahmin etmedigimden daha da baska seyler yasandi. Yepyeni ve saf bi sevgiyi yasamaya basladim kopekler ve bebeklerle. Siyahin sevgi dolu hali butun evi asiri tatli etkiliyor elbette ama siyahin bana karsi olan ayri sevgisi ve adeta tutkusu bana da akiyor. Oyle gecirgen ve naif bi sevgi hali ki. Benden ona aktiginda o da hissediyor. Saclarini tararken kucagimda yikilip yattigi ve yuzume sonsuz bi sevgi ile guvenle baktigi anlarimiz, ben yere oturdugumda aheste aheste bana dogru yuruyup omzuma basini koyup kendince sarildigi sabahlarimiz, geceleri parlayan isiklari yakip bahcede birlikte ettigimiz danslarimiz, ben tum dikkatimle sabah gunesiyle veya ay isiginda yoga yaparken onunla oyun oynuyorum sanip beni darladigi azicik basarisiz yoga seanslarimiz, ben odamdaki masamda veya verandadaki masadayken ayaklarimin dibine yattip patileriyle ayaklarima sarilarak birlikte yazdigimiz yazilarimiz. Tum bu sabahlarin gecelerin icinde siyahin olmasi bence bu anlari kesinlikle baska bir frekansta yasamama neden oluyor. Sanki, Siyah gelmeden once buralarda eksikligini fark etmedigimiz onca sey varmis. Siyah gelince anlamisiz, oh demisiz iyi ki geldin kizim. 

Not* klavyeyi halen turkce yapamadim. aslinda bununla hic ugrasmadim. Ben bir seyleri gercekten o kadar da umursamamaya basladigimdan bu yana butun yazilar yazim yanlisi dolu ama tahmin edilecegi uzere ben bunu da o kadar umursayamiyorum. elimde degil ama ilk defa bir seyin elimde olmamasini cok seviyorum. 

Hadi geldik kizim uyan

Galiba bi uyanis yasiyorum. Oysa bi sure once bu uyanisin pesinden gidip birtakim makaleler okuyup. kitaplar edinip sayisiz video izleyip postcast dinlemistim. Ayni donem yogaya da baskamistim. Halihazirda son dort yildir rutinini olusturmasindan asiri mutluluk duydugum meditasyonu hic birakmadim. Hatta bazi donemler kendimle ilgili calismam gereken konularda daha yogun meditasyon yaptim. Son donemde de uzun soluklu bi rehberle de baska bir konuda calisiyorum. Simdi butun bunlari neden anlattim. Cunku bir uyanis yasadigimi banyoyu camasir suyu ve fircayla fosur fosur yıkarken farkina vardim. Ya da asiri kimyasaldan bi tik kafam iyiydi bilmiyorum. 

Aksam Cansu ugradi. Bahar temizligi sonrasi ilk misafirimi agirlamanin keyfiyle tatli bi sohbet ettik. Zaten o da asiri yogun bi gun gecirdigi icin yatagimin uzerinde yigildik kaldik. Sonra Merve de geldi/ En sevdigim kiz gecesi konsepti. Ojeler surulurken asiri ciddi konular konusuldu. Bazi cozuzelemeyen konularin tak! diye cozulmesinden bahsettik mesela. Ben bugun banyoda yasadigim seyi anlattim kizlara. Cansu kutuphanede halen kitap arayan kutuphanecinin hikayesini anlatti. Kalpler sicacik oldu. Kizlarla karisilikli gulerken ne sansliyim dedim, kulaklarimda sevdigim insanlarin kahkahalari cinliyor ama en cok benim kahkaham. Ehe. 

31 Mart 2024

Kalplerdeki ferahlik gecesi

Yaninda parlamak guzeldi. Ben de bu hissi takip ettim. Simdi diyeceksin ki konu nasil bana geldi. konu zaten genelde sensin.

Anlatmaya nereden baslasam bilmiyorum ama her nereden baslarsam baslayayim her sey birbirine ilginc bi sekilde kaynayip daha buyuk bi hikaye anlatiyor. algilarim cok acik. butun kissadan hisseleri anliyorum ve her turlu kalp kirici ayrinti ihtimaline karsi kendimi deliler gibi koruyorum. tipki bi keresinde yazliktayken gelen silah sesi sonrasinda gece ve siyahin bahcede havlayarak atilan turun ardindan evin giris kismindaki merdivenlerde koruma modlarini acmis, hodri meydan dercesine dimdik oturuyorlardi. Neyse konuya da nereden geldiysek. Cocuklari da cok ozluyorum yalan yok. 

Evde kendi kendime muhtesem bi gun gecirdim. tum muhtesemligiyle devam da ediyor. Secim gecesi olmasina ragmen. Yarin bambaska bir duzene gececegimi bilmem beni kaygilandirmiyor. Umutlu bicimde heyecanlandiriyor. Kotu seylerle karsilasabilirim. Bazen su olursa soyle yaparim bu olursa boyle yaparim falan diye dusunurken yakaliyorum kendimi ama sonra hemen konuyu degistiriyorum. Cunku iyiye kendimi odaklayip olumlu duygularla girmek istiyorum o kapidan. velev ki kalbim kirildi veya kirilacak gibi iyiligimi korumayi da cok istiyorum hepsi karsisinda. Sonra her seyin benim icin mutlu olmasini. Her zaman oldugu gibi kalbimden gecen tam anlamiyla olmadigi zamanlarda oldugu gibi olan herhangi bir sey de beni mutlu eder. Zaten kendimi de birazcik taniyorsam mutlu olacak bir seyler elbette bulurum. Sonrasina sonra bakariz artik. Gelsin hayat bildigi gibi modunu actim, kendimi akisa sapsal bi gulumsemeyle biraktim. Ustelik kirilmiyorum da kivriliyorum. Hatta gelen her darbeye karsi esneyebiliyorum. 

blogdaki yazilardan olusacak kitap fikrine epey yakinlastim. Kafamda birkac isik yandi bile. neye ihtiyacim oldugunu cok iyi biliyorum o yuzden adimlari hizli, saglam ve ozguvenli atacagim. Mutlaka Senol hocayi arayip kafamdaki eksik konusunda yardim isteyecegim. beni anlayacagindan emin olmak icime de tatli bi guven vermiyor degil. is acisindan azicik zor gecmesi muhtemel bu donemde enerjimi politik maceralara atmak yerine kitap taslagi uzerinde calismak en verimli sey olacak bence. Ehe 

icimde ardi ardina sorulariyla beni darlayan her konudan tamamen kurtulmak icin uzerine gidiyorum.  nereden baksan cok cesur hamleler. cok depresif bir donemimde olsam kesinlikle acizce bulurdum.

not* turkce karaktersizligim icin uzgunum. durduk yere macbook air aldim cunku. henuz turkce klavye isini cozemedim ama en kotu ai ile geriye donuk o sorunu da cozecegim. 

29 Mart 2024

RUZGARIM BOL OLSUN

Cenazeden sonra şehre uzun süreli geri geldim. Amcamın hep kızmama rağmen sağa sola attığı beyaz filtreli izmaritlerden birine bastıktan sonra donuse karar verdim. Daha da uzatabilirdim ama sosyal hayatın beni biraz toparlayabileceğine inancım sağlamdı. Kısmen haklıydım. Arada bi' ofise uğrayıp metin yazmak dışında süslenip püslenip davetlere gitmek, serseri gibi bisiklet sürmek, hiç bitmeyecekmiş gibi para harcamak dışında pek bi' şey yaptığım da söylenemez. 

Güzel bitmesi için uğraştığım bir hikayenin sonundayım. Kalpten emek verdiğim son 4.5 yıldır benim için öğretici bi' "proje" olan işim bitti. Başımın dik, alnımın açık olması inanılmaz bi' keyif veriyor bana. Bu yüzden daha da ışıldıyorum kalabalıklar içinde. Hepimiz güzel bi' filmin buruk ama mutlu sonuymuş gibi sarılıyoruz birbirimize. Herkesin hissini bilip hiç bahsetmediği bi' burun titremesi var birbirine sarılan her insanda. Bundan sonrası biraz politik hamleler. Belki restler, belki büyük adımlar. Kendimi bu belirsizlikle sıkmıyorum aylardır. Hepsiyle yüzleşmem gerektiğinde, önüme gelen bir sürü seçenekten hangisine vaktimi-enerjimi harcayacağımın kalbimden geçenin olması için elimden geleni yapacağım. Yolum açık, rüzgarım bol olsun. 

26 Mart 2024

"Ölüm gelebilir ani"

Şimdi çocuklar ceplerindeki mamaya odaklı kuyruk sallaya sallaya dolaşırdı peşinde. Tam o saatler. Gün batıyor, işler bitirilmek üzere veya paydos edilmiş. Duş öncesi bahçede muhabbet ederdik, gün içinde ara ara birlikte kahve molası verince yaptığımız gibi. Akşam üzeri de vardı böyle bir faslımız. Tam bu saatler işte, güneş denize düşmeden önce bizim bahçeye uğruyor. Çam ağaçlarına akşam güneşi çok yakışıyor. Mutfakta akşam yemeği telaşı. Biz onunla günü değerlendirip gelecek için plan yapıyoruz. O otları şöyle hallederiz, havalar biraz daha ısınıp toprak yumuşayınca çitleri yapınca gerisi kolaylıkla olur diyoruz, kuş evi alıp ağaçlara bol bol takalım etraf kuş sesi olur diyorum, "Gülsüm yengen de istiyordu onlardan, eldeki tahtalardan yaparız onu kolay o" deyip gülüyor. Yengemi düşünmesi hoşuma gidiyor. Hatta kendim kendime şaka yapıyorum, "Yenge sen çok iyi bir kadınsın ama kocan da adam çıktı"

Sabah Merve odamın içinde panik halde beni uyandırırken çok değil geçen Pazar tam bu saatlerde, biz henüz bir cenaze evi değilken Aydın amca Gece ve Siyahla oynuyor, biz balkonda müzik dinleyip kahve içiyoruz. Köpekler güldürüyor bizi. Ben sesli sesli kahkaha atıyorum. Ev, bahçe ve hatta sokak kahkahama şahit oluyor. Şimdi cenaze eviyiz, gülemiyorum. İçimden gelmiyor çünkü. Yataktan fişek gibi kalktığımda göğüs kafesime oturan şey iki gündür hiç olmadığı kadar ağır. Siyah, Aydın amcamın evinin oralarda dolaşıyor başı önde. Nasıl anlatırsın ki köpeğe, Aydın amcam enfeksiyon geçirirken kanı pıhtılaşmış, donmuş ve hayatını kaybetmiş. Yürüyerek girdiği hastanede durumu ağırlaşıp yarım saat içinde tüm organlarının fonksiyonlarını durdurduğunu da anlatamazsın. 

Kendime de pek anlatamıyorum zaten.

21 Mart 2024

Siyah a.k.a "Oynak Göt"

"Bu düşüşlerin olması normal" dedim kendime, içime bir ağlama isteği geldiğinde. Hemen hızlı biçimde geldiğim yolu kendime kanıtlamak için özet geçtim. "Yas bitti. Şimdi kendini onarma vakti" 

İki gece önce, verandanın en çocukluğum köşesine Bahadır'ın aşırı rahat kamp sandalyesini atıp ay ışığında soğuk su içip müzik dinledim. Tıpkı güneşleniyormuşum gibi. Sonra ay ışığının tenine yansımasının verdiği hazzın da bir adı olmalı bence dedim ve düşünmeye başlayıp, alternatif uydurdum. Birkaç dakika sonra Bahadır geldi, aynı soruyu ona sordum. O da düşünmeye başladı ve hemen "AYLANMAK" dedi. Ben de kelimenin hissettirdiği uyuşuk, oyalanma gibi tatsız şeylerden bahsettim. Kelime daha önce var mıydı onu da bilmiyorduk. Ertesi gün durduk yere aklımıza geldiğinde, anlamının "oyalanmak" gibi bir şeyler olduğunu okuduk. "TDK mıyım neyim be" demeden konuyu kapatmadım. 

Dün gece yine aylandıktan ve aynı aşırı rahat sandalyede aylanırken köpeğimiz Siyah'ın tüylerini taradıktan sonra ay ışığında yoga yapmaya karar verdim. Üşenmeden içeri girdim giyindim. Eski yoga matını Siyah yediği için, yeni aldığım matla ikinci yogam olacaktı. İlki bahçede, çimenlerin üstüne; deniz kokusu üzerimde, çam ağaçları ve taze hava kokarken...Ay ışığında yoga da aşırı tatlı bi' deneyim oldu. Taaa ki benim canım köpeğim yoga yaparken beni kafasıyla, kuyruğuyla, ön ve arka patileriyle taciz edene kadar. Çünkü kendisiyle oyun oynadığımı zannedip heyecanlanıyor. Mecburen oturup sevdik sevdik, oynadık; severken pat diye kendini devirip yatışı var, üf günün en güzel anlarından bence. Yine pat diye yattı biraz daha sevdim. Sonra kalkıp gidince yogaya devam ettim. Elbette yine geldi, yine kendini küt diye üstüme devirdi. Ben de odama geçip biraz daha dans ettim...

İlk defa bi' yazıda Siyah'tan bahsediyorum. Benim için yeni bir sahiplenme biçimi. Çünkü saf sevgisi iyileştiriyor. Son dönemde kendim için yaptığım en iyi şey Siyah'a vakit ayırmak, iyi ki günlük rutinlerimin içinde onunla top oynamak, tüylerini taramak ve birlikte koşmak var. Ben bunları yazarken de sandalyemin dibinde yatıyor kendisi. Ağzında ona hediye ettiğim yeni oyuncağı ile. Adını seslenip yüzüne baktığımda yine heyecanlanıp kalkıyor ve kuyruğunu götünü sallaya sallaya şımarıyor. Aramızdaki sevginin muhteşem bir akışkanlığı var. Varlığımız birbirimizi mutlu ediyor. Bakın bu şifadır. 

11 Şubat'ta hikayeleriyle ilgili şöyle bi' not düşmüşüm:

"İkisi de sokaktan geldi. İsim annesi oldum sonra ben, "Siyah" dedim bu güzel saçlı, güzel gözlü kıza. Sürekli götünü kıvırdığı için aile arasında biz O'na "Oynak Göt" diyoruz. Kendisinden cilve dersleri alıyorum bir yandan, öyle böyle bir cilvesi yok. Tam bi' aşk kadın. Siyah'tan biraz daha zaman önce çok yakışıklı bi bebek pitbull ormanda yolunu kaybediyor. Gece vakti kapımızın önüne geliyor ve hayatımıza giriyor. Siyah'ın adından habersiz adına "Gece" deniyor. Hayat akarken Siyah ve Gece binlerce kilometreye rağmen karşılaşıyorlar ve birlikte yaşamaya başlıyorlar. Tıpkı isimlerindeki uyumla bahçede deliler gibi oynayıp arada sırada mama yüzünden kavga ediyorlar. Yoldan geçen iki kat büyük köpeklere havlayıp sahilde korku salıyorlar."

Ve bi' gülüşü var, sanırsın güneşi sığdırmış ^^


12 Mart 2024

Zaman askıda.

"Geçen yıl bu zamanlardı" diye başlıyor çoğu his. Hava aynı böyleydi. Yağmurluyken de güneşliyken de bir sürü şey hissetmişim işte. Koku hafızası neyse de görsel hisli hafıza bi' başka yoruyor beni. 

Hâlâ yazlıktayım. Aralık ayıydı sanırım kış mevsiminde ilk defa burada birkaç günden fazla kalışım. Soba aldık, salon şu an en muazzam halinde. Hep birlikte bana bi' oda yaptık. Evdeki herkesin emeği var, nasıl tatlı anlatamam. Mart ayındayız, ben burada ciddi ciddi gelecek planlıyorum. Her şeyiyle iyi geldi. Kendimi çok da fena deştiğim bi' dönemden sonra kendimi ancak burada onarabilirdim. 

Sabah köpeğim Siyahla yürüyüş yaparken kendime çıkıştım. Çünkü kabaca bi' ay hesabı falan yapmaya çalıştım. "Oha bu kadar zaman oldu" dedim kendime, aklıma Snape ve o replik geldi aklıma: "Always" Sonra dedim yapacak bir şey yok kızım, halledicez bunu da. Hep hallettik çünkü. Sakinlikle bunun da üstesinden geleceğiz. En azından geleceğe dair halen şapşal bi' heyecanın, umudun ve ışıltın var. :)

06 Mart 2024

Parlamadığım hiçbir yerde olmak istemiyorum.

"Dönüp durdum.
Çok hayal kurdum.
Hep o sözlerinde durdum.
Ah şu gönlüm,
Geçmez ömrüm.
Boyunca ben sana,
Tutuldum."


Kalbinin nasıl kırık olduğunu hatırlıyorsun durduk yere. (Merve buna hep 'dur yere' diyor ve aşırı sevimli bulduğum için her defasında çok gülüyorum) Önce bi' kabullenelim, her zaman mutlu olacak değiliz. Son dönem, canım azıcık hasarlı psikolojimle ilgili öğrendiğim en önemli şeylerden birisi: Üzülünce rahatsız olma. Bu da her şeyin bir parçası. Süreç olağan. Ve belki bi' miktar bu sağlıklı dalgalanmalar olsun ki, kendimi hipomaninin kollarında bulmayayım.

İnsan kendi dengesini kendisi buluyor... Yani bunu uzaklara bakarak fikozofimsi bi' edayla, gözlerini hafif kısarak da söyleyebilirsin. Zaten bunları düşündüysen azıcık da ağlamışsındır, dengeni bulurken hatırladığın her minik ayrıntadan kalpler yorulmuştur. Son iki aydır mutluyken dans ettiğin, üzgünken hıçkıra hıçkıra ağladığın bi' anda yine o şarkı çalar:

"Üzülme öyle.
Suç benim, çek git.
Ben sana ait,
Sen başka yolda,
Yaşar, gideriz.
İyiyiz."


* * *

Işıl ışılım bugün. Yaklaşık 1 ay sonra ilk defa ofise gittim çünkü. Sözde 'uzaktan çalışma' sistemiyle, pılımı pırtımı toplayıp yazlığa taşınana kadar bu dönemi böyle verimli geçireceğimi sanmıyordum. Birincisi, biraz sürede biraz soğudum. Yalnızca öfkem değil, yine öfke kadar tehlikeli olan üzgünken verdiğim kararlar ve mücadelesinden vazgeçtiğim konular yeniden açıldı kendimle. Bazı şeylere yeniden uzaktan bakmak çok faydalı oldu. Hatamı, eksiğimi, fazlamı gördüğüm; en önemlisi hayatımın hangi evresinde olduğuma ve bundan sonra ne yapacağıma karar vereceğim bi' sürecin içine girdim. Oradan yazdığım için mutluyum. Velvele Hanım'ın tıpkı bi' yengeç gibi nasıl kabuğumu kırdığımı anlatması beni çok mutlu ediyor. Zaten halihazırda içimde kurduğum konseyde alınan karar, beni ne mutlu ediyorsa ve heyecanlandırıyorsa onu yapmam; yaparken kendime ve diğer hayalini kurduğum her üretime zaman-enerji-kaynak ayırmam için gerekli motivasyonu bulmama neden oldu. Başarılı olur, olmaz. İnsanın bi' motivasyonu olması önemli. Zor ve heyecanlı, eğlenceli ama stresli de... Ne istediğimi biliyorum ve tüm enerjimle istediğim her şeyi almak için yola çıkmaya hazırlanıyorum. Yola çıkış için biraz vakte ihtiyacım var mücbir sebeplerden ama bu sürede daha fazla dinlenip, daha fazla kendimi ve yapmak istediklerimi anlayarak geçirebileceğim tatlı bi' tatil olacak benim için. Meslekte geçen dolu dolu 10. yılın hediyesi. Tatlı hediye oldu be. ^^

* * *

Kabullenmenin psikolojisi üzerinde düşünüyorum bi' süredir. Düşünme sürecim etkilenmesin diye konuyla ilgili bilerek makale de okumadım. Pusulam kendim oldu. Önce bu kalp kırıklığını kabullendim, sonra onunla yaşamayı; en sonunda da ona rağmen parlamayı öğrendim. Artık kendimi tutamayıp bahçede hüngür hüngür ve asla sessiz olmaya çalışmayarak ağladığım anlardan; artık tüm bu şeylere rağmen, hepsini kabul ederek devam etmem gerektiğimi anladığım büyülü bi' ana geçiş var. Hatta bunu şöyle anlattım Merve'ye, "Altı aydır kafanda dönen bi' konu vardır, dolaptan domates aldığın anda tak diye bi' şey yerine oturur, her şeyi anlarsın ve artık 'öyle' olduğunu kabul edersin; bu kabul parlama başladığın ilk yer oluyor ve ben parmaladığım hiçbir yerde olmak istemiyorum.

* * *

Bazen geri gelecek diye heyecanlanıyorum. Ben gidemeyecek kadar üzgünüm çünkü. Eminim O da, başına gelen her iyi ve kötü şeyi koşa koşa anlattığı ilk kişi hayatından çıkınca üzülmüştür ama benim ciğerler komple gitti. Şakasız.

"Dönüp durdum sana, anla.
Unutamam seni asla.
Sen hiç öyle delirdin mi?
Sevip de yenildin mi?
Üzülme öyle,
Yok bir çaresi olsa,
Böyle perişan olmazdı
Şarkılar,
Senin için."

05 Mart 2024

Hayatı Yeniden Keşfedin.

Merve'nin bugün kendisine aldığı "Hayatı Yeniden Keşfedin" diye bi' kitap duruyor masamda. Şöyle bi' karıştırıp, "Hmm güzel bişiye benziyo" dememin üzerinden de yarım saat falan geçmiştir. 

Son 1.5 ayın neredeyse tamamını yazlıkta geçirdikten sonra şehre kısa süreli kesin dönüş yaptık. Umarım geri dönmeyi unutmayız ve kısa sürede yeniden oradaki hayatımıza kaldığımız yerden devam edebiliriz. Pencereyi açıp karşımda, denizin kenarında beyaz at gördüğümde yaşadığım o heyecan, köpeklerimiz Gece ve Siyah'ın kalbimi yumuşacık yapan, ruhuma aşırı iyi gelen sevgisi, etrafımda istediğim her an sarılabildiğim veya aniden gelip bana sarılan insanların varlılığı, geceleri ayağımda ev terliklerimle yıldızların altında dans ederken ağaçlardan yayılan çam kokusunu derrin deriiiin içime çekmek ve daha bir sürü küçük şükür dolu an sayesinde ayakta kalabiliyorum. O yüzden en çok benim dönmem lazım. 

Son 10 yılın en sakin birkaç ayını geçiriyorum. Daha fazlası olduğun gerçeğiyle yüzleşmek biraz tatları kaçırsa da yeniden büyük hayaller kurmak ve aslında bunu yaparken kendimin, yeteneklerimin, birikimimin, profesyonelliğimin de farkına varıyorum. Kendime "Hayal ettiğin şeyi gerçekleştirmek için sana engel olan şey ne?" diye soruyorum ve dudağımda ince bi' tebessüm oluşuyor. 

Yeni birtakım şeyleri, en keyifli haliyle öğreniyorum bu dönem. İçimi dinleyerek, beni neyin heyecanlandırdığını anlayarak geçtiği için bazı hisleri de yeniden keşfediyorum. Bu hislerin hepsi sanırım birleşince hayatın ta kendisi oluyor. 

Bi' sabah yataktan kalktığım gibi adımlarımı hiçbir yöne çevirmeden, sadece kapıdaki kırmızı ev terliklerimi giymek için durarak bahçeye ulaştım. Ve o an keşfettim: "Evet, uyanmak istediğim hayat bu" 

28 Şubat 2024

"Kendine Ait Bir Oda"

Son yıllarımın en hızlı, en sakin ve en huzurlu günleri. Beklenen siyasi gelişmeler olmayınca, ben ufaktan yazlığa kaçmaya başladım. O sırada da abim geldi ve olaylar gelişti. Yazlıkta 2020 yılında kuzen tayfayla yaptığımız büyük tadilattan sonra bu defa daha çok dekorasyonun coştuğu ve coşturduğu bir sürece girdik. 

Artık burada bi' odam, odamın çiçekli, martılı ve bulutlu duvar kağıtları; piremses tülü, minnak çalışma masası ve tüm ıvır zıvır eşyalarımın üzerine sıralandığı komidin, yatak ve masanın hemen yanında 'mutfak' işlevi gören bardak, şişe, küllük koyulan alçak sehpa var. Mis gibi duş aldım odayı yerleştirdikten sonra. Hemen mis gibi ada çayı tütsüsü yaktım odanın dört bi yanında dolaştırdım negatifleri sildim, süpürdüm. Dinlenmiş uyandım hem de alarm kurduğum saatte. Burada inatla erken uyanmak istiyorum çünkü. Günü kaçırmamak için. Günü bugün çok güzel bi' yerden yakaladım. Rutin işler bitti sayılır, balkonda güzel bi' kahvaltı bizi bekler. 

* * *

Yazlığa resmen yerleştim. Benden 8 ay önce kuzenim Bahadır yerleşmişti. Kısmen Merve yerleşti, abim de gelince ikisi komple yerleşir. Koridordar vooovooh diye havlama sesi gelen Gece bile yerleşti. Şu minicik nemli ve en temel eşyalarla döşenmiş oda beni aşırı mutlu ediyor. Hatta böyle heyecandan çok da farkında değilim. O kitabın adı geliyor aklıma hep anlamı daha da derinleşiyor: Kendine Ait Bir Oda. 

Dokunduğumuz her yer güzelleşiyor. Hepimizin biraz da buna ihtiyacı varmış belki. Malum kurumsal dünya yeterince kirletiyor. Kaç gündür buradayım bilmiyorum ama yaklaşık 20 gün olduğunu tahmin ediyorum. Halen arınamadım. Gerçi kendime de çok vakit kalmıyor. Evin işlerinden. Geçen gün bulaşık makinası istiyorum diye bağırdım mesela. İşlerden sonra zaten bi' köşede uyuyakalıyorsun. Bunlar da lazım tabii. Kalbimde bi' yerler kendi kendine onarılıyor, kendimi zamana bırakıyorum.

05 Şubat 2024

Bilinçakışıadostlar.

Durum stabil değil. Henüz ölmem ama. İstemiyorum da. Çok gencim. Ölüm fobim var benim. İçelim. Yalnızsan gel. Ben de yalnızım; ama ölmüyorum. Bu şarkının kafası güzel. Ses verir misin? Burada kalalım. Çok içersem zehirlenmem. Şarkı demiş miydim? Yağmur yağsa. Hasta olsam. Yine. konuşmadığım zamanlar olunca korkun. Çok uyuyorum. Antidepresan. Her zaman başarılı olmak zorunda mıyım? Ben hata yaparım. Ama. Sokak köpeklerine ağlıyorum bazen. Aşığım da. Hep böyle acır mı? Çocuk sesi. Üzülüyorum. Bugün de dışarı çıkmak istemiyorum. hayır anne, uyandırma. sen anlarsın. Telefonum hep kapalı. Kaç gün oldu. susayım mı? Saymadım. Hayat çok sakil. Keşke sakin olsa. Şarkıyı başa alır mısın? Beni de boşa al. Yuvarlanacağım şimdi. Yokuştan. Nakaratta. O yoldan geçmeyelim. Karanlık. Korkuyorum. Acizim. Dağıtmadım. Toparlarım. Uyanınca geçer. Uyumak istemiyorum. Şarkıyı değiştirme! Utanıyorum. Hava çok soğuk. O gazete bugünün değil. Evet. hayat. Bayat. O gazete bayat. Gülme. Ciddiyim. Değilim. Pizza. Tekila. Karpuz. Bu saatte açık eczane yok. Nöbetçisi uzakmış. Belki çantamda 1 tane vardır. Koşalım. Sesi kıs kıs. Adam niye bağırmış? Hava soğur şimdi yine. Kaldırımda oturalım. Ağlamıyorum. Kedi sesi o. Gök gürlemesin. Çok mu ses var? Anlamıyorum. Neyi anlamıyorum, onu da anlamıyorum. Şarkının bası iyi. Ses verme ama. Kediler uyuyor. Birazdan kusarım. Adam iyi blues yapıyor. Bana kahve içirmeyin. Tepetaklak gidiyor dünya. Yuvarlakmış. İnandık. Evet küfür ettim. Rahatlıyorum. Duymadın mı? Üçüncü sayfa haberi. Bayat espiri. Kafam iyi çalışmıyor bu aralar. Son günler hep son bahar. Siyah renk değil. Beyaz da. Sepya belki. Rüzgar iyidir. Saçımı kes. Sesimi kes. Bisiklet sürerken el ele tutuşmayı deneyelim mi? Vapurları özledim. Sanatınıza sokayım. Yıldız mı kaydı? Ne çok elitist insan var. Tartışırız. O filmi görmedim. Çocukluğuma inmeyelim. Üşeniyorum. O şarkının orijinali iyi değil. Yürüdük. Hava aydınlansın. Yine yürürüz. Karanlık. Hırka al çıkarken. Baştan anlatsana. Dinleyemedim. Yarın neye üzüleyim? Burnum mu kanadı. Annem görmesin. Konuşmayınca iyiyim. Düşününce midem kramplanıyor. Yüzmeliyim. Çıplak ayak. Toprak. Evdeki saksı olur mu? Elektirikliyim. Saçım kabardı. Kusasım geliyor. Gün aydınlanmasın. Bu şarkıya respect!! Adam töve estağfurullah şarkı söylüyor, ağlasam yeri. Tam yeri. Doritos reklamı. Serbest çağrışım engellenemez. Ne olacak böyle. Her şey parça. parçalı. Reset atalım düzelir belki. Ya ne bileyim. İki dakika sus be kadın. Anam ağlıyor. Bardağın dibindeki soğumuş kahve. Ev de soğuk. Dolapta bozulmuş süt var. Sakın içme. Hadi uyuyalım. İnanırsak olur bence.

29 Ocak 2024

Günü Geldiğinde.

Duruyorum. Ne kadar zamandır böyle durduğumu bilmiyorum ama az önce, uzun zaman sonra ilk defa bir şey üretmiyor oluşumun rahatsızlığını hissettim. 

Zaten çok ilaç alıyorum ve çok gerçekçi rüyalar görüyorum; tatsız uyanıyorum. Maddeye düşüp manalı her şeyi reddediyorum. İki haftada ofise iki kere uğramışımdır. Bugün de gidip iki saat plan program yapıp siyaset konuştum.Yine ortalık karışık. Siyasetin içinde olduğum son 10 yıl gibi. Bir gün daha sakin bi' hayat yaşarsam yeterli kaos ihtiyacımı nereden karşılarım onu da hesap etmek lazım. İçime işledi resmen, siyaset konuşmak da bir ihtiyaç artık. 

'Artık bir şeyler yapman gerekiyor. Bu sen değilsin' dediğim birkaç nokta var mesela ama henüz çok net değiller. Hala bazı şeylerle ilgili kararsızım. Birkaç ay daha durmam gerekiyor 'siyaseten' ben bu süreci 10 yılın müfakatı tatlış bir tatil olarak görüyorum. Dinlenmeli, donanmalı ve zamanı geldiğinde büyüüüük kararlar alıp yoluma devam etmeliyim. Günü geldiğinde, en doğru kararı kolaylıkla alabileceğim ve gerekirse kararım için mücadele edebileceğime inanmam lazım önce.

21 Ocak 2024

2023 Z Raporu.

Bilinçli farkındalıkla, kişisel tarihimin en yıkıcı depresif dönemini geçiyorum.

Her şeye bu aydınlanmayla baktığım bi' dönem. Aslında biraz da oyunlaştırdım. Gün be gün içimde yaşadığım hisleri, hislerin bana neler yaptırdığını düşünüyorum. Çünkü çok dalgalı bir grafiği var ve ne zaman neyle tetikleneceği de belli değil. 

Acının farkındayım. Bunu bi' anda unutamayacağımı kabul ettim. Azar azar unuttuğumu fark etmek bana daha büyük umut veriyor. Kendimi her şeyden sakınarak akışa bırakıyorum. İyi olmak adına bazı çözüm yollarım oluyor tabii ara ara, destek kuvvet birliklerimiz bi' telefonumuza koşuyor. Geri kalan dostlara sarılıyorsun sımsıkı. Sırtında hep elleri. 

Bok gibi ve çok güzel bi yıldı. 

Acısıyla tatlısıyla dedikleri kısım tam olarak bu. Ama gümbür gümbür geçti. Gerçi ondan önce de öyleydi. Özellikle son 9 aydır işle ilgili müthiş yoğunluk çünkü sosyal medya hesapları yine bana geldi. Ardından yeni bir ekip kurduk vs derken nefes alamadım; ama bu kötü değil iyi oldu. Kendimi işe verdim ve eğlenerek çalıştım.

Doğum günü yazımı bu sene yazamadığımı fark ettim. Aslında bir süredir farkındayım da bunun için bir şey yapamadım. Ama neler yaptığımla ilgili bir şeyler not kalsın istedim. 14'ü 15'e bağlayan gece ben kendi kutlamamı yaptım. Bisikletle çıktım ve delicesine sürdüm. Sonraki gün kalktım ofise gittim. Ekip tam masamda makyajımı yaparken pastayı getirdi süppriizzz diye. Sinirlenmemek için direndim asfsgsd. Akşam Mert şık bir restorana götürdü. Pastayla birlikte öyle bi maytap ateşlediler ki, şovu abarttılar resmen biz de utandık birazcık. O sabaha karşı İstanbul'dan abim geldi. Burada tarihler biraz karışmaya başlamış olabilir. Neyse sonra kuzenlerle akşam yemeğinde buluştuk. Mert'in arkadaşı Suphi'nin hamburgercisine gidip deli fişek şeyler yedik. Orada da Suphi'nin minnoş kedisi Biber de dahil hep birlikte doğum günümü kutladık. Sonra biz yazlığa gittik. Yazlığa gitmeden önce, şehrin diğer ucunda olan Cansuların yazlığına gittik. Benim canım arkadaşımın oğluyla aynı gün doğduk çünkü. Onun partisine gittik abimle, çok da uzun kalmadan bizim yazlığa geçtik. Yolda alışverişti şuydu buydu derken hoop evde her şeyi yerleştirmişiz keyif moduna geçmişiz. Ama nasıl gülüyoruz. Gerçi ben arada bir yağmur yağdığı için bahçede dans edemeyişime üzülüyorum. Hasta olmamam gereken bir dönem. Sorumluluklarım var. Gerçi diğer yandan yağmurun yağıyor olması da mutlu ediyor beni.

"Bugün senin doğum günün 

kalmamalın kimse ayık" 

Yıllardır doğum günümde dinlediğim ve aşırı keyif aldığım bir şarkı var. Doğum günüm dışında dinlediğimde o kadar da tılsımlı değil gibi. Olsun. Neyse gerçekten de o şarkıdaki gibi kimsenin ayık kalamadığı bir gece, belki birden fazla gece, dört veya beş olabilir...Açıkçası ben pek bilmiyorum hatırlamıyorum ehehe.Ama sonra işe çok motive geri döndüğümü hatırlıyorum. O doğum günü kutladığım bir hafta çok iyi gelmişti. Kutlu doğum haftası gibi ehehe.

He evet yıl diyorduk ama tabii yılın en önemli günü olan doğum günümü de tamamlamış olduk. 

Vazgeçmeyi ve yaşanacak her üzüntü için sorumluluk almayı öğrendim bu yıl ilk defa. Vazgeçebilmek de büyük bi' cesaret aslında. Bu sene, birkaç hayata o cesaretimi gösterip kendi yoluma devam ettim. Hayatımda insan eleme kriterlerim değişti. Hak ettiğimi yaşayamıyorsam üstüne bir de kırılıyorsam neden vardı o ilişki? Bu bakış açısı aslında benim için bi' devrimdi. Yollar bölündü, herkes dağıldı; ben bi' süredir karanlık dar patikada yürüyorum. Bazen aydınlığa çıkıyorum sonra yine patika. Psikoloji de böyle işte iki ileri bi geri; bilincinde olduğunda kolaylık sağlayan nadir şeylerden birisi. 

* * *

Bu yazıya kaç defa döndüm bilmiyorum. Farklı zamanlarda farklı kafalarda yazdım. Şimdi de öyle. Biraz tavır değiştiren bir kafa. Genelde bir şeyleri ya üstü kapalı sadece benim kelimelerden olayları hatırlayacağım bir kodla veya benzetmelerle anlatırım. Günlük tipi yazmanın da sıkıntısı bu aslında. Birinin okumuş olabileceği ihtimali yazmanı etkiliyor. Bu anlamsız bir baskı oluşturuyor çünkü. Ben bugün o baskı yokmuş gibi yazacağım. Gerekirse doz artırarak. Bilinç akışı şeklinde olacak. 

Onun hayatımda olmadığı günleri hatırlamaya çalışıyorum. Daha çok bu hislerin aslında. Her şey ondan bağımsız. Yine savunuyorum, hayret bi' şeysin kızım. Onu ilk gördüğüm anı da son gördüğüm anı da sonsuz kere hatırladım. Zor günlerdi. Hâlâ tam bitebilmiş değil. Abim ve arkadaşlarımızla oturduğumuz bi' akşam konu buralara geldi. Abim karşı çaprazımda oturuyor, "Gerçekten kalbim çok kırık abi" diyiverdim pıtır pıtır ağlamaya başlarken. Abim hem sevgi dolu hem de güven verici bi' halde "Geçecek kardeşim" dedi. Ben bi' sigara daha yaktım. Ertesi gün abimle ananemden dönerken meskenler tarafından geçtik. Tam O'nun dükkanıyla bizim gideceğimiz yöne doğru yol ayrımına girdik. Abim birden, "PİDECİ KURŞUNLAYALIM MI GARDAŞIM" diye sordu heyecanlı bi' ses tonuyla asfshsjhs patlamalı ve delicesine güldüm. Yazarken bile aşırı gülüyorum.

Toparlanıyordum. Ama sonra gidiş gelişler başladı. Ben gittim. Ben gittim. O geldi. O geldi. Bence her defasında daha büyük alt üst oldum. Dengem nerede tam olarak bozuldu çok iyi hatırlıyorum. Bu konuyu yazıp yazmamakta kararsızım. Kararsızlığım birinin okuyacağı gibi şeylerden değil. Birincisi yazarken çok üzüleceğim, ağlayacağım; ikincisi, yazarsam kalacak bunlar. Kalmasınlar. Ben de unutayım artık. Yoluma bakmam lazım.

* * *

Yazmamışım. Çok iyi yapmışım. Bak bu yıl bi' de kendi konforumu öncelemeyi öğrendim. Buna, her telefona bakmayarak başladım. Bakmadığımda eskiden rahatsızlık duyardım, duymuyorum da artık. Siz istediğinizde değil, ben istediğimde bana ulaşabilirsiniz. 

Bayağı bi' işe batmış durumdaydım. Sık sık evden yazıyorum. Daha verimli oluyor. Siyaset baskısını hissettiğimiz bi' dönem. Nisan ayına kadar böyle gidebilir, sonra kimin gücü kime yeterse. 

Geçtiğimiz aylarda, başka insanlara fırsat vermeye başladım. Yoğun bi' date trafiği. Hevesim kaçtı. Haliyle kaçınca kovalandım, bundan da sıkıldım. Bu da değil istediğim. Bir gecede son dönemde tanıştığım bütün erkoları her yerden sildim. Hafifledim. Bir süre daha hayatımda böyle bi' gündem istemediğime karar verdim. 

Yılbaşı çok çok tatlıydı. Hava inanılmaz güzeldi ve yazlıktaydık. Şöminede muhteşem ateş yakıp muhabbet ettik. Bahçede dans ettim, yürüdüm, yattım. Ay vardı, muhteşem bi' gökyüzü... Köpeğimiz siyahla oynayıp azıcık sevgi depoladım. Öyle saf ve güzel bi' sevgisi var ki. Onu sevdiğimi uzaktan hissedip geliyor. Sesimi bile çıkarmadan. Bahçede yatarken o da kıvrılıyor yanıma bi' yere. Merve aşırı tatlı bi' fotoğrafını çekmiş bizim yeni yıl sabahı, Siyah'la deli gibi top oynayıp yorulduktan sonra çimenlerde yuvarlandıktan sonra uyuyakalmışız. 

19 Aralık 2023

Hipomani dansı.

Köpek gibi çalıştığım günlerden sadece birisi daha. Daha önce yazdım mı bilmiyorum ama yavaş yavaş geçtiğine şahit olmak aşırı güzel  bir şey. Belki de sadece bu dönem için öyle geliyordur. Anlamıyorum bazen. 

Ben yastan bir türlü çıkamayınca, üstüne bir de hipertansiyon teşhisi alınca bu gidişe bir dur demek lazımdı. Demek ki bir şeyler eksikti ve ben buna direkt iki yıldır severek bayılarak kullandığım beni vakti zamanında kör kuyulardan almış ilacımı değiştirip yeni ilaca başladım. Zaten o ilaç da tansiyon tetiklebileceğinden bence doğru karar oldu. Neyse ama verdiği ilacı da normalde pek yazmadığını ama bana mecburen yazacağını da söyledi, bir nevi hipokrat iç rahatlatması olabilir mi? Bilmiyoru. "Ama n'apim kızın ihityacı vardı" diyecektir bence daha sonradan. İşte o ilacı yazarken de bana dedi ki, "Mani dönem tetikleyebilir, lütfen bize bilgi verin ilacı keselim" dedi. Diğer ilacı yazarken de böyle bi' tehlikemiz vardı o zaman da şey demişti, "Siz o dönemi seviyorsunuz ama ciddi olabilir, arayın" Hipomani dönemine girip azıcık dağıtmıştım mesela o aralarda. Sonra dengemi buldum. Tarih tekerrür ediyor. Ben tam da psikiyatrımın korktuğu gibi hipomaniye doğru yürüyor korkmuyorum. Aksine bundan da tatlı bi' keyif alıyorum. Söylemek istediği şey de tam olarak buydu. Ama nasıl sevmeyeyim içim fokurduyor. Göğüs kafesimin içinde bazen de karnımda hissediyorum. Bi' de çok hipomani dansı annecim.

Göğüs kafesimde çırpınan bir kuş.

Bazen nerede yardım istemem gerektiğini anlamam gecikirse çok geç olur mu evhamını yaşıyorum. 

İlacı kesmek gerekir mi yoksa biraz direnilebilir mi?

Bununla ilgili minik bir araştırma yaparken geçenlerde Ecem'in de bipolarla ilgili gönderdiği videoyu gördüm. Videoyu çeken de belki de bi 10 yıl önce blogspot'ta yazılarının altında geyik yaptığımız adam. Muazzam bi kalemi vardı. Bipolarmış meğersem o da. Ama onunki teşhisi gecikmiş maalesef. Ah o 10 yıl boyunca neler yaşadı acaba? Ya da ben ne yaptım o yaşlarda? 

Bi' kanser türünün öldürme olasılığı yüzde 5, bipolarınki yüzde 12. 

Göğüs kafesimde çırpınan bir kuş. 

Can sıkıcı rakamlar tabii ki ama yılmıyoruz, hipomaninin keyfini çıkarmaya çalışıyoruz. İçim içime sığmıyor anlatamıyorum bu hissi. Bugün ofiste kulaklığı taktım, not defterimi ve kalemimi aldım odanın içinde turluyorum. Bir yandan da notlar alıyorum işlerle ilgili. Arada bi pencerenin kenarına gidiyorum sigara içiyorum. Sonra yine odada dolanmaya, bazen durup olduğum yerde sallanmaya... 

Kalbim hâlâ kırık. Kalbimin halini gördükçe daha çok ağlıyorum.

08 Kasım 2023

'Ben bu hisleri yaşamak istemiyorum' şahlanışı

Ofise yine geç gittim. Gider gitmez de psikiyatrı aradım. "Gelebiliyorsanız hemen gelin" dedi, koştum gittim. Her görüşmenin rutini, 'Nasılsın? İdare ederim. Neden idare eder?' faslını geçtikten sonra hızlıca konuya girdim. "Ben artık bu hisleri yaşamak istemiyorum!" radikal çıkış yaptım. "Hangi hisler?" dedi. Ben de onun da haberi olan olaylardan, kişilerden bahsettim. En son kaldığı yerden sonraki gelişmeleri ve bu gelişmelerin nasıl ağzıma sıçtığını anlattım. En son artık ağlamaya başladım, "Hepsi geçsin istiyorum" diyiverdim. Ağlamam için biraz zaman ve peçete verdi. Biraz da sakinleşmemi bekledi. "Sen ne yapmayı planlıyorsun?" diye sorduğunda kendimden emin bi' hale geçtim, "Ondan önce ne yapıyorsam onu. Hayatımı yaşayacağım" dedim. Sonra ilacımı değiştirmeyi teklif etti. Yeni vereceği ilacın neye yardımcı olabileceğini anlattı. İlaç eğer hipomani veya mani ataklarımı tetiklerse hemen haber vermem gerektiğini söyledi. İlacı aldıktan sonra prospektüsünü okudum detaylıca. Bildiğin damıtılmış serotonmiş resmen. Bu akşam eve doğru pedallarken ilacın etki etme süresi ile daha ne kadar böyle gidebileceğimin hesabını yaptım. Bildiğim yollardan gitmek zorunda kaldım. Güneş gözlüğümü taktım. Yazıyorum. 


"Sandığın gibi değil, geçmiyor"

Tüm bu yaraları nasıl sararım bilmiyorum artık. Denenmiş tüm yolları denedim. Fazlasını da yaptım ama o şarkıda da dediği gibi, "Sandığın gibi değil, geçmiyor" 

Debelensem de batabileceğimi öğrendiğim için artık hiçbir şey yapmıyorum. Aylardır içimden çıkıp gitsin diye beklediğim tüm kalp ağrılarım geçmiyor. Çok ağladım, çok içtim, çok bağırdım, çok çalıştım, çok yazdım geçmiyor.

İstemediğim bi' kadına dönüşüyorum. 

En çok ışıltımı özlüyorum. Olduğum herhangi bi' yerde iyi hissetmeyi, geçmekten vazgeçtiğim sokakları, oturmayı bıraktığım park banklarını, bir şeye sevindiğimde içimden çıkan yaşam ordusunu ve çok fazlasını. 

Şimdi ışıldayamıyorum. "Hasta mısın?" diye soruyorlar, "Evet" diyorum. Artık bi' şeyleri uzun uzun anlatmıyorum. Sokaklar ve parklar kafamdaki haritada silinmiş. Evin yolunu uzatıyorum.Yaşam ordum ağır yenilgi altında. Savaşın en gözü kara, en cesur generali bendim hep; ama şimdi gücüm yok. Hiç bu kadar güçsüz, yetersiz ve kimsesiz hissetmemiştim. Bu zamana kadar öğrendiğim hiçbir şey bu beni alıp yerden yere vuran, mefessiz bırakarak ağlatan hislerin üstesinden gelemiyor. 

Tüm bunlar olup biterken bi' de tansiyon sorunuyla boğuşuyorum. Hipertansiyon teşhisimle, yeni ilaçlarımla ve doktorun "Bu kadar stres yapma!" ikazlarıyla hayatımda daha önce hiç yaşamadığım sahneleri yaşıyorum. Psikiyatrıma, "Ben bunları yaşamak istemiyorum artık" diyorum ağlaya ağlaya isyan ederek. Profesyonel davranmaya çalışıyor biliyorum ama yüzünden anlıyorum elinden bir şey gelmediği için onun da çok üzüldüğünü. Elinden sadece daha fazla peçete uzatmak geliyor, o kadar. 

Bir süre önce bana "İhtiyacım var" dediğinde gidemedim. Önceden iki elim kanda da olsa gideceğim o yere gitmemek için iki elimle kalbimi boğdum. Boğdum boğdum boğdum. Sonra yine tansiyonum 18 oldu.

Bunun artık böyle gitmesini istemiyorum.

21 Ekim 2023

17/12

Ne kadar zaman oluyor bilmiyorum. Biraz gelişine yaşıyorum. Kendimi bu kadar sevmesem "Çok pis dağıttım" derdim, demiyorum. 

Kaç defa bu yazıya başladım bilmiyorum. Üst üste gelen her şeyin üstünden kaç gün geçti sayamıyorum. Kaç şarkıyı kalbim kırılır diye aceleyle geçtim hatırlamıyorum. Ama bunlar yaşanacaktı, hepsi olacaktı biliyorum ama yaşarken neyi ne kadar bildiğinin pek önemi kalmıyor. Üstelik bu kadar acıyacağını tahmin etmezdim. Bunu kabul ettiğimde ne yapacağımı hiç bilmiyordum.

Önce fotoğrafları sildim.Sonra tüm konuşmaları. Konuşmalar okunmadan da silinirdi ama fotoğrafı silmek için fotoğrafa bakmak gerekiyordu. Görmemeye çalışarak, gözlerimi kaçırarak baktım fotoğraflara. Geçenlerde yanlışlıkla gördüm. Çünkü onu görmek gibi bir isteğim ve planlamam yoktu. Beni yine hazırlıksız yakaladı. 

Ve o günlerden sonra bana bir şeyler olmaya başladı. Mutsuzluk değil ondan öte bir şey ama doğru kelimeyi bulamadığım için konuşamıyorum. Gerçi sesi de duysam enkaz olurdum herhalde. Ama sadece tansiyonla işi tatlıya bağladık. Son 3 haftalık süreçte; birisi kendimi halsiz hissettiğim için serum yemeye gittiğim medicalpark acil servisinde, birisi ofiste bir şeylere çok sinirlenmiş birilerinin beni sakinleştirmeye çalıştığı andan sonra, sonuncusunun da uzun ve gergin bir meclis toplantısının ardından hâlâ olduğu yerde kalan işlere sinirlendim. Yazıyorum yazıyorum bitmiyor. Deliler gibi yazıyorum sürekli bi' şeyler ama bitmemeye yemin etmiş gibi. Üstelik sürekli başka bir şey geliyor. Saat hemen akşam 4 oluyor. Öfke patlaması yaşadım. Çok pis küfür ettim ve masamı yumrukladım. Sonra yaşça en büyüğümüz resmi yazı işlerimizi yapan abladan dönüp özür diledim. Gülerek "Ben duymuyorum öyle şeyleri" dedi. Beni de güldürdü. Biraz da yumuşadım hemen gülünce. Göz göze geldik gülerken. O da fırsatı bulup lafını sakınmadı, "Çok parçalıyorsun kendini" dedi. Hemen gözümü kaçırıp bilgisayar ekranına bakmaya başladım. Gözlerim doldu çünkü. Anlatacak halim de yoktu birçok şeyi unutmak için kendimi çalışmaya verdiğimi ve deliler gibi gündüz/gece çalıştığımı.

Tüm bu anlarda tansiyonum sırasıyla 17/11, 17/12, 14/16 ölçüldü. Ben direkt psikiyatrımı aradım çünkü içtiğim ağır bi ilacın kan basıncını artırmak gibi bir yan etkisi var lakin ben bu ilacı yaklaşık 2 yıldır içiyorum. Canım doktorum dedi ki uzun zamandır içiyorsunuz şimdi birden görülmez yan etki. Ama yine de öğrenelim yarın hemen bi' dahiliye gidin, en azından bundan olmadığını bilelim diye de ekledi. Tam tamam gideceğim en yakın zamanda deyip kapatıyordum ahizeye haykırdı resmen, BANA DA HABER VERMEYİ UNUTMAYIN! *Doktora Pazartesi gideceğim.Uzun süre düşündüm: neden bu kadar sarsıldım? Hâlâ doğru kelimeyi bulamıyorum. Ama ilk defa bir şeylere çok üzülürken sağlık sorunu yaşıyorum ve neler olacak hiç bilmiyorum.

25 Ağustos 2023

"Birçok şey üzerine yeniden düşünmek"

Kolay olmayacağını biliyordum. Ama karşıma bunların da çıkacağını tahmin etmemiştim. Hakimiyetini kaybetmiş ve kaosa dönmüş bi' ihtilal gibi şimdi. Çok hızlı düşünüyorum, keşke düşündüğüm kadar hızlı yazabilseydim. 

On dört gündür beynimin arka planında aynı programlar çalışıyor. Zaman zaman donuyor, müzik takılıyor alt+f4'ler faydasız, çare fişi çekmek. Çerçeve belli, akış tahmin edilebilir ve 'ben bu acının sorumluluğunu alıyorum' diyebilmek paha biçilmez. 

Bugün içinde felsefenin, psikolojinin, edebiyatın, sinemanın ayrı ayrı sandalyelerde oturup altı saatlik sohbete eşlik ettiği bi' masadaydım. "Hiçbir şey rastlantı değildir" alıntısını hep kullanırım böyle masalarda. "Şimdi biz buradaysak da bunun da var." İki hoş beş edilip olaysız dağılabilecek masa aniden bir psikoterapi seansına döndü. Benden çeyrek asır daha fazla bu meselelere kafayı yormuş bir adamın, son dönemde yaşadığı bir nevi 'dönüşümü' dinledim. Kendi çıktığım yolu gördüm onun taşları yerinden oynatmasındaki eminliğinde. O kadar uzun tartıştık ki, benim taşlar hâlâ havada -birkaçı kayıp- ama bu dağınıklık beni rahatsız etmiyor. Her şey yerli yerine oturduğunda çok sağlam bir yolum olacak, hissediyorum. "Senin sabrın doğduktan 0.0001 saniye sonra bitmiş" deyip her defasında güldüren eski sevgilim şu konudaki sabrımı ve kararlığımı görse bence çok mutlu olurdu. 

Akşam eve döndüğümde Twitter'da bi' psikolog tarafından yazılmış ve bana çok benzeyen tweet okudum: 

"Bugünlerde kendimi pek iyi hissetmiyorum. Büyük kırılma noktalarından birindeyim sanki. İnsan hayatında böyle kırılma noktaları olur. Şimdi, 34 yaşında, birçok şey üzerine yeniden düşünmek istiyorum" (@mervetarhan)

Tweetin altındaki tüm mentionları da okudum. Muazzam benzerlikler. Özellikle benim son dönem yaptığım da birçok şey üzerine yeniden düşünmekti. Çoğu zaman erteleme, yok sayma yoluna gitsem de veya kafamın içindeki o sesi duymak istemediğim için kendimi suni bi' partinin içine atsam da bu birçok şey üzerine yeniden düşünme maratonu beni tahmin edemeyeceğim bir yere götürdü. Geldiğim yer, yola çıkmaya karar verdiğim yerden daha geride; daha üzgün, daha öfkeli ama hepsiyle hesaplaşmak/anlamak/barışmak için de gerekli sağlıklı bir içgörüye sahibim. 

Aynı tweetin devamında son dönemde yazdıklarını çok değerli bulduğum bi' klinik psikoloğun tweetine denk geldim:  

“Otuzuma geldim, hâlâ kendimi bulamadım!” diye hayıflananlar; ergenlik fizyolojik olarak 25, sosyo kültürel olarak 30 yaşına kadar devam ediyor. İnsan prematüre doğan, dolayısıyla geç olgunlaşan bir canlı. Ve yirmili yaşlar, en verimli çağ değil en belalı çağdır. Ruh hastalıkları, kişilik bozuklukları yirmili yaşlarda kendini gösterir, depresyon, öz yıkım ve öz kıyım davranışları sık görülür. Aklın karışık, duyguların kırılgan, dış etkilere açık olunan kritik bir dönemdir. Kariyer, ilişkiler ve finansal durum ile ilgili güvensizlik, kaygı, şüphe ve hayal kırıklığı ile tanımlı çeyrek yaş krizini de düşünürsek birey aslında otuzlarının ortasında ancak kendine geliyor diyebiliriz." (@suleoncu)

Son dönem yaşadığım süreç, bugün o masada geçen altı saat, iki psikologun tweetleri ve tweetler altındaki mentionlar aslında mevzuyu çok karıştırmış gibi görünse de ufukta benim için güzel bir ışık yakmış gibi hissediyorum. Her zaman ancak dağıtırsam toparlayabileceğime inandım. 

35'ime 20 gün kala rastlantı olmayan her şey gibi, bunlar da değildi...

Aklım ritimli, akıp giden ve bir yerlere bağlanabilecek kadar nizami yazabilecek kadar derli toplu değil. Bu, endişe edilecek bi' şey de değil. Bugün malum masada yüreklendirmenin en tatlı halinde duyduğum gibi;

"Yaz da, nasıl yazarsan yaz!"

09 Ağustos 2023

"Fırtınasız denizde herkes kaptan"

Ne derler bilirsin; "Fırtınasız denizde herkes kaptan" 

En fırtınalı dönemlerimden birisini yaşıyorum. Diş çıkaran bebekler gibi, dur bakalım bi' şeyler olacak gibi. Tansiyonum hep yüksek, çözüm yollarını gözüm kapalı gidebilecek kadar iyi biliyorum. Bazen bilmek de iyi değil.

Bir önceki yazıda kabuk değişiminden bahsetmiştim. Aslında aylar önce gördüğüm, "Evet bunu bunu yapmam gerekli" dediğim bir sürü şey, en fenasından kaos döngüsüne girerek "ACELE ET" restini çekti. Restini gördüm. Restinle çöktüm. Ama bunları da halledeceğim, hep hallettim. (Bunu son günlerde çok sık tekrarlıyorum)

Altıncı his bir insan olsaymış ben olurmuşum. Hissine kapılıp uzaklaştığım her şey, bugün bana "İyi ki yapmışsın kızım!" dedirtiyor. Bir gün bile yanıltmadı. Sonsuz teşekkürler. 

Aynı anda hayatında yıllarca yer etmiş insanları hayatından çıkarmak için çelik gibi irade gerekiyor. Bu iradeyi de evren yaşattığı her bir olayla tepeden tırnağa örüyor ruhuma. Kendimi ayrıcalıklı hissediyorum. Keriz mutluluğu gibi. 

Daha önce birlikte güldüğüm, ağladığım, sarıldığım, kalbimi-ruhumu açtığım, yatağına yattığım, birlikte uyuduğum, uyanıp yanımda bulamayınca endişelendiğim; bir noktada arkadaşlığına yıllarımı, aşkına süreyle biçemeyeceğim değeri verdiğim üç insanı hayatımdan uğurladım. Henüz birisinin bundan haberi var. Birisi ihtimal vermiyor olabilir. Sonuncusu da mutlaka geri döneceğimi sanıyor muhtemelen. Çünkü bildikleri ben, hep dönerim. Şimdi içim zerre istemiyor dönmeyi. 

En çok nerede kırıldım, tam olarak nerede vazgeçtim ve "Evet bu insan artık bana içten içe zarar veriyor ve hayatımdan çıkarmam gerekli" dedim bilmiyorum. Ama üçünde de sıkıcı olaylar yaşandığı konusunda hemfikiriz. 

Sanırım son dönemde gururumu en çok kıran şey ihtiyacım olduğunda yanımda olmasını istediğim insanların yanımda olmaması. Bu yanımda olmasını istediğim anlar gerçekten kötü anlar, çaresiz hissettiğim, çıkar yol bulamadığım ve yardıma ihtiyacım olan anlar. Zaten kolay kolay da kimseye 'Sana ihtiyacım var" demem, diyemem. Ama başkasının bana ihtiyacı olabileceği inceliğini, düşünceliliğini gösterip en yakınlarımın elini uzattığı her yerde olabilirim. Yapılan iyilik söylenmez; ama bana yapılan kötülüğü anlatmam için de bunları söylemem gerekiyor. 

Çelik gibi irademle terk ettiğim üç insanın da ortak özelliği alma-verme dengemizin bozulmuş olması. Burada benim sorumluluğum var. Aslında tüm bu mevzuyu en başından bu yana benim kendi içimde çözmem gerekiyordu. İçime döndüm, ne yaptığıma ve bana ne yapıldığına baktım. Birkaç son damla gerekliydi bardağı taşıracak. Ben tam bunları düşünürken birer birer damladı. Ben taştım. 

Otuz beş yaşa 1 ay kala değişik güncellemeler alıyorum. Tüm ilişkilere karşı yeni bir bakış açısı geliştiriyorum. Üstelik bütün bunları nadir zamanlarda çökerek ama o zaman ağlarken bile başım dik ağlayarak yapıyorum. Kalbimin haklılığı içimi ferahlatıyor. 

Türkçe sözlük okuyup, durduk yere yeni kelimeler ve anlamlarını öğrenmeyi çok seviyorum. Bazen bazı kelimelerin anlamlarını yanlış/eksik bildiğimi fark ediyorum. Hepsi, bir zaman hayatıma çok şey katmış ama anlamını yanlış yazdığım veya yaşananlardan sonra anlamları değişmiş insanlar. Kusursuzum demiyorum. Ama iyi bir dost, iyi bir sevgili olduğumdan eminim. En azından bunun için yürekten bi' çabam hep vardı. Ama bu karşımdaki çabasızlık artık kendime olan sevgimi sorgulatıyor. Ve bu asla tartışmaya açık bir konu değil. 

Bir çırpıda geçmeyecek, bunu biliyorum. Ama kimseye dönüp son bir söz söylemek isteyecek kadar da kendimi yormak istemiyorum. Bana bu nezaketsizlik yakışmayacak bunu da iyi biliyorum. Ama öyle derin kırılmışım ki, nezaketim nerede hiç bulamıyorum. Yine de her şeyin geçeceğini bilmek iyi geliyor.

Uzun bi' yıllık izne ayrıldım. Bir süre kabuğumda yasımı tutacağım, kendimi iyileştireceğim.

Ve her şey bittiğinde canım kendimle yine gurur duyacağım.  

Çünkü bi' gün herkes, hepsi, her şey gittiğinde burada sadece ama sadece ben kalacağım.

28 Temmuz 2023

Kumsal.

Bazen içimden içip içip ağlamak geliyor. Kocaman bi sahilim var bunun için. Liseden bu yana her canım sıkıştığında, belki yılda birkaç defa aynı şeyi yapıyorum. Kumsala, dalgaların sıfır noktasına oturup kaç dakika kaç saat ağladığımı bilmeden; bir nevi zaman kavramını da yitirerek ağlıyorum. Bazen oturup kafamı dizlerimin arasına gömerek, bazen ayakta kumların üstünde tepine tepine. 

Kimse karışmıyor ağlama krizime, kimse "Ne oldu? İyi misin?" diye sormuyor. Sorulsun istemediğim bi an zaten. O yüzden bu kumsala ve canım denize kendimi çok akıttım. Ağladım çözdüm, bazen kuma gömdüm; bazen kumla üstümü örttüm. Aramızdaki bu bağ da bundan kesinlikle. İnsan koynunda ağladığı, en güçsüz haliyle utanmadan sığındığı denizle bağını kurar tabii. Sanki bu kadar ağlamayı en iyi o anlarmış gibi. Sanki tüm bu denizleri asırlarca ağlaya ağlaya biz doldurmuşuz gibi. 

Benim cephede son dönemde rüzgar sert esiyor. Sahile dökülmeye korkuyorum. Çünkü dökülürsem yıkılmamdan korkuyorum. Geçen gün Mertle, son dönemim ve olayları karşılama biçimimle ilgili tartışırken aslında çok anlamlı olduğunu düşündüğüm şeyler söyledim. "Bırak bu motivasyon konuşmalarını" dedi. Sonra gerçek bir çöküş yaşamadığım sürece esas dirilişi yaşayamayacağımdan falan bahsetti. Bazı şeyleri bir türlü sonlandıramayışımla ilgili yaptığı epik konuşma biraz gözlerimi doldurdu. "ŞİMDİ DEĞİL TABİİ Kİ MERT" diye bağırdım gözlerimi belertip. Galiba biraz da tam bu andan bahsediyordu. Öyle hazırlıksız yakalandım ki. Haftanın son günü. Cumaya kavuşma şeklimiz bu olmamalıydı belki. 

Pazartesiden cumaya her gün ama her gün nasıl başardığımı bile bilmediğim tempoda metin yazdım ve daha bir sürü şey. Yalnız şu an bi ağlama krizi eşiğinde olimpiyatta içmeye devam ediyorum. Yanımda hiç arveles yok ama olsa da bu baş ağrısının hakkından gelebilir miydi ŞÜPHELİYİM. Afrika'dan gelen çöl sıcaklarına rağmen burası aşırı serin ve rüzgarlı. Artık rüzgarından yağmurun geleceğini anlayacak kadar ezbere biliyorum bu şehrin iklimini. Bugün yine çok ben gibi. Renkleri birbirine uyan aşırı iyi kombiniz. Eminim dalgalar kıyıyı deliler gibi dövüyordur. Belki şimdi benim de o dalgalarla birlikte kendimden taşmam gerekiyordur... Bu hisse ne zaman kapılsam peşinden hastanede yatmamı gerektirecek kadar şiddetli geçirdiğim o atak geliyor. O yüzden sanırım biraz da ihtiyatlı davranıyorum hep koyvermek konusunda. Ama şimdi şubat ayında ricayla psikiyatrıma yazdırdığım yeşil reçeli olduğu ve bağımlılık yaptığı için her doktorun yazmak istemediği canım Ativan'ın sonuncusu cüzdanımda vesikalık resim kısmında son bir tanesinin durduğunu görmek beni biraz iyi hissettiriyor. Cüzdanı açışımla gülüşünle, gözlerinle ve saçlarınla sonucunda şiddetli bir ağlama krizi sonrasında hastanede mucizevi biçimde dakikalar içinde dilimin altına sıkıştıracakları ilaç da bu. Gideyim de denize birakayim kendimi. 

18 Temmuz 2023

Kırıldığım yerden çiçekler açıyor.


Sonsuz bi' sabırla taşların yerine oturmasını bekliyorum. Genelde bazı şeyleri beklemek sıkıcı olabiliyor ama bu defa ne sıkılıyorum ne de kalbimde herhangi bir yük taşıyorum. Takıldığım bi' düşüncenin etrafında dolanıyorum, içimi dinliyorum uzun uzun; hislerim her zaman yolumu aydınlatıyor. Kendimi unuttuğumda da yolumu kaybediyorum. Bence zaten temel sıkıntı bu.

En heyecanlısı da kabuk değiştirdiğimin farkında olmak ve kendimi hem içeriden hem dışarıdan izleyebilmek. Acayip bir kaos ama aynı zamanda delicesine bir güç. Direnmiyorum da, bu dönüşümü tüm benliğimle destekliyor olanları heyecanla ve merakla izliyorum. Bi' devrime şahit olmak gibi. Herkes kendinin militanı olmalı zaten bence. 

Yeni güncellemelerimde insanların aklımı karıştırmasına, kalbimin kırmasına, önceki zamanlarda yaptığı bi' şeye delicesine üzülecekken her şeyi büyük bir metanetle karşılamak gibi enteresan şeyler var. Enteresan diyorum çünkü bunları nasıl öğrendim bilmiyorum. Vahiy de inmedi ama gün içinde bazı şeylerde küçük aydınlanmalar yaşıyorum. Önce küçük taşlar, sonra da büyük taşlar yerlerine oturacak gibi hissediyorum. Kimse beni boşuna üzmemiş, artık bundan net eminim. Kırıldığım her yerden yeni bi' dalım uzuyor, çiçekler açıyor... 

06 Temmuz 2023

Şükran günü.

Kendime 18 dikişli bi' yara gibi davranıyorum. Hiçbir yere çarpmamaya çalışıp, en iyi tentürdiyotları sürüp, en iyi gazlı bezlerle ve bantlarla pansuman yapıyorum. Kimsenin göremediği bi' yerde dikişlerim, o yüzden kimse de sormuyor "Ne oldu?" diye. Ağzımı açıp konuyla ilgili iki kelam etmek istemem zaten. Özenle diktiğim 18 dikişten 7'si falan düşmüş. Hepsi düşecek biliyorum. Bana olanları hatırlatmak için yara izim kalacak içimde. O izi de sarıp sarmalayacağım.

Bir eşiğin önünde olduğumu hissediyorum bir süredir. Bir adım sonrasında farklı bi' bilinçle yaşayacağımı sanmıyorum elbette, böyle şeyler süreçle olur elbet. İşin heyecanlı yanı, bir sürecin sonundaymışım gibi sanki şimdi. Yaşadığım her hissin, öğrendiğim her şeyin beni getirdiği bu kapının önünde sigara içip volta atıyorum birkaç aydır. Böyle söyleyince stresli bi' anmış gibi canlanıyor; ama değil.

Yengeçler büyüyüp kabuklarına sığamadıklarında, daha fazla büyüyebilmek için kabuklarını kırar. Biz insanlara ibretlik hayat dersi. O yengeçlerden birisi de benmişim gibi bir süredir. Kabuğumu inatla ve inatla kırmak için baskı yapıyorum. Çok yorulunca duruyorum, bazen kıramayacağım endişesi yaşıyorum; kalbimin, içimin fena acıdığı anlarda kendime daha sıkı sarılmaktan başka hiçbir şey bilmiyorum. Sonra birden o küçük kabuğa meydan okuyarak ayaklanıyorum. Şairin dediği gibi, içimden bir 'yaşam ordusu' çıkıyor. 

Bütün o düzen takıntıma rağmen evren bana bu defa "Bi' sal artık kendini" diyor. Fena da yapmıyor. "Kötü bir duyguya feda edecek tek bir saatim yok benim" diye büyük büyük konuşurken, tüm o yaşama coşkumla birlikte içimin bi' köşesinde sabit acıyı taşıyorum. Dengede olmayı bu denli gözardı etmeseydim belki bu konuda kendime mahcup olmazdım. O yüzden şimdi o sızıyı her duyduğumda bi' köşede sessizce oturup geçmesini bekliyorum. O sızının daha az sıklıkta gelmesi için de elimden gelen her şeyi yapıyorum. Kendime sımsıkı sarılışım da aslında burada başlıyor. İnan, insan kendisine hiç ama hiç kıyamıyor. (Kendini zerre sevememiş insanlar hariç)

Hayata karışışımın 35. yıldönümüne birkaç ay kala, farklı bi' frekanstan gelen bu bilinci ne zaman tam anlamıyla anlayıp içselleştiririm bilmiyorum ama; sanırım ilk defa bunca koşuşturma, karmaşa ve her şeyin bu denli ayaklanması içten içe hoşuma da gidiyor. Yaşamın bazen tökezlenebilen bir yol, benimse bazen mızıkçı bir yolcu olduğum kabulüyle şöyle bi' bakınca yaşadığım bu harika hayat için şükürler olsun. 

Şimdi, hayatın nasıl akıp gittiğini sakince izlediğim bi' pencere kenarındayım. Onca insan, onca hikaye, onca yol. Geldiğim tüm bu yola bakınca paniğimi, hoyratlığımı, toyluğumu, kendime yetemediğim anları görüyorum; ama asla kızmıyorum. Çünkü şimdi dudağımda yarım bi' gülümsemeyle bu pencere kenarında sakince oturabiliyorsam o anlar sayesinde. O anların her birine şükürler olsun. 

Hayatın olağan akışına direndiğim o günlerden sıyrılıp buraya gelmek elbet kolay olmadı. Ama şu tatlı canımın en güzel yerinde taşıdığım insanlar; ailem, dostlarım, birlikte çalıştığım insanlar, kalbimi şöyle bi' gelip yoklayanlar, kıranlar, kalanlar, gidenler, dönenler... Sevdiğim onca şey; ay doğumu, kumsalda dans, bisikletim, ağaçlı yolum, ojelerim, kırmızı rujlarım, beyaz kelebekler, uçurtmalar, sabah yüzüme çarpan tertemiz hava, cici bebe, spotfy hesabım, çiçekli elbiseler ve ışıl ışıl parladığım her ana da şükürler olsun. 

Ay resmen şükran günü oldu buralar. Kulaklığın da şarjı bitti. Hesabı istedim. Bi' tek yaban mersinli pasta ve kahvenin değil başka bi' hesabı da kapatmaya yürekten karar verdim. :)

02 Temmuz 2023

Çözülmüyorsa, çözülmediğindendir.

Kendime zaman verdim. Bir insanın kendisine zaman vermesi şahane tatlı bi' şey. Aynı "zamanda" kendi elinden tutmak, yaralarına pansuman yapmak, azıcık şımartmak gibi şeyler de var içinde. Canım bir yere gitmek mi istiyor, hoop gidiyorum. Canım bir şey mi içmek istiyor, içiyorum. X bir şeyi yapmak istemiyor muyum? Asssla yapmıyorum. Kimse için keyfimi kaçırmıyorum, keyfim kaçacak gibi hissedersem de kalkıp yok oluyorum. Alışveriş olayını yine abarttım. Uzun bir süredir almayı düşündüğüm bir sürü şeyi aynı anda aldım gitti. En yakın arkdaşım üzüldüğünde neler yapıyorsam aynılarını kendim için de yapıyorum, hatta daha fazlası. (Aslında hepsi olması gerekenler taabii)

Geçenlerde arkadaşım malum konuyu açarak, "Nasılın?" dedi. En sakin halimle, "Psikolojide iki ileri bi adım geri hadidesi var. Öyleyim işte" dedim çok normal bir şeyden bahsediyormuş gibi. "Geçen ay da böyle dedin" dedi. Ay olmuş, yeni fark ettim. 

Bi' şeyi alabildiğine yok saydığınızda o yok olmuyor. Bana bir yüzleşme gerekti bunca zaman, yapamadım. Birinin beni karşısına alıp kandırması mı gerekli acaba "Amcalar çikolata satmıyorlarmış, vazgeç istemekten" diye? Kendimi karşıma almadım hiç bu konuda. Makul anlaşmalar da yapmadım. Bu hissi yok saydımsa da o çok alakasız yerlerde çıkıp "Evet, ben buradayım bak gör şimdi nasıl sızlatıyorum kalbini" deyip durdu. Bütün kitaplarda makalelerde zaman verin kendinize diyor. Hobiyse hobi, sosyallikse sosyallik, tatil, kalabalık, kahkahlar... Sabaha kadar dünyanın en mutlu insanı gibi dans edebilirim ama hiçbir kitapta yazmaz bu kalp sızlamasının nasıl kötü hissettirdiği. 

Sonra araya uzun bir tatil girdi. Dedim, ben hallederim o zaman bu meseleyi. Çok değil, şöyle birkaç saat dökülsem, yaza yaza ağlasam, ağlasam hafiflese; kimseyi de aramasam ama, burada böyle sessiz sakin kendi içimde çözüp hallederim. (Halledemedi)

Hissettiğim şeylerin asla bir parçası değilmişim gibi davranıyorum. Yeni ve saçma bi' oyun gibi. Uzaktan izliyorum kendimi. "Aaah nasıl üzgün" deyip üstüne ben de üzülüyorum, sonra çabuk dikkatim dağılıyor. Ama tepki sadece bu, başka bi' şey yok. Çünkü bu konuda yapmam gerekenleri bilip, üstüne de yapmayı başaramıyorsam kendime uzaklaşıyorum. Tüm bu hisleri yok saymaktaki başarım daha katmerli. Biraz onu övebiliriz bence. 

Bazı şeyler hemen yok olsun, hiç olsun istiyoruz olmuyor. İnsan müthiş bi' irade aslında, ne zaman koyvereceğini ve ne zaman çok güçlü duracağını biraz mecbur öğreniyor. Güzel bi' hayat var önümde diyorsun, bir sürü de güzel şey sıralıyorsun ama gün sonunda yine aynı şeye üzülüyorsun. Çok fenalık geçirten bi' durum değil mi sence de? 

Tüm bunları atlatmanın neresindeyim bilmiyorum. Hissime ket vurdukça neler olduğunu gördük son ayda, eee napayım komple salıp kaldırımlarda oturup ağlayayım mı? Tam olarak içten içe böyle üzülüyorum çünkü. Ama siz benim dans ettiğimi sanıyorsunuz. 

Neyse, 

Çözülmüyorsa, çözülmediğindendir. 

09 Haziran 2023

Dur bakalım çıkıcaz buralardan da.

Bisiklet kazasının üzerinden 16 gün geçmiş, benim gündemim hâlâ bu. Ciddi sıkıldım. Depresyon eşiğinde sıkılmaktan bahsediyorum. 

Kazanın sıcağıyla anlamamış olacağım ki 3-4 gün sonra ağrı dayanılmaz noktaya ulaştı. Bir kendine sorumsuz ben, asla kazadan hemen sonra hastaneye gitmedim. Ufak ağrıyı da geçer diye çok umursamadım, taa ki artık yere basamayana dek. Ofiste sakin sakin çalışırken yanımda oturan Onur'a döndüm, "Ben hastaneye gidiyorum." dedim. Onur özel hastanede çalışan ortak bir arkadaşımızı arayıp randevu işlerini halletti. Birkaç saat içerisinde tomografi makinasında hayatı sorguluyordum. Peşine sağ yanımın ayaktan omuza komple röntgeni. "Yumuşak doku zedelenmesi" deyip bileklik, krem, kas gevşetici ve 1 hafta yatış verdi. Yataktan çalışmaya ve ekibe destek olmaya çalışırken öyle çok da yatamadım. Sık sık bilgisayar başına geçip bi' şeyler yazdım. Bu bir bakıma iyiydi, kafamı bunaltarak da olsa açık tutuyordu. 

En azından bu süreci duygusal yüklerimden kurtulmak ve iletişim bekleyen hadiselere yönelmek için verimli kullanmayı planladım. Çünkü bazen insanlara kapılarınızı açarsınız veya kapatırsınız. Ben de birine ona ne kadar kırgın olduğumu anlatarak bir kapı araladım, hararetli bir tartışmaya ve benim o kapıyla ne yapacağımı bilmememe rağmen kapıyı kapatmama izin vermedi. İçeri girip, kendisi kapattı. Güvenli alanda yalnızca sevgi gerçekleri konuşuldu: "Seni çok özledim!" Ertesi gece bir kapıyla daha hesabım vardı. Yalan yok, bu kapı da kalbimi çok kırmıştı ve ne yapsak birbirimize açılmayacağından artık emindim. Kendine iyi bak'lardan birkaç demet süzüldü. O kapı artık bi' duvardı. 

Ertesi gün çok yakın bi' arkadaşımın doğum gününü kutlayacaktık. Ondan önce de bir sanat atölyesinde açık mikrofon etkinliği vardı. Bacağımdan da izin alıp gitmeye karar verdim. Açık mikrofonda ilk stand-up denememi yaptım ve aşırı eğlendim. Enerjim tazelendi. Çıkıp rock city'e gittiğimizde epeydir görmediğim arkadaşlarım da oradaydı, keyfim katlandı. Bacağımdaki ağrıyı hissetmeyecek kadar çok içtiğim için sanki o kazayı geçiren ben değilmişim gibi dans ettim. Arkadaşlarım sık sık kulağıma eğilip "Bacağına dikkat et!" dese de, tek bacağımın üstünde dans ettiğimi iddia ettim. Ertesi gün ayak bileğimin yeniden şişmesiyle bu iddia çürüdü. Bir gün ofiste bacağım ağrıyor diye mızmızlandıktan sonra bu defa başka bir doktora gittim. Yeniden röntgenler, yeniden 'Buraya basınca acıyo mu?' sorusu. İkinci doktor konunun artık beyin cerrahinin alanına girdiğini söyledi. Ayak bileğinden bele kadar vuran ağrı hayırlı değilmiş, sinirlerle alakalı bir sorun gibi görünüyormuş. Hastane bahçesinde oturup geldiğim noktaya ağladım. İnsanın bazen salak salak şeyler yapıp dağıtmak istemesi normal de, sanırım benimkinin zamanlaması yanlıştı. 

Kendime geldikten sonra beyin cerrahiden randevu ayarladım. Yıllık izne ayrıldım ve günde ortalama 6 kas gevşetici, ağrı kesici içerek uyudum. Şöyle bir bakınca kaza sonrasında hayatımın komple düzeninin değiştiğini görmek beni azıcık tedirgin etse de kaosları fırsata çevirme yeteneğimle dur bakalım çıkıcaz buralardan da. 

23 Mayıs 2023

"Hiçbir şey rastgele değildir"

Spritüalizme dalış yaptığımda kafamda ilk oturan evren kuralı hiçbir şeyin rastgele olmadığıydı. Canım Birhan Keskin de o şiirde üzerine basa basa söyler hatta. "Hiçbir şey rastgele değildir..." Son dönemde yaşadığım her şey bir kere ve bir kere daha kanıtlıyor bunu. Hepsinden ibretimi alıp köşeme çekiliyorum. Genelde felaketlerden kıl payı kurtulmalı bu maceralara her defasında hayata yeniden ve yeniden bağlanıyorum.  

Sonuncusunu bu sabah yaşadım. Günlerdir evrene negatif yaymaktan dengem bozulmuş, azıcık neşem yerine gelir belki diye Padişahım'ı dinliyorum bisikletle azıcık da hızlı giderken. Güzergah aynı, nereden araba çıkar iyi biliyorum ama tam da tehlikeli yere başka arabalar park edildiği için geleni de göremiyorum. Azıcık hızımı düşürüp viraja girdim ama virajdan da benim çıktığım sokağa benden görece yavaş arabayla kafa kafaya geldik. O durdu ben duramadım. Frene sert basınca yerler de ıslak, tekerlek de tutuşu zayıf olunca arka teker sürüklemeye başladı. Yere doğru yan yatınca kendimi bisikletten attım. Bisiklet de iki metre kadar bireysel sürüklemeye devam etti. Muhtemelen bisikletten kendimi atmasaydım, bisikletin altında ben de sürünecektim. Artık yere nerem yaralanırdı bilmiyorum. Son dönemde böyle korktuğum bir an yaşamadım sanırım. Kalbim göğüs kafesimde attı güp güp güp, bir an sandım ki ağzımdan çıkıp gidecek öyle. "HASİKTİR BE" dedim içimden "Bİ DE ŞİMDİ PANİK ATAKLA UĞRAŞ" Adam pencereyi açıp "İyi misiniz?" falan diye sordu. Suçlu olan bendim. Ne diyebilirim ki? Çemkiremem de... Viraja öyle hızlı girilmez kızım çünkü. Bir de 3 ay önce değiştirdiği tekerleklerin yol tutuşunun zayıf olduğunu, yağmurlu havalarda aşırı kaydığını da biliyorsun. Defalarca minik ani frenlerde bile arka teker savrulunca azıcık korktun da, hatta tekerlerinin kaydığını defalarca arkadaşlarına söyledin ama gidip değiştirmedin. 

Ofise gittim ama yüzüm mahkeme duvarı. Ekip bir boklar olduğunu anladı tabii hemen. Bir su içip şoku atlatmaya çalıştım ama olmadı. Tüm günüm de aynı şokta, keyifsizlikte ve negatif halde devam etti. Sonra durduk yere bi' şükür geldi. Ama nasıl bir şükür anlatamam. "Hiçbir şey tesadüf değildir!" dedim yine, bu kez daha da inanarak. Canımın hiç değeri yokmuş gibi savrulup durduğum son günlerde beni omzumda tutup sarsan kazaya neredeyse teşekkür edecektim. 

Son bir şey kaldı. Ondan da tam manasıyla kurulduktan sonra eski enerjimi gelip beni bulacağını, ritmi gittikçe artıracağını ve yine keyifli, mutlu olduğum günlere kavuşacağım. Şimdilik bir deniz kıyısında, kumsala yakın bir masada sıraya koyuyorum her şeyi...

15 Mayıs 2023

Depresyon hırkasıyla ikinci gün.

İki gündür beni sigara yakmaya motive eden iki şey var: İlki, ağlamamak için; ikincisi, ağlıyorsam susmak için. Ama ayıp artık böyle bu kadar çok acıyor muydu? E ama bu çok değişik bi şekillerde ağrıyor, hiç bilmiyorum ki ben bunu. 

Depresyon hırkasıyla ikinci günüm. O kadar ağlamışım ki gözlerim kıpkırmızı ve şiş. Dudaklarım çatladığı için gözyaşı dudaklarıma inince fena acıtıyor tuzlu tuzlu. Bir tur da bu kadar kötü görünmeme ağladım. Üzüntümün boyutunun bu olacağından haberdar değildim. Bu defa da ben gafil avlandım. 

Cansu dün çikolatalı cheescake yemeye çıkardı beni. Bana değerimi hatırlatıcı tokatlar atarak kendime gelmem konusunda baskı yaptı. Arabadan inmeden önce "Gidip, yanıma bir rulo tuvalet kağıdı alıp ağlıycam" dedim. İnerken arkamdan bağırdı, "Tamam bi rulo bitene kadar ağla, daha da ağlama!" 

Akşam da Ecem acil durum müdahaleyi üstlendi. Geri planda da bipolardaşlığımıza dair minnoş bi' sohbet de sürüyordu. O çok başka yerlerden görüp şakkk diye gurumun ne fena incindiğini anladı. "Ben de aynı yerden kırılırdım" dedi. Pamuğa sarıp sarmaladı. Bilimsel fetvasını da vererek bilişsel davranışçı terapi önerdi. Gitti. 

O kadar ağlamamın tek anlamlı yanı ağladıktan sonra çok güzel uyunması. Zaten birkaç saat uyuyacağım, sabah 5'te kurumsal hesaptan tweet atacaktım. İki telefonun da saatini kurdum uyudum. Ama huzursuz uyku böyle, tatlı değil. Kendimi sakinleştirememişim. Uyanış da aynı tatsızlıkta oldu. Hemen tweetimi yazdım. Ancak buranın güneş doğuş saati 05:18'di, tweeti de tam o saatte atmak istedim ama elimde diğer telefon varken saati kaçırdım 05:19'da attım. Bir de buna mı ağlayalım?

Sonra biraz gündeme baktım, uyumaya çalıştım uyuyamadım. 07.30 oldu saat. Dedim, "Kalk kızım oy kullancaz" komutu salisesinde aldım kalktım giyindim. Temiz bahar havası, güneş. Ağlamaya başladım. Ama sebebini tam çözemiyorum, bir tık ürkek yaklaşıyorum kendime. Diyaframdan nefes ala ala kendimi sakinleştirmeye çalıştım, bu defa başardım. Okul evin 100 metre ilerisinde sadece. Kapıda benden önce gelen iki bekçi dışında kimse yoktu ilk önce. Sonra birden doluştular. Koridor tıklım tıklımdı. Bir de dün gece bu ülkenin yarısından fazlası heyecandan uyuyamadı. Sonra sıra bana geldi. Elim titredi kimliği verirken. Pusulayı ve zarfı aldım bir adam şu kabin boş hanımefendi dedi, oraya geçtim. Pusulaları açıp serdim. Kim nerede diye bakarken ağlamaya başladım yeniden. Ağlaya ağlaya bastım mührü.