15 Eylül 2009

''Hepsi Hepsi Hayat Nasıl Olsa''

Gün aymayacak günlükcan. Bayacak, bayacak, bayacak.
Beni takip et, bayacağım tümcelerimle seni de.

Aslına bakarsan dünün bu günden çok fazla bir farkı yok. Eğer ille bir fark bulacaksak, dünden daha huysuzum ve kafam karışık. Sorgulama duvarlarımı zorluyorum yine. Ayrıca yine bildiğin gibi uyku düzeni denilebilecek ve sadece varsayımda olan aslında düzensizlikten ibaret şeyi yıktım geçtim. Şuur kayması dedikleri şey tam anlamıyla budur diye düşünüyorum. Bundan ötesi olmaz. Olsa da bu kadar tepetaklak etmez, edebilemez. Kudreti yetmez. Yetebilemez. Uzatma!

Her doğum günümde olduğum gibi, huysuzum aksiyim, problem insanım, sağa sola öfke saçanım. Yeni diş çıkaran bir bebek gibi, yine bir yılı devirmenin huzursuzluğu bu. Geçen yıldan daha kötü olması da cabası. Aslında, dışarıdan baktığında her şey enfes görünmesi daha fena, damarlarına pollyanna zerk edilmiş ve ruhunun da pollyanna tarafından ele geçirilmiş birisinin fırçalarından sonra kendimde değişen hiçbir şey olmadı. Sadece biraz daha öfkelendim. Eğer yine ille bir fark arıyorsan al sana fark. Zaten günlerdir uyamadığım bölük börçük uykular ve bitemeyen, bitmeyeceğine de artık tüm kalbimle inandığım böbrek ağrılarım yüzünden çekilmez bir gün daha işte.

Güneş'in ve Neptün'nün burcum üzerindeki etkilerini bilemiyorum şu an; ama eğer Neptün'den geldiğini sandığım ters açılar yine beni çileden çıkaracaksa ve Ay'ın konum itibariyle yansıdığı evrelerimden hangi birisini alt üst ediyorsa, lütfen boyut atlatın bana. Son yazdıklarımı tamamen salladım, hiçbir şey anlamıyorum bu gezegen olaylarından. Ama eğer anlıyor olmam bana bir şeyler katacaksa, ters yansımalardan ve Neptün etkilerinden sıyrılabileceğim bir hayat sunulacaksa bana -ki bu hayat kahve ve sigaranın var olduğu herhangi bir gezegende de olabilir- ben öğrenirim her şeyi, kabülümdür! Dün yine elektrik süpürgesini kandıramadım, binip üzerine uçup gidemedim başka bir gezegene. Neymiş, kablosu kısaymış...

Hani tırnağın bir kenarı pürüzlenir, kırılır ve dokunduğun her yere takılır ya. Mutlaka törpülemen gereklidir ya da tahribat çok fazla ise kesmelisin en kökünden. Öyleyim ben şimdi. Bir çok pürüzüm takılıyor sağa sola. Takılıyorum alabildiğine ve verebildiğim kadar öfke veriyorum tüm her şeye. Ne törpülenebiliyorum, ne de kesilebiliyorum kökümden. Her takılışta, kökümden kopup kanama tehlikesi yaşıyorum. Belki de bir tırnağın etten ayrılması söz konusu olacak bende de ve daha çok acıyacağım.

'Gülmek ve ağlamak kardeştir' diye bir önerme vardı, kim bunları kardeş yapmış bilemiyorum ama iyi ki de yapmış. Çünkü ne kadar dibe batacak olursam olayım, bir dengesi oldu bunun hep. Belki de hâlâ aklıma mukayet olabilmem bundandır. Dün gece tam 00:00 dolaylarında, ben tam da hüzün moduma basıp, 'Bir yıl daha gitti, bitti' deyip buruşuk dudaklarla bir şeylere el sallarken, genelde sürekli kapalı olmasına rağmen açık unuttum telefonuma bir kaç mesaj geldi. Böyle dakik insanları seviyorum, gözleri saatte ilk ben kutlayacağım telaşına girdikleri için:) Tam mesajlara odak halindeyken, gelen bir mesaj 'Sykpe'yi aç' :) Gönderen: Pınar. Öpebilirim!:)
Şanssızlık şudur ki, tam 00:00 dolaylarında Msn lanetlendi ve iletiler gidip gelmemeye başladı. Herkesin iletisinde 'Yazdıklarım gitmiyo! Aptal emesen!' tarzı veryansın cümülleri vardı. Koştum gittim, skype'ye. O sırada yine beni Pınar'la birlikte Skype'de bekleyen Cüneyt emesen iletişimsizliğine çare bulup, emesenin resim yapma yerinden bana bir şeyler yazıp acilen skype'ye gelmem için beni tehdit ediyordu. Sonra birbirinden şeker iki insan sesi doğum günümün ilk dakikalarını şenlendirdi. Teletabi olup, sarıp sarmalamak istedim. Her ne kadar, durgunluğum epey bir fark edilip Pınar'cımdan bir güzel fırça yedikten sonra 'Gadalarından alayım' diye bir şarkı eşliğinde geceyi şenlendirdik. Sonrası işte o her zamanki tatlı ve koyu bir muhabbetin en dibine girip, kah kah kahkahalar attık. Zaman zaman duygusal havaların estiği ve nöbetleşe şebekliklerle havayı savuşturduğumuz üf üf üf üflediğimiz keyifli bir doğum günü kutlaması oldu. İnsanın sevildiğini bilmesi güzel de, böyle kendinden başka birilerini kendin gibi fazla fazla sevmesi çok çok daha güzel :) Bence bu 'kader' işini biliyor, gülmek ve ağlamak kardeş.

Doğum günümde henüz aldığım ilk hediye de Cüneyt ve Pınar'dan geldi. Çizimin Cüneyt'e ait olduğu mükemmel bir tablo :p -Dilimin dışarıda olmasına bakmayın, cidden çok beğendim hatta bir süre blogumun bir köşesinde dursun, gözüme çarptığı her an mutlu olayım istiyorum- Özellikle elinde kırmızı uçurtma tutan kızın saçlarının birebir benim saçlarım gibi uzun ve kıvır kıvır olduğu ayrıntısı çok hoştu. Bu zamana kadar aldığım en anlamlı doğum günü hediyesi diyebilirim. Resmi bile bu denli mutlu etmişken, gerçeği kim bilir ne kadar büyük bir mutluluk olurdu. Ama karar verdim, kırmızı bir uçurtmayı hayallemek daha keyifli. Beklemek ve yaşamak için beklemeye değer bir şeylerin olduğunu bilmek...

Kutlu doğum haftası bir hafta boyunca kutlanmayacak elbet, sanki gece 00:00'da balkabağı olacak gibiyim. Peri masalı gibi değil ama bir garip içim. Süpriz yapmayı beceremeyen bir anne-babaya sahip bir evlat olarak kendi pastamın siparişini de kendim verdim ya, ölsem de yiyecek gam bulamayacağım bir yaş olacak benim için..Sanırım yani..Umutluyum..

Veeeee.. Doğum günlerimin kemikleşmiş, hem gücüm hem güçsüzlüğüm, umudum, hayat özetim, dudak titremem, cesaretlenmem ve yenilenmeme neden olan bir şarkı ile bir günlüğün daha sonuna gelirken...Eeee ööö sonuna gelirken? Geldik işte son.



07 Eylül 2009

Duvar kızıl.

Bu odanın dördüncü duvarıyım. Benim üzerime asılıyor, ucu sivri raptiye ile tüm notlar. Hepsinde bilindik serzeniş var. Kendimden geriye, kendimden kalan, kendimi boğan ve kendime destek. Hayır yalan söyledim hepsi ama hepsi köstek.

Uykular var, can almaya meyilli. Ve uykuların da bonusları, kabusları var. Can yakmaya yeminli. Dallanıp budaklanıyoruz olduğumuz yerde, dağlanarak. Bir yakarış tutuluyor geceye, gecenin hiç umurunda değiliz halbuki. İçimden uzunca bir cadde inşa ediliyor, tuğlaları bi' yerlerden çalınıp dizilmeye çalışılmakta. Eksik kalıyorum hep kendime, geç kalıyorum. Biraz daha erken uyanabilirsem eğer, daha iyi nefes alabilirim.

Çıplak ayaklarımla banyo fayansına değdiğimde hissediyorum kendimi, aslına bakarsan banyo paspasının üzerine ölür gibi uzanmak bu sahneyi daha orijinal kılsa da, balkon ağlamaya çok müsait. Çam ağaçlarından huzursuzluk sarkıyor sivri sivri. Ruh denen şey, uçmakta..

Geçenlerde, pencereden bakarken çok garip bir isteğe kapıldım. Uçmak istedim birden, ayaklarım yere basmasın istedim. Kollarımı açıp, kendimi bırakasım geldi öylece boşluğa. Uçarken bi' rüzgar çarpsın suratıma, belki biraz üşürüm, belki adrenalin salgılanır, korkarım. Bir şeyler olmalı, yapmalı. Böyle sabit duruşlar çok can sıkmakta. Sinir ve huzursuzluk nöbetlerinden birisiydi, biraz daha düşünseydim ve aklıma mukayet olamasaydım ramak kalmıştı. Parmak uçlarımda yükselmiştim zaten. 

Dinleyebildiğim en sert şarkıyı dinliyorum, uzun süredir böylesi dişlerimi sıkmamıştım. Sözler veriyorum, sözler alıyorum, sözler dinliyorum, sözler söylüyorum, sözler önemsiyorum, sözler yaralıyor, sözler yakalıyor..Gözlerim çok ağrıyor, ağlayamama ağrısı bu.

Üzerimde bi' lanet var ve ben bundan sıyrılamıyorum.

''Bir ben bulanıyorum kızıla, bir bulanıyor kızıl bana..''

06 Eylül 2009

Kısa böyle bi' şey.

-İki gündür kendimi dışarı atıyorum. Canım çıkana kadar yürüyorum. Yeni bi' yöntem bu.
-Kafam eskisinden daha boş. 'Boş' kavramının içi çok dolu.
-Makyaj yapmaya ayrı, temizlemeye ayrı üşeniyorum.
-'Kırıklarını aldırdım saçlarımın' diye şarkı yazacağım. Teoman'nın şarkısından daha güzel olacak.
-Kuaförlerden nefret ediyorum.
-Artık saçlarıma aşık değilim.
-Pencere açık uyuya kalmak çok acı verici bir şey, boynum çok ağrıyor. Bunun yanı sıra, odama girip üzerimi örten ama pencereyi kapatmayı akıl edemeyen ebeveynlerime selam ederim.
-Algımın seçiciliğinde sadece bebekler var şu sıralar. İlk bakışımda gülümseyişlerine hayranım.   -Yolda yürürken bu kadar aklı beş karış havada olmam iyi bi' şey değil. Bir araba altında kalmam ya da iri cüsseli bir adam tarafından ezilebilmem an meselesi olabilir.
-Bazen içi boşaltılmış bir beden gibiyim.
-Genellikle korkağım şu sıralar. Her şeye aşırı tepki verebiliyorum. Koridorda rastladığım herhangi birisine, 'neden sessiz geliyosun! korkuyorum bee korkuyorumm!'' diye çıkışabiliyorum. Tabii çığlık atıp, irkildikten sonra aklım başıma geldiğinde.
-İlk defa kendi hür irademle resmen alışveriş yaptım.
-Ramazan geldiğinden bu yana 1 tane bile atom yemedim. Şimdi düşününce fark ettim.
-Hava soğuk mu sıcak mı diye düşünce kargaşasına düşmekten bıktım. Bir üşüyorum, bir sıcaklıyorum. İnce giyinsen dert, giyinmesen ayrı bir dert.
-Sürekli kitap aldığım ve oturup 'ne olacak bu memleketin hali' diye saatlerce muhabbet edip çay üzerine çayla keyiflendiğimiz sahaf İsmail Abi dükkanını kapatmış. Zaten her muhabbetin bir köşesine iliştirdiğimiz not vardı; ''Bu millet okumuyor be Üstat..''
-Hayatımdaki insanların mutlu haberleri ile çok fazla mutlu oluyorum. Bugün çok mutlu oldum bir şeye.
-Aklıma yine saçlarım geldi, hüzünlendim.                                                                                            -Özlediğim çok şey var.
-Üzüldüğüm çok şey var.
-Umursamamaya çalıştığım çok şey var.
-Kahve içmeliyim.
-Yaşasın Magnum Duble Çikolata.
-Çok kibar bir hanımefendiyim. Kibar ve nazik olmak gerçekten çok güzel, herkes size çok nazik davranıyor. İnce bir ses tonu ve gülümseyen bir yüzle;

*Merhaba, bir tane West İce alabilir miyim?
**Tabi ki efendim. (gülümseyen bir yüzle)
*Çok teşekkür ederim, iyi akşamlar. Kolay gelsin. (Kolay gelsin demek çok önemlidir bakın)
**Teşekkür ederim, iyi akşamlar.

-Yolda karşılaştığım bir bebeği severken annesi ile göz göze gelip ona gülümsemek ve 'Maşallah' ve türevi şeyler söyledikten sonra annesinin suratınındaki gülümsemeyi görmek çok mükemmel bir şey. Yaşasın hiç tanımadığınız insanlarla gülüşmek. Pozitif yayıyor evrene.

02 Eylül 2009

Eylül.

İç ses: '' Neyin var yine, neyedir bu kırgın halin. Saçlarının dağınıklığından aynaya yansıyan tüm şüphelerin, içi öylesine doldurulmuş düşüncelerin.. Sahi..Neyedir öfken ?''

Nereden gelme bu yorgunuk hissi bilmiyorum, 'hiçbir şey' yapmama hali daha önce beni hiç bu kadar paslandırmamıştı. Birkaç şarkı geçiyor yaşamımdan, ince ince kırılıyorum henüz neye kırıldığımı bile bilemeden. Sonra Cezmi Ersözvari bi' hayatı anlamışlık çöküyor üzerime, biraz yorgun biraz pes etmiş. Henüz 21'ime bile girmiş değilim oysa. Olmak istemediğim kadar küçüğüm, bazen kaldıramayacağım kadar çok büyük.

Adını anmaktan korkutuğum duygularım var, küllüğe serpiştiriyorum, odaya serpiştiriyorum kendimi. Dumansız tüm hava sahalarına inat, yoğun bir duman altılıkta boğuyorum kendimi. Perdeler hep kapalı, pencere yarım açık. Yetmiyor nefeslerimiz, yetmiyor. Ben yetmiyorum nefesime...Durgunluğumdan bayılmış bi' halim var, vallahi bilerek değil. Bilerek yapmıyorum..Çok sorum var benim aslında, çok fazla sorum.

Kafamda bi' hikaye var, kafamda mı aslında bilemiyorum, gerçek de olabilir. Olmayabilir de...Bilemiyorum işte, her neyse. Güzel, çok güzel. Benim saflığım çirkin kalıyor..Gerçek olması için hiç etmediğim kadar dua ediyorum. Kimi zaman çok inanıyorum, kendimden daha fazla inanıyorum bu masala. Bir an, derin düşünmeye başlayınca, bu masal en büyük umutsuzluğum oluyor. Sonra bir düşünce dehlizi ki sorma gitsin, acı bile çektiğim oluyor düşün.

Sonra bi' şarkı geçiyor yaşamımdan, bir düşünce havalanıyor odanın sigara dumanı havasızlığına. Ki çoğu zaman en ince ve en gereksiz düşüncelerimle kendimi yerle bir edişim yine sahnede. Aniden yerle bir oluyoruz. Biz..Biz kimiz?

Bilmeyi istediğim çok şey var, sanıyorum ki kendimden başlamalıyım önce. Ama ruhum için en kritik aya girdik. Eylül aylarını ne kadar sevsem de bir o kadar sancılı geçer benim için. Bir kere, hüzne döner bu şehir. Şarkılar, şiirler ve filmler daha çok kahreder. Ve ben dünyaya gelirim her Eylül ayında..Daha çok sorgulama, daha çok yanlışa batma ya da battığı yanlışları fark edip düzeltme yolundayken bi' kere daha batma. Her defasında 'bata çıka' çok şey öğrendiğini sanıp '88 Eylül'üne geriye dönme. Bomboş levhayım hep.