06 Ağustos 2009

Kafa pası.

Gece olup üzerime bir şey oturunca ve biraz da karamsar bir hava esince fırtınaya çok çabuk kapılıyorum. Sanırım kendimle olan sorunlar en çok şu zamanlarda çılgıncasına atağa geçiyorlar. Gerçek nedir? Gerçekliğin içinde olmak nedir? Bu yalanlar bize ne kadar çok acı verir düşünmekteyim.

Huzursuzluk akıyor aslında buram buram odanın duvarlarından. Ve ben kendim dahil her şeyin üzerine kırmızı bir çizgi çekiyorum. Düşünmemek için çabalarken, aslında ne kadar da düşünen bir zaman içinde kaldığımı görünce sanırım kendime daha fazla kızıyorum. Kendine çok kızmanın bir şey ifade etmeyeceğini çok öncelerden öğrendim, fakat hayatımdaki insanlara kızmaya da kıyamıyorum. Hem ne kadar gerçekler ki? Aylardır kapalı bir odanın içinde, gerçek olmayan ne kadar şey varsa hepsini hayatımın bir köşesine iliştirerek yaşıyorum. Taşıyorum, belki de şimdi taşıyorum kendimden.

Sürekli huzursuz bi' portre çizmek, iki kelam ettiğim her insanın mutlaka huzursuz olması da koyuyor bana. Hele ki biraz biraz değer verdiklerimde görünce aynı şeyleri..Of ne acıdır ki ne kendim için ne de onlar için bir şeyler yapamıyorum. Belki de beni şu yaşam tarzının karşısında bu denli aciz kılan tek şey 'elden bir şey gelmemesi'

Şu sıra insanların beni kırmasına çok fazla müsaade ediyorum, hani belki denizde boğulurken az biraz çırpınır yüzmeye çalışırsın ya ve aslında nafiledir hepsi. Ne kadar çırpınırsan o kadar boşadır aslında, kolunu bacağını yorduğunla kalırsın. Taa ki birisi gelip seni sarana kadar suyun içinde. Boynuna doladığın elleri ile kendini de onu da boğabilme ihtimalin yüksektir. Bu yüzden boğulan kişiye arkadan müdahale etmeli der, can kurtaran bildirgeleri. Korktuğum şey oluyor, bu kez ben çırpınan birisine sarılıyorum kurtarmak için, sanırım biz beraber boğuluyoruz. Nerede boğulduğumuzu bilmeden. Aslında gerçekler gün gibi ortada, kabul edemeyişlerimizse sadece alışkanlıklar. Aslında alışkanlıklar da değil, yalnız kalma korkusu biraz da. Ne acıdır ki sarılan tarafın sadece benim oluşum biraz da fazla yoruyor beni. Sanırım çözülüyorum artık, şu kısma kadar anlattığım şeyler beni bile tatmin etmiş değil.

Kaybetme korkusu?! Şu zamana kadar yoğun biçimde yaşadığım bir şey değildi, aslında bazı şeyleri delicesine umursayan birisi de değildim. Ya da içimden umursayıp dışımdan da umursamıyor havası verip çok da fazla suya sabuna dokunmadan umursamazlıklarımla yaşayıp giderdim. Ama uzun zamandır ilk defa bir şeyi fazlasıyla umursadım. İnsanoğlu garip yaradılışlı bir şeymiş, karşımdakinin gün geçtikçe garipleşmesiyle birlikte bu söylemin aslında ne kadar da gerçek olduğunun farkına vardırıldım. Görünüşte anlatılamayan, dile gelemeyen şeyler var evet. Sanki bir yanımız hep derin bir sırrın içine batık olmak zorunda. ''Susmalıyız'' telkini veriliyor sürekli, ilahi bi' güç tarafından. Genellikle gizemli olmak daha cazip kılar ya karşındakini. Şu durumun bu kadar gizeme ve belirsizliğe bürünmesi artık fazlasıyla canımı sıkmakta. İlk defa bir şeyi, tanıyıp bitirip tüketme hevesindeyim. Aslında tükenmesin de isteğindeyim, hatta kaybetmek korkusunun bir versiyonu da tükenmek üzerinde dolanıyor. Tükenilebilir olmam da cabası. Belki bir hayatın her şeyi olmak istemekle aşırı derecede bencillik yapıyorum, şu zamana kadar olan düşüncelerimin hepsiyle çelişiyorum. Sanırım bir şeyleri terk etmem gerekli. Gidememek de daha acı bir şey. Ya her şey benim anladığım gibi değilse? Bir şeyleri anlamadığım bariz; ama bana artık bir şeyler anlatılmadığı sürece anlayabilecek zamanlarda da değilim. İnce ince anlatılmalı her şey. ''Bak aslında böyle..'' diye başlayarak... Ancak o zaman daha fazla şey yapabilirim. İnsanoğlu garip yaradılışlı demiştik ya hani, benim isteklerim ve anlama çabam da insanoğlunun parelelinde ilerliyor. Ben çok anormal bir şey istemiyorum, artık karşımda o anlatmadan benim her şeyi anlamam gereken birisi olsun istemiyorum.

Zamanlama hatasındayım yine. Sabırla beklerken, kendimden taşmaktan korkuyordum.
Biliyorum..Susmalıyız. 

-Olur.