24 Haziran 2010

Hepimiz çok mutsuzuz.

Kiminle konuşsam, kimi oturup dinlesem ya da hangi kadını veya hangi adamı biraz gözlemlesem herkes çok mutsuz. Ciddi anlamda bir mutsuzluk bu, herkes kendi hayatının yazılsa kesinlikle roman olacağını düşünürken niye hâlâ aynı çerçeve üzerinde gelişen romanlar okuyoruz biz o halde? Çünkü aslında hep aynı, her şey aynı. Herkes bir diğerinden farklı olduğunu göstermenin çok matah bir şey olduğunu sanıp sürekli bir 'farklılaşma' hevesindeyken aslında 'her şey' aynı. Üzüldüğün, kırıldığın, sinirlendiğin... Hepsi ama hepsi aynı. Sadece tepkilerin eyleme dönüşü biraz farklı. Ki sanmıyorum çok farklı tepkiler verebilelelim. Ben 'farklıyım' diyen insanlara inat, acayip aynıyım ben mesela. Bu aynılık arasında silik bir insan olmayı seviyorum biraz. ''Azıcık aşım, ağrısız başım'' hevesimden olsa gerek daha çok bencilleşip, daha çok çekiliyorum kabıma. Kabıma sığamadığım zamanlarım olmuyor değil lakin şu sıralar kabımdan taşamayacak kadar çok tepkisizim...

Uzun zamandır her şeyden çok çabuk huzursuz oluyorum. Zaten diğer insanlar gibi olmayan keyfim en ufak bir şeyde dibe vurabiliyor. Sadece duruyorum o anlarda, bir şeyleri anlatabilmek, açıklayabilmek, belki aptal bir hayat kavgasına tutuşmak şöyle dursun hiçbir şey yapmaksızın öylece kırgınca durmak bir köşede...Bu bile sarsıyor. İnsanlar sesli konuşmasın, birbirine bağırmasın, kimsenin kimseye kendini anlatmak gibi bir derdi olmasın mesela, olduğu gibi yaşansın her şey. İçine sokulduğumuz 'iyi-kötü-çirkin' kalıplarından kendini hep 'iyi' göstermek gibi bir çabamız olmasın artık. Nedendir bu mükemmellik hevesi ve mükemmeli arama? Bazen ciddi anlamda kötü ve hiç olmak iyidir.

Yanımda birbirine bağıran, kızan insanlar olduğunda oradan hızla kaçasım geliyor. Bazı bazı gidemiyorum, çünkü genelde insanların hep bir şeyler söyleyesi geliyor. Ve benim de onları dinlemem gerekiyor. Karşındaki insanı dinlemenin, dinlenilen insan açısından ne kadar iyi ve mutlu bir şey olduğunu kimsenin beni doğru dürütst dinlemediğini fark ettiğimde anladım.Onca huysuz muhabbete odaklanıp samimiyetle dinleyişim bundan. Çünkü herkesin mutlaka çok üzüldüğü, yaralandığı bir hikayesi var. Bu hikayeleri dinleyecek insanlar bulmalı ve tüm zehirini onlara da salmalı. Ben artık duyduğum hiçbir hikayeye şaşırmıyorum, ''Vah vah canım başına neler gelmiş üzülme geçer'' demiyorum. Çünkü üzülsün ve çünkü geçmeyecek. Geçermiş gibi yapacak her zaman; ama çok ince bir çatlak bulduğunda yine kırılacak aynı yerden. Bunu onlara söyleyemiyorum, sadece dinleyebiliyorum. Evet, içim şişiyor dinlerken. O anlarda daha çok gözlerimi kapatıp, kimsenin bana bir şey anlatmadığı veya kimseyi anlamak zorunda olmadığım bir yerlerde olmak iyi gelecekken ben yine de dinliyorum. Daha önce milyon kez aynı hikayeyi dinlemişken ve aslında sadece kahramanlar değişmiş tepkiler bile aynıyken.

Şu sıra, fazla konuşamıyorum. Belki daha çok kırıldığım ve inatla insanların beni kırmaya devam ettiğinden olsa gerek aynı konuşamama haliyle tepkilerim çok belirsiz oluyor. 'Ne olacaksa olsun' halim beni ürkütse de, sanırım birileri ne yaparsa yapsın yine tepki vermeyecek sadece 'Peki.' deyip geçecek kafadayım. Bazen bir şeylere kendini ve halini anlatmak yerine, acizce durmak herkes için en iyisi olacaktır. Lakin durum şu ki, ne çemkirecek ne de ''Beni çok kırdın, çok üzgünüm ve canım çok acıyor senin yüzünden'' diyebilecek bir haldeyim.

Bazen öylece durmak iyidir. Tüm her şeyi karşındakinin 'vicdan'ına bırakmak da. Öyle bir andır ki bu, ne çekip kollarına sarsa sevse mutlu eder ne de tek bir cümle ile ruhunu öldürse üzebilir.

Hadi durma, daha çok vur bana sağlı sollu. Hissetmiyorum.