09 Haziran 2010

Her civciv ölümü tadacak.

Neredeyse her çocuğun bir dönemine damgasını vuran en sevimli hayvanlardan birisidir civciv. Onlar ki, çarşıda pazarda kenarında delikleri olan bir kolinin içinde onlarca hoplayan zıplayan neşeli halleri -bu hâl neşe mi bir yere yığınlanmaktan dolayı bunalım mı bilemedim- ve sesleri ile hepimizin mutlaka ağlayarak istediği, kimimizin elde edemediği dostcanlardır. Ben çok ağlamıştım, bir türlü almamışlardı; ama mahallede en az üç kişinin bir civcivi mutlaka vardı. Ben de o civcivlere teyze, abla, cicianne falan olarak içimdeki bu civciv eksikliğini kapatıyordum. Şimdi ismini hatırlamadığım bir civciv vardı mahalleden Sümeyra diye bir arkadaşımın. Kardeşi Nesibe ile beraber bakıyorlardı ve artık civciv tavuktan hallice bir hale gelmişti. Evde besliyorlardı ve anneleri de çok seviyordu, bu sebepten çok kıskanıyordum onları. Civcivi de acayip seviyordum, beraber o minik tatlı şeyi parka falan götürüp gezdiriyorduk, yemek veriyorduk, oynuyorduk. O dönemlerde yine civcivi olan Sevilay diye başka bir kızın, civcivinin balkondan düşüp öldüğünü öğrendiğimizde kendi civcivimize gözümüz gibi bakmaya başladık. Lakin bir gün hangi akla hizmetse civcivi leğenin içine sokup, sabunlayıp köpükleyip yıkadık, o da birkaç gün sonra öldü.

Çok fazla üzülmüştük hepimiz, bahçemize onun için bir mezar kazıp gömmüştük. Sağdan soldan çiçek toplayıp gün aşırı mezarını süslüyorduk. Kendi aramızda mütevazı bi' cenaze töreni yapıp, dualar okuyup, ağlamıştık. Bir zaman sonra başka mahallelerden tanımadığımız ama iyi niyetli yaşıtlarımız civcivimizin mezarını ziyarete geliyordu, çiçek yaprak falan bırakıp dua edip gidiyordu. Kısa zamanda mezar, türbe ve yatır tadında bi' yer olmuştu. Acayip mistik ve karamsar havası vardı. Çok üzülmüştüm belki ama yine de hâlâ civciv istiyordum, anneme yine her gördüğümde ''Civciv alalım noloooorrr anneeeciğimm'' diye zırlardım. O da, ''Ölürse üzülüyorsun hayır almayacağım'' der almazdı; ama mutlaka başka bir şey alarak beni avuturdu. Aynı civciv krizlerimin denk geldiği dönemlerde 'sanal hayvan' çılgınlığı başlamıştı. Gidip babama en pahalı, en afili sanal hayvandan aldırmıştım. Annem de öldüğü zaman yine üzüleceğim kanaatinde olduğundan babamı azarlamıştı. Ben de araya girip ''Yaaa ama ölürse burada tuşu var yine canlandırırız kiiiii'' demiştim, buna rağmen ilk beslediğim köpek öldüğünde acayip üzülmüştüm.

Çoğu yaz anneanneme gönderilirdim ve acayip severdim orayı. Mükemmel bir bahçesi vardı. Bir sürü arkadaş, benim olmasa da kuzenlerimin bisikleti -çünkü çılgıncasına koruma içgüdüsü olan ebeveynlerim bana bisiklet de almıyordu-, sınırız meyve, aşırı anane ilgisi, bol mutluluk olan bambaşka bir yerdi orası benim için.. Sanal hayvanımla avutulduğum yazdan sonra hevesim geçmişti sanal hayvandan. Ertesi yaz uzunca bir süre ananeme bıraktılar beni. Bir gün ananemle pazara gittiğimizde o neşeli sesi duydum. ''Cik cik cik cik cik..'' Ananemin eteğinden çekiştirdiğim gibi sesin geldiği yöne gidip, kenarlarında delikler olan bir kolinin içinde onlarca üst üste binmiş acayip şeker civcivleri gördüğümde ''Ananeeeeeğğ civcivvv alalımmm nolooorrr'' diye aşka gelmiştim. O da ''Ama bizim bahçede çok kedi var, hemen yerler bunu yazık olur hayvancağıza'' demişti. ''Yaaa ama hiç ayrılmam ki ben başından korurum onu hep, alalım nolursun çok istiyorum ananeciiim'' diye diretince ananem tabii ki bir tanecik kızından olan bir tanecik torununu kıracak değildi. Kırmadı da, bir tane civciv aldık. O anın mutluluğunu çok net hatırlıyorum, yol boyunca civcivime ne isim vereceğimi düşünüyordum. Ananeme şu olur mu bu olur mu diye sorup duruyordum. Sonra isminin 'Civcik' olmasına karar vermiştim. Bahçeye gelip hemen kutudan çıkarıp ilgilenmeye başladım. Bir yandan da mahalleden en yakın arkadaşım olan ve üst katta oturan Derya'nın gelmesini bekliyordum, sağa sola koşturup sekerek ''Deryaaaaa, Deryaaaaa'' diye bağırıyordum sevinç içinde. Sonra Derya balkona çıktı, onunla konuşuyordum ''Bak ananem civciv aldı, bu ikimizin olsun hadi gel de oynayalım'' derken civciv o sıra arkamdaydı. Sonra Derya ''Kediiii!!!!'' diye bir çığlık attı, arkamı döndüğümde alçak kedi, hain kedi, pislik kedi benim civcivimi ağzının içine çoktan almış bi' de yaklaşık on metre ileri koşup geri dönüp bakıyordu. Olduğum yerde kalakaldım. Ne ardından koşabildim ne de bağırabildim. Sadece o kare aklımın içinde yıllarca yer etti kaldı. Kedi ve ağzında Civcik. Dalga geçer gibi yavaşça arkasını dönüp gitti, olduğum yere oturup dövünerek ağlamaya başladım. Derya da haykırarak ananemi çağırıyordu. Ananem gelip beni susturmaya çalıştıkça daha çok ağlıyordum, acayip üzülmüştüm ve kocaman kadını da üzmüştüm. Sonra ben o bahçeden nefret edip ''Eve gitçeeem been, babamı istiyorum beeen ühühühüveğeğe'' diye ağlamaya başladım. O akşam babam gelip beni almıştı. Eve döndüğümde de bir kaç gün daha üzülüp unuttum. Çocuk aklı işte... Belki de kedilerden bir türlü hoşlanamayışımın sebebi bu olabilir. Civcivimi yiyen o kedinin eşkâlini de asla unutmadım!

Ertesi yaz tekrar o bahçede geçti. Yine çocuk aklımla unuttum her şeyi. Derya ile psikopatça düğün kartı koleksiyonu işine girdik ve o yaz bahçenin bir kısmını yakmayı başararak bugüne enfes anılar bıraktık. (Bunlar başka bir yazı içeriği hehehe) Hâlâ bir araya geldiğimizde hiç bıkmadan, aynı karın ağrısı şiddetiyle bir daha bir daha gülüyoruz hepsine.. :)

R.I.P Civcik.