Sevgili Okurcan ve Okurgül;
Artık sana seslenmeye, seni umursamaya karar verdim. Varolduğunu biliyorum orada bi' yerdesin, o kadar zamandır gelip gidip yazıyorum kendi kendime, belki sen de geliyorsun sık sık okuyorsun hiçbir anlam veremeden. Artık belli bi' hukukumuz da oldu. Aklımın içinde ne varsa hepsini şuraya buraya serpiştirdiğimden benden bi' farkın yok artık. Ondandır ilk defa da sana hitap ediyorum: N'aber?
Yorum bırakıp bırakmaman önemli değil, esasen genelde kişisel şeyler olduğundan blogta neye yorum yapacağını sen de şaşırıyorsun, anlıyorum. Üzülmüyorum, kırılmıyorum. Hatta olur ya ters bi' şey dersin moralim bozulur, kavga çıkar o sebeple sen hiç yorum falan da bırakma tamam mı? Burada yemin billah bir ironi yoktur.
Sana bugün çok önemli bir şeyden bahsedeceğim. Benim için acı bi' hayat tecrübesi. Belki aranızda mutlaka edinmiş okurcanlar vardır. Canlarımbenimyea. İstedim ki öğrenmeyenler de öğrensin, yeri gelirse -ki gelmemesini temenni ederim- bu durum karşısında yapılacak bi' şey olmadığını kabullensin. Neyi mi? Alt paragrafta anlatmaya çalışacağım canım. Bence bu olay için düzinelerce paragraf başı yapılabilir.
Sana bugün ayağımızın küçük parmağından bahsedeceğim. Hani şu minicik olan parmak, sevimli mi sevimli. Aynı şekilde çilekeş mi çilekeş. Neden çilekeş? Çünkü kendisi sürekli kapı köşelerine, sehpa bacaklarına ve bilumum yerlere çarparak insan vücudu üzerine anlatılmaz derecede bi' acı bırakıyor ya. Ha işte o acıdan bahsedeceğim. Lakin bu kez durum daha acınası, ne kapıya ne de koltuğa çarpılmış bir parmaktan bahsediyorum. Gayet uyurken, yorganın üzerimde dönmesinin ardından ayağımla uzun kısmını çevirmeye çalışırken, aynı zamanda da yorganı üzerime tam koordinatlarıyla yerleştirmeye çalışırken dellenmemden sonra yaptığım ani ve sinir dolu ataktan sonra yorganın küçük parmağın arasına girmesiyle akabininde gelen 'cıtıırrttt' sesi ve bünyeme yayılan acıyı betimlemek namümkün. İşbu olaydan sonra parmak ciddi bi' hızla şişmeye başladı ve yorgan her dokunduğunda acayip acıdı. Yüreğim hopluyor böyle acıdan. Kalkıp buz koyayım dedim, yürüyebilmem mümkün değil. Oturdum sinirden ağladım. ''Ben salak mıyım uyurken kendimi sakatlıyorum!!!!111'', diye. Ki sabaha karşı 5 sularıydı. Henüz yatalı 3,5 saat olmuş uykunun en tatlı yerinde acıyla uyanma halinin en kötüsünü yaşıyorum; susamışım, yürüyemiyorum, salağa bağlanmış ağlıyorum. Zaten gece eve bi' hayli kötü geldiğimden, başım çatlıyor. Ayağımı yorgandan çıkarıp öyle uyudum. Çünkü çok uykum vardı. Kırılmış olsa o acıdan duramazdım di mi, ayrıca yorganla parmak mı kırılır be? Ne saçmayım.
Kalktığımda yine yürüyemiyordum. Yatağın içinde diğer sağlam parmağımla o parmağımı yanyana getirip aradaki farkı görmeye çalıştım. Yok böyle bi' şişkinlik. Daha çok şişmiş, nerdeyse -abartmıyorum inan- baş parmağımın boyutuna gelmiş. Ki gözünde küçük parmağın küçüklüğünü ve büyük parmağın büyüklüğünü canlandırıyorsan şimdi, ne dediğimi anlayacaksın. Şimdi kıssadan hisseye geliyoruz ki: küçük parmağına sahip çık. Çok acıyor, öyle böyle değil. Yürüyemiyorum diyorum, yalan söylemiyorum. Ve gittikçe de şişiyor bu.
Küçük parmaklar kırılmasın :(
Eğer sağlam bi' küçük parmağa sahipsen, sev onu!
Sev, anlıyor musun?
Öperim.