19 Mart 2010

Aşk ciddi bi hastalıktı.

Aşk ciddi bir hastalıktı.

Başlangıcından, yaşanma sürecine, sona erişine, atlatılma maceralarına kadar kocaman illet bir hastalık. Ki bazen aklı eksik kalıyordu insanın sorgulama sürecinde. Güçlü görünmeye çalışılan uzunca saatlerden sonra bi' nokta kalıyordu; yıkılış!

İlk insan nasıl aşık olmuştu? İlk insan sevdiğini nasıl söylemişti bilmiyorum ama, aşk dünyaya salınmış en tehlikeli silahtı. Nükleer güçleri bile kıskandıracak büyüklükte bir silah. Kızılderililerin Amerika'dan intikam almak için tütünü/sigarayı bulup kıtaya yayıp onların başına 'sigara bağımlılığını' salmalarından da beter bi' şeydi. Hiçbir insan evladı, bir diğerini böyle derinden sarsamıyordu asla ve hiçbir insan evladı böylesi bir duygusal etkiye parçalanmıyordu. Aşk yıkıcıydı, akıl oynatan şiddetlerde her gece darmaduman ediyordu. Hiçbir rihter ölçeği tam rakamlara ulaşamıyordu, her gece o curcunada milyar tane beyin hücresi ölüyordu üzülmekten. Felaket bölgesi ilan ediliyordu kalp, etrafına kırmızı şeritler çekiliyordu. Kocaman 'Girilmez' tabelaları asılıyordu dört bir yana.

Amaçsızca sorgulanıyordu her bir duygu, aşkı hatırlatacak en ufak bir şey, bir kelime, bir söz, bir ses, bir şarkı her şeyden uzak kalası geliyordu insanın. Kalıyordu da belki, dağıtarak. Dağıtmak? Nereye kadar. Bir yanı toparlayacakken bir yanı dağıtmak insan doğasının bir numaralı kuralı oluyordu. Orayı toplarken yine aşktan yıkılıyordu insan.

Konuşmadan geçirilen uzunca saatleri vardı. Belki de bir şey düşünmeden, kalbinin ortasına kocaman bir düğüm atılıyor. Hiç olmadığın kadar çaresizce bekliyorsun, bekliyorsun ama neyi? Bekliyorsun ama ne olacak ki bunun sonu? Bi' son olmalı elbet ama değil mi? Gitmeyecek yani hep böyle. Aynı kısır döngünün kısırı sen olmayacaksın ama değil mi?! 'Geçecek' deniliyor sana her dertleşme seansında. 'Geçmiyor' diyorsun, inanmıyorlar. 'Geçecek' diye diretenlere kızıyorsun belki, içinde değiller ki neyi ne kadar bilirler ki? Sinek sesinin uçak sesi gibi etki ettiği saatlerde, Ariel kokan yorganı ısırıyorsun sesin duyulmasın diye ağlarken. Bi' an boşluktan bırakıyorsun kendini, düşüyor gibi ki uzatabileceğin bir elin bile yok, elin olsa elini uzatacağın insan yok....

Bazı bazı hayret ediyorsun kendine, 'Nasıl bu denli güçsüz olabilirim' diye hatta almıyor aklın bi' son gelsin istiyorsun. Peki yarın seni unutacağım, diye aptal bir şeyler dökülecek içinden. Güleceksin. Salak olmayı çok iyi becerdiğin için güleceksin. Sonra daha çok güleceksin; ama keyiften değil.

İsmi geçecek her gün, her yerde. Engel olamayacaksın. Belki bir büfe adıdır ismi, her gün girip sigara aldığın. Acıya bağışıklık kazanmak gibi bir seçeneğin yok, o ismi her gördüğünde yine sarsılacaksın. Bi' zaman sonra, bu sarsılışların sıklığına alışacaksın.

En kötüsü...Belki o'na biraz kızabilsen, öfkelensen hatta nefret etsen çok kolay olacak senin için. Ama yapamayacaksın. Hâlâ aklına geldiğinde gülümsemesi için coşacak, ellerin heyecandan titreyecek ve nefes alamayacaksın. Olur ya, öyle kendinden geçmiş bi' halde sesi çınlasa kulaklarında yastığı kafana gömüp ağlayacaksın. Çözümü yok, nereye gittiğini bilmeden bununla yaşayacaksın. Nereye kadar olduğunu da bilmeden...Öyle gelişine yaşayacaksın.

''Karnım acıktı..'' dedim Anneme,
''Mercimek yaptım'' dedi,
Ağladım...