30 Ocak 2010

Yamalanmış ruhu fark etmek.

Biliyorum, daha önce hiç o kadar derin çekilmemişti o sigara ve eskiden hiç o pencerenin önünde bu kadar sarsmamıştı soğuk bir rüzgar boynunu. Trafosu çökmüştü sanki evrenin, kardan ya da hüzünden buz kesilmişti kablolar ve bir intihar için bile yeterli olacak kadar dayanıklı değildi hiçbirisi. Ruhuna dikiliyordu özenle tüm kahırlı düşünceler ve sen sadece durabiliyordun sabit bir biçimde. Dönmüyordu dünya; ama dönüyordu başın...Şakaklarından iğneler geçiyor ve sen yine kanamıyordun. Kanayamıyordun bu soğukta, buz kesmişti ruhunu....

Tırnakların beynine doluyordu, doyuyordu bir şeyi düşünmeye çalışırken. Parmak uçlarınla hareketlendirecektin sanki hepsini ve bir bir çözülecekti. Bir harita belirecekti, üzerinde küçük ayak izleri ve sanki kendine kavuşacaktın o yolun sonunda..İnandın mı buna? Bu kadar aptal olma! Kapat şu pencereyi, perdeler çok üşüdü...

Biri olsun istedin şimdi yanında. Tam da şimdi ama, sonra değil, daha sonra değil, başka bir sonra hiç değil. Önceden de istememiştin belki bu kadar çok. Sarılıp, üzerindeki tüm yalnızlığı bulaştırmak istedin o'na. Kirli bir leke gibi; fakat sürdükçe ona azalan bir leke, temizlenen bir leke. Sen o'na sarıldıkça azaltacaktı yalnızlığını ve sen daha çok nefes alabilecektin...Eğer o da lekeliyse senin gibi yalnızlığından, fark etmezdi senin için. İki yalnızlıktan ortak temiz bir yalnızlık çıkarabilirdiniz ve aslında 'yalnızlık' olmazdı o artık. İstedin ama yine olmadı değil mi? Zaten önemli olan da birine ihtiyacın olduğunda sığınmak değildi, sadece sen onu istedin diye yanında olmaktı. Öteki türlü kendi başına bir gün alıp başını yürüyemezdin. Ne kadar bağımlıysan ve üzerindeki yalnızlığı birisine bulaştırarak yaşamaya alıştıysan o kadar acizdin kendine. Her şeye aciz kal; ama kendine asla..Aynada yüzüne bakmaya yüzün olsun, gece yatağına girdiğinde kendine sarılıp ısınmaya...Çünkü bilirsin, hani söyler ya hep ''Eninde sonunda kendine kalıyor insan'' Kaç defa daha bi' kendine kalışın sonunda öğreneceksin bunu?

Görebiliyorum, yoruldun. Göz kapaklarının üzerinden düşünce filoları geçiyor ve ağır bir bombarduman altındasın. Siperlerinin hepsi bir gözyaşı seliyle yıkıldı, saklanacağın tek yerin yorganın altı. Kafanı yorgana gömdüğünde de hala kendindesin oysa, bi' devekuşu olmayı ne kadar isterdin kim bilir? Daha fazla ne kadar böyle sabit durabilirsin merak ediyorum, gözlerin karanlığa alıştıkça bütün aydınlıklara yabancılaşıyorsun farkında mısın? Bi' gün o yorganın altında nefes alamayacak olmandan korkuyorum. Ama senin çok umurunda mı?

Hissediyorum, kalbin kırık. Bi' an gelip beynin bu kırgınlıktan sağa sola saçılacak diye ödün kopuyor. Bu kez, kaldıramayacağın bir acı gibi...Her kırıldığında, eskisinden daha çok kırıldığını zannediyorsun. Ama bunu da unutacaksın ve sonraki kırıldığında yine sanki bu kez daha çok kırılmış gibi gelecek sana. Eskisini tamir edeceksin/edecekler/kandıracaklar/gözünü boyayacaklar/ aklını çelecekler ve sen bir kısır döngünün yarı çapı olacaksın. Geri kalan çap, olaylar, insanlar değişecek. Değişmeyen tek şey kalbin kırıkken içindeki o sızlama olacak...Bunları biliyor olman seni ne daha çok mutlu edecek ne de daha az üzecek.

Canımı yakıyorsun. Yanaklarım yanıyor gözyaşının tuzundan...Ruhunu çamaşır ipine asıp kurumaya bırakıyorum, ne çok ağlamışsın ve ne çok ağırlaşmış ıslaklığından. Neler yamaladın tüm bu ruhuna böyle? Biraz aşk, biraz şefkat, çokça eskimiş huzur ha? Eski bunların hepsi! Çer-çöp, oradan buradan toplanmış. Eksik, eski, eksiltilmiş...Tamah ettiklerinin hepsi başka bi' hayatın kıyısından köşesinden kaçırıp üzerine dikmeye çalıştıkların. Fakir, yetmeyen...İşte şimdi canımı daha çok yaktın..İşte şimdi ilk defa başkası için değil, senin için ağlıyorum kendim.