Evet, doğru uykusuzdum. Uykunun içinde uykusuzluğu yaşıyordum. Belki bir düşünceye takılı kalmasaydım uyuyabilirdim. Saate bakınca sinirlendim, uyumalıydım; çünkü uykusuzdum...
Bir düşünceye takılmaya görsün beyin, bir hayal, belki bir kavuşma sahnesi. Belki de birine bir şey anlatıyorum beni biraz daha fazla anlasın diye. Bir sahneden bir sahneye, üstelik bir öncekini tamamlayamadan. ''Hadiii baştan alıyoruz'' dedikten sonra, yine bir yerde dağılıyor...'Düşünmek' başlı başına bir zaman öldürücü oluyor, zamanın en asabi saniyesi oluyorum bir anda. Geriye kalanlarsa hiç düşünülmemiş sayılıyor. Her başa alış, belki de saatler sürüyor...Geniş bir banda yayılıyor gibi her şey, içinde kaybolduğun bir dehliz gibi. Ne öncesini biliyorsun ne de sonrasını. Tam manasıyla, kendini yarı uykulu düşüncelerin içinde unutmak, uyutmak. Kimi zaman rüyaya dalıp, uyanıp, yine aynı şeyi düşünmek. Rüyanda bile belki de..Bazı rüyalar hatırlanmaz, bilirsin sen de.
Her hareketimin beynimde cümleler haline gelmesi doğru, ağır çekim. Rahatsız edici. Çok fazla şişirilmiş bir botun toplu iğneyle delinmesinden sonra yavaş yavaş hava kaçırması gibi. Bilsen, patlasa belki daha çabuk bitecek içindeki hava. Böyle durgun bir fısıltı hem zaman hem de düşünce kaybı oluyor çokça. Ve his sahibesini oldukça yoruyor, zaman sonra da işkenceye dönüşüyor eylemlerin cümleye vurulma isteği.
Saçlarımı çok sıkı bağlamış olmamın tüm bu hislerle etkisi elbette olamaz, buna bağlamak saçma; ama tokayı zorla da olsa düğümlenmiş saçın içinden çıkarıp salıp, on parmağımı da saçıma daldırıp masaj yapmak biraz iyi geliyor sanki. Parmak uçlarım beynime doyup, sanki düşünceleri kıpırdatıyor. Açlığını kahve içmeye tercih edecek kadar boş vermişim, hatta yeniden uyuyabilme umudu taşımama rağmen daha ayağıma terliklerimi giymeden üzerime hırkamı geçirip mutfağa çıplak ayaklarla dalıp suyu ısıtacak kadar sorumsuzum. Bazen en çok böyle ayılmayı seviyorum. Soğuk yüzeyin, sıpsıcak yataktan çıkmış çıplak ayaklarla beynime şiddetli sinyaller göndermesini. Bayılan birisine tokat atmak gibi, havale geçiren bir çocuğu soğuk küvete sokup ayıltmak gibi.
Odanın havasızlığı mutfaktan çıplak ayaklarımla dönünce ayaklarıma çarpıyor önce. Pencereyi açıp önünde biraz durmak hiç bu kadar iyi gelmeyecek. Zaten bilirim ki, soğuk hava daha çabuk dolar odaya. Havanın kar soğuğu tadında olması ve dün geceki rüzgarın da kendinden vazgeçmemiş olması şaşırtıcı değil; ama kahve sıcak...Saat 04:32!
Bu hissi biliyorum, durgun ama çoşmaya hazırlanan bi' su gibi, damacanadan şişeye su doldururken basıncı çok verince şişeden taşacak su gibi, içildiğinde direkt mideye soğuk soğuk gidip içi gıcıklayacak su gibi...Üzerine benzin serilmiş, yanmaya müsait su gibi. Uçak kazası gibi, durgunluğa isyan edip avaz avaz bağıracak cesareti bulamayıp, içten dağılan onca cümlelerin sonuna gereksiz bir sürü ünlem döşemek gibi!!!
Kendimden rahatsız oluyorum bazen. Bazenlerden biri işte. Felaket zamanı sessizliğimden, fırtına önceleri dinginliğimden. Her şeyi biliyormuşum, her şeyi anlamışım ve kahretsin ki her şeyi kabullenmişim duruşumdan. Oysa dünya, her gün her saniye kendine şaşırtacak şeyler bırakmalıydı bende. Oysa ben, bu kadar anlamışlık içinde kendime 'hayret' edecek yeni şeyler görmeliydim. Felsefe de buydu zaten 'Hayret etme' dürtüsü. Tüm rahatsızlığım, bu kadar tepkisiz oluşum. Kapı açılsa, hiç tanımadığım garip giyimli biri gelip bana sille tokat gireşek olsa sanki o gittikten sonra hiçbir şey olmamış gibi kahvemin son soğuk yudumunu içip, bardağı sessizce yerine koymak için insanüstü bir çaba harcayacağım. Saçımı düzeltip, şarkıyı değiştireceğim.
Uykusuzdum, oysa uyumaya çok ihtiyacım vardı. Uyandım, aklımda bir sürü düşünce vardı. Karnım açtı ve kahve içmeliydim. Belki biraz ağlamalıydım, canımın gerçekten acımasını hissetmem lazımdı, bünyeyi diri tutan bir şeydi bu. En çok bunu biliyordum; ama uykusuzdum. Düşündüklerimi ve düşünemediklerimi paketleyip, pulsuz adressiz nereye gideceğini bilmeden yollamalıydım. İnsanlığa armağan olmalıydı çelişkilerim.
Saçlarımı saldım, çorap giymedim, aynaya bakmadım, yaklaşık 1 litre su içtim, Nazan Öncel dinledim, hiç ağlamadım, dişimi sıkmadım, bir parça huzur bulamadım, çok düşündüm. Uyumalıyım.