15 Mayıs 2010

Sokağın sesi.

Dışarıda nefis bir hava lakin Karadeniz'e pek güvenilmez. O'nun yapmayı en çok sevdiği şeydir, birkaç gün çok sıcak geçen havanın ardından akşam üzeri yarım saat içinde kendisini kapatmak ve 1 saat öncesinin havasını şaşırtacak derecede yağmurlanmak. O sebeple kararsızdım dışarı çıkmak veya çıkmamak konusunda; 'Şeker değilim ya erimem' dedim çıktım. Her zamanki gibi, mp3 çalarımı kulağıma takıp, müziğe kaptırdım kendimi. Ki hep yürürken müzik dinlersem gideceğim mesafe daha çok kısalıyor gibi. Hatta artık kendi içimde gidilecek mesafeleri ''İki şarkılık mesafe, altı şarkılık mesafe'' diye ayarlar olduğumu fark ettim geçenlerde. Yolda dinlenilecek müzik klasörüm bile var mesela, en çok 110 dinlemek enfes oluyor yolda giderken. Adımlarımın hızı, köşeleri dönerken kavislenişim hepsi müziğe odaklı. ''Bir yol var, yürümem gerek...'' derken 110 bir şarkısında sanki yürümenin hakkını veriyormuşum gibi gelir, hatta bazen sırf o şarkının klibini çektiğimi hissedip kendi kendime rol yaptığım olur. Acayip de eğlencelidir o anlar mesela, kafanın içinde sürekli klip kurgulamak. Kim bilir kaç klipte oynamışımdır, kim bilir kaç kişi haberi olmadan benim klibimde oyuncu olmuştur.

Bugün yürürken şarjım bitti. Üstelik evin rotasını aşmış, evden de epeeey uzaklaşmıştım yani nereden baksan 10-12 şarkılık mesafe vardı. Müziksiz yürümeye başladım; ama garip bir şey vardı. Bir boşluk ama; boşluk gibi de değil. Hoş ve tatlı gelen bir boşluktu. Bir yerde asılı kalmışım da, aslında o asılı kaldığım yerden çok fena keyif alıyormuşum gibiydi. Yürüdüğüm cadde oldukça kalabalıktı. İnsan sesleri, topuk sesleri, çocuk sesleri, sokak müziği yapan grubun içindeki yan flüt sesi...''Bir dakika yahu??'' dedim, bunu derken resmen bir sokağın köşesinde durup etrafıma baktım. Hatta bakıp bir şeyler görmekten öte, etrafımı duydum. Bilmediğim bir yere fırlatılmış gibi işitsel bir şaşkınlık yaşıyordum. Önce bu şaşkınlığı üzerimden atmam gerekti, büfeye girdim su aldım. Tam orada hâlâ durup suyumu içerken, yandaki dondurmacının önünde annesinden ağlayarak dondurma isteyen çocuğu duydum. Ardından annesinin de onu sakinleştirmek için ''Akşam olduğu için dondurma satmıyorlarmış kızım amcalar'' diye kandırışını da. Buna inanan çocuğun annesine dönüp ''Başka amcalar satmazlar mı?'' demesinden sonra kikikikiki diye güldüğümü farkettim. Tam bu gülme hissini atlatamadan, önümden geçip giden berduş tipli bir adamın kendi kendine konuşmasının ardından gülmeye başlamasını ve kahkahasını duydum. O geçip gittikten sonra O'ndan bir farkım yoktu, çünkü ben de kahkaha atıyordum berduş görünmememe rağmen.

Yalnız yürüdüğümde müziğim olur, arkadaşlarımla yürüdüğümde de mutlaka yolda giderken bir şeylerden konuşuyor oluruz. Yani bugün şaşkınlıkla seslerini duyduğum o kalabalık insan grubunun içinden birisi de ben olurum. Yine her şekilde bugün duyup şaşırdığım sesleri algılayışım zayıf olur. Belki sokağın sesine alışkın insanlar için sadece bir 'ses'tir yanından geçerken yanımdakine bir şey söyleyip onun kulağına giden kısımlar. Ama bugün benim kulağıma gelen her ses bir şeyleri fark edişti; sokağın sesini tamamen unuttuğumu farketmekti. Kendi dokusunun içinde olan her sesin; kornasıdır, topuk sesidir, kadın kahkahasıdır, kalın erkek sesidir, genç ergen kızların cilveli gülüşleridir, hepsinin kendi içinde acayip bir şekilde iç içe geçmiş ve bütünleşmiş olduğunu farkettim. İşporta tezgahında satılan oyuncaklardan birisinin dans ederken Spice Girls'ün Wannabe şarkısı çalıyor olması ve benim ortaokul yıllarında o şarkıyla beraber 5 kız arkadaşımla aynı Spice Girls kızları gibi dans etmeye çalıştığımız ama beceremeyişlerimizi, yine de çok eğlendiğimizi hatırlatmak ve yine gülümsetmek gibi hoş süprizleri varmış sokak sesinin. Kasabın önünden annesiyle geçen küçük bir çocuğun, şaşkınlık ve sevinçli bir ses tonuyla ''Anneee! Baaak ineeekkk'' deyip aniden güldürmesi de ayrıca komikmiş. Yaza yaza bitiremeyeceğim birçok hoş ayrıntısıyla beraber hoş süprizlermiş bunlar.

Düşündüm tabii biraz bunun üstünde 'Neden?' diye, tabii ki yine teknolojinin bizi yalnızlaştırması vardı sebeplerin başında... Günden güne daha yalnız, daha duyarsız, etrafından daha çok bihaber nesil olacaktık. Sırf bu sebeplerden dolayı daha da mutsuz olacaktık üstelik. Her yeni teknolojik aletin cazibesine vurulup her gün daha çok uzaklaşacağız içinde teknoloji olmadan da keyif alınabilecek her şeyden. Daha çok diyorum, daha çok! Artık bayramlaşmalar ve doğum günü kutlamaları bile maille, smsle, facebooklayken her gün biraz daha çok... Hayatı kolaylaştırdığı gibi hayatın kısırlaştırmasını izleyeceğiz teknolojinin. Hem seveceğiz hem de ara ara kızacağız ona. Hatta bazen öyle çok seveceğiz ki, en basitinden sokağın sesini duymayı unuttuğumuzu anlamayacak kadar çok seveceğiz...Ancak benim bugün yaşadığım fark edişe ve 'kafaya bir şeylerin dank etmesine' kadar... Eder mi etmez mi benden gerisinin bilemem. Ben fark ettim ve üstüme düşeni yaparak yazdım, gerekirse neferi bile olurum bu hareketin. Yeter ki duyalım artık sokağın sesini..Orada güzel şeyler oluyor! ;)