14 Mart 2010

İç ses ve böyle akla takılan bi' şarkı.

İç sesim haddini aşıyordu. Üstelik saat de 06:02'ydi.

Sürekli bi' fısıltı vardı içimde, bana sürekli ne yapmam gerektiğini söylüyordu ve ben sinirleniyordum. Aslında şu sıralar sinirlenmek için çok fazla bi' bahane aramama gerek yoktu. Duyduğu her sese -hatta müziğe bile- tahammül edemeyen halim vardı, buna rağmen uyandığımdan beri hâlâ aynı şarkı çalıyordu sessizce. Şarkıyı başa alma işi otomatikleşmişti, şuursuz bi' eyleme dönüşmüştü.

Bugün normalüstü sayıda telefonum çaldı. Konuşmaya ve insanlara bir şeyler anlatmaya halim yoktu. Açmadım. Utanmadım da bundan. Utandığım bir şey varsa o da artık Göksel'in Depresyondayım şarkısının klibini çekiyormuş gibi yaşamamdı. Klibini geçtim, şarkıyı yaşıyordum. Artık şu depresyon kelimesinden bile iğreniyordum. Bu kadar çok ayağa düşmesindendir ki, böyle basit bir şey değil benimki. Yani gidip bir doktora alıp antidepresanları hatırı sayılır derecede mal olup da aşılabilecek bi' şey degil. 'Değil' diyorum ama ne olduğunu ben de bilmiyordum.

Keyifsiz olduğumu saçlarımı sımsıkı toplamamdan anlayacak kadar iyi bi' arkadaşım vardı. Telefonda 'Hadi gel bize çekirdek de getir' dediğimde geliyordu, yatağımın üzerine çarşaf gibi gazeteyi serip sokakta yiyormuşcasına çekirdek kabuklarını savurarak bilmemkaç saat psikopatça çekirdek yemeye vurabiliyordum kendimi. Öyle hırsla yerken, onu dinliyordum. Konuşmuyordum.. Bazen dinleyemiyordum bile, hırsla çekirdeğimi yerken. Paketteki çekirdek bitince dudaklarım acıyordu, kollarım acıyordu dayak yemiş gibi oluyordum. Çizdiğim bu umutsuz tabloya dışardan bakıyordum: Çekirdek, pijama, toplanmış saçlar, alakasız saatte yenilen orta boy pizza, konuşunca ağlarmış gibi titreyen ve kesinlikle bana ait olmayan bi' ses tonu. Ya cidden grip oluyordum ondandı bu nazım cazım herkese ve her şeye ya da tek bi' ihtimal daha vardı: bugün daha çok batmıştım. İç sesim hala bir şeyleri nasıl yapacağımı anlatıyordu ve inatla ciddiye almıyordum, yorulmuştum. Dinlemekten onu sürekli.

Uyumak dedim...Evet uyumak, en güzel bir şeydir. Candır, canandır. Kitap okurken uyuyakalmak daha iyidir, daha süperdir ve elbette daha candır dedim. Yatağa girdiğim gibi uyuyakaldım, yarım saat sonra uyandım. Sanki 8 saat uyumuş gibi dinçtim. Bundan nefret ediyordum işte. O uyanış ki, buhranlara uyanıştı benim için. Hele ki susadıysam ve gidip su içmek zorundaysam hepten ayılıp bir daha uyumamacasına kendimi bırakıyordum iç sesime, o da beyin kıvrımlarıma işkence ediyordu büyük bir hazla.

Bir daha uyuyamayacağıma emin olduğumdan, oturup ders çalışayım dedim. Onu da tutturamadım. Gördüğüm her kelime, şık, tablo, işlem mutlaka bir şey çağrıştırıyordu ve boşuna gözümü yoruyordum. Şu anda çalışmak, hiç çalışmamaktan iyidir dedim. Sanki çok süper bi' şey demişim gibi kendimi tebrik ettim.

Bir ara, hiçbir şeyi ciddiye almadım. Çok garip bi' andı. Gün içinde ilk defa kendimi bu kadar rahat hissettim. 'Ne olcaksa olsun yaaa' dedim, sonra sinirlendim her şeye. İç sesim yine başladı, ''Ne diyosun yaa! Nee!? Yüzüme konuş, ha dinliyorum söyle?'' diye çıkıştım, sustu. Oysa en çok o anda konuşmaya başlaması gerekirdi, çünkü bildiğin tam boşverdim kafasına ulaşmıştım ki o da çok uzun sürmedi. Boşunaydı yani, yine bi' protokol ciddiyeti çöktü hayatıma. Hâlâ aynı şarkı çalıyordu, artık o da sinir bozmaya başlamıştı.

Hava aydınlandı sonra. Kahve yoktu. Bonus olarak dişim ağrımaya başlamıştı. Kollarım ağrıyordu, canım acıyordu, her şeyi her şeye rağmen yine çok ciddiye alıyordum. Yorganı kafama çekip, beynimi durdurmaya çalışırken uyuyakaldım.