Sanırım koca bir günü bu soruyu kendime mütemadiyen sorarak geçirdim. ''Neyi umar neyi bulur insan?''
Hayatın döngüsünde sürekli bi' şeyleri ummakla geçiyor zaman. Ummaktan kastım tamamen aramak, sahip olmayı istemek, beklenti içinde olmak. Kaldı ki 'Beklenti' dediğimiz şey gerçekten insanı her zaman zor duruma düşüren bir şey. Hep bir beklenti, hep hep hep. Bulamayınca da sonu hep kalp kırıklıkları olur. Peki beklentisiz bir dünya düşünülür mü? Tabii ki hayır, koca bir ömür bir şeyleri bekleyerek, beklediklerinin bazılarını bularak, bir şeyleri beklerken tesadüfen başka bir şeylere sahip olup, onlarla yetinmekle geçer. Geçer mi yoksa geçer gibi mi yapar orası çok alengirli bir muallak.
En çok neyi umar insan? İyi bir iş? İyi bir okul? Çok para? Kariyer? vs vs vs.. Bunlar bir şekilde elde edilebilen şeyler, edilmese bile yukarıda dediğim gibi 'birazcığı' da olsa makul kabul edilen. Benim aklımı kurcalayıp, içimi biraz da kıran şey daha manevi. Sevgi, anlayış, huzur, değer verme ve tüm ilişkili şeyler.
Manevi ve maddi şeylerin beklentilerinin dile getirilişi de farklı zannımca. İnsan gidip bir patrona ''Şu kadar maaşla iş istiyorum'' diyebiliyor ama, birisine gidip ''Beni şöyle sevmeni istiyorum'' diyemiyor. İşte tam da burada söyleyemediklerimizin verdiği o his oluşuyor ki bunu betimlemek oldukça zor, ''burada yaşanmışı var'' deyip burayı boş bırakıyorum. Sonra söylenemeyenler birikince bambaşka bir şey çıkıyor ortaya. Koca bir ilişki boyunca karşınızdakine neyi istediğinizi söyleyemediğinizi fark ediyorsunuz. Sonra sanki o ilişki içinde siz hiç yokmuşsunuz gibi de hissedebilirsiniz. Bu zamana kadar bulduklarınız da tesadüfen yaşayıp 'eyvallah' dedikleriniz oluyor. Sonrasını söyleyeyim mi? Kocaman bir kalp kırıklığı!
''Neden söyleyemiyor insan'' sorusunu kendime sorup, kendime kızmak istemiyorum. Bu söyleyemeyiş sebepleri o kadar karışık ki, bir maddeyi saymaya başlaşam birbiriyle iniltili onlarca abuk madde çıkar ortaya ki beynimde bütünleyememişken zor.
Sonrası..Asabiyet! Evet evet, istediğini alamayınca hırçınlaşıyor insan. Üstelik ne kadar garip değil mi? Hem söyleyemeyen hem alamayan üstüne üstlük elinden oyuncağı alınmış çocuk gibi mızmızlanan da biziz. Dilin ucuna ucuna geliyor tüm cümleler, hırsından insanın. Karşıdakini yaralama amaçlı değil, savaşa gider gibi değil, ister istemez sert oluyor o an söylenenler. Sonra dişimizi sıkıyoruz ama; dişlerin arasından kaçmayı başarmış sözler daha da ağır. Bencillik fark edilmeden ortaya çıkıp etrafı darmaduman eden başkahraman oluyor. Akabininde bir kırgınlık. Her yapacak bir şey bulamayınca kırılıyor insan... Gelip gönlü alınsın diye beklerken, yine alınmayınca kırılan parçalar bir kere, bir kere daha....Sonrası kısır döngü. Beklenti içinde olmak, alamamak, söyleyememek, kırılmak, hırslanmak, bir daha kırılmak, yine beklenti içine düşmek, sonra yine kırılmak, söyleyememek, beklenti, kırılmak, beklenti, söyleyememek, kırılmak, hırslanmak, beklenti, kırılmak...