20 Haziran 2010

Sınav biter hoş biter.

Bir parça rahatlamışlık yok içimde, bir tane daha sınav var ondan sanırsam. Ondan sonra 'yaşasın tatil' kıvamına geleceğim. Ama şu sınav kritiğini yapalım. 'Sınavın nasıl geçti?' diye sorana da ''Bloga yazdım, git oku'' diyeceğim. Bıktım zira bu sorudan.

Uyanış-Varış

Gece uyuyamadım, yatağın içinde keskin 360 derece dönüşlerle dellendim durdum. Sınavı düşünmemek için sınavdan sonra neler yapacağımı düşündüm. Yeni projeler mesela, sabah aklıma gelince "Belki olmaz ama olsun" desem de uyumuşum. "Hangi ara uyuduğumu bilmiyorum" hissi var ya, uyandığında ''Anaaa uyumuşum da uyanmışım bile'' dersin, salak bi' şaşkınlık olur. Öyle oldu. Önceki sınavlarda (ki bilmeyenler için bu 3. oluyor) heyecandan uyandığım anda bir daha uyku hissi olmuyordu. Ama bu defa "Yatıp uyusam yea kim gidecek şimdi sınava" gibi bir düşünce geçti, şaşırdım. Bu benim çok da heyecanlı olmadığımı gösteriyordu. Tahmin ettiğim gibi de deli heyecana sahip değildim. Dün sabah kalkıp nasıl kahvaltı ettiysem öyle kahvaltı ettim. Tek fark içim bunalıyordu ve erken kalkmıştım ne olur ne olmaz diye. Annem enfes bir kahvaltı hazırlamış, tam tadında da çayı demlemiş. Kahvaltıdan sonra müzik dinleyip bir tane daha çay içerken uyuşuk uyuşuk oyun falan oynadım, sonra da giyinip çıktım. Sınavlarıma annemin ve babamın gelmesini istememek gibi bir huyum var. Onlar gelince benim aklım onlarda kalıyor. Dışarıda bekliyorlar, n'apıyorlar acaba, ayy çabuk çıksam da çok beklemeseler diye telaş yapıyorum. Bu sebepten de gelmelerine kesinlikle karşı çıkıyorum.

YÖK yine hayvanlığını kanıtlayıp beni uzak bir okula yerleştirdiğinden önce dolmuşa bineceğim durağa gitmek için başka bir dolmuşa binmem gerek. Yürünse de olur ama üşeniyorum. Ben tam ilk dolmuşuma binecekken adamın birisi hoop biniyor dolmuşa tek kişilik yeri kapıyor. Sap gibi kalıp şaşkınlık içinde bakıyorum, bir sinir bir sinir. Halbuki orada 5-6 dkdır dolmuşu bekleyen benim ve geldiğinde de oradaydım. İnsan demez mi hiç ''Hanımefendi siz bekliyordunuz zaten buyrunuz'' diye. Demedi tabii. Sonra dolmuş geldi, binecekken aşırı kilolu bir kadın kıçını kaldırıp yol vermedi diye oturacağım yerde ezildim büzüldüm. O da haklı, öylesine devasa bir bedeni hareket ettirmek zor olsa gerek diye düşünüp sinirlenmedim. Dolmuşçu bütün para verdim diye söylenir gibi oldu, parayı artistlik yaparak koydu yerine, keşke daha bütün para verseydim de daha çok sinir etseydim diye düşündüm. Asıl dolmuşa bineceğim yere gelince az daha fenalık geçirecektim, çünkü acaaayip bi' sıra vardı. İşte o an dedim ki, keşke babam götürseydi. Beklemeye başladım. Bir sigara yaktım saat 09:05. Sonradan anladım ki o kalabalık sıra fakülte içinmiş. Ben bir diğer yere gitmek için gelen ilk dolmuşa binerken, orada bekleyenlere üzüntü içinde baktım. Bir sigara içimlik süre kadar beklemedim ama orada olanların yetişmiş olması mucize, bir hayli de trafik vardı.

Yanım boştu, biraz ilerledikten sonra kadının birisi bindi. Sabahın o saatinde hele de pazar günü ne işi var bilmiyorum da acayip derecede parfüm sıkmıştı. Cam kenarında oturmama rağmen pencere açılmıyordu ve kadının parfümünden nefes alamadım. Ki bu benim ezelden rahatsızlığımdır, bazı parfümler yoğun olunca nefesim kesiliyor kısmen astlım krizi gibi bir şey oluyor. Yerimi değişsem diye baktım başka yer yoktu. Bir de koku o kadar iğrenç bir şeydi ki, midem bulandı ve kusmakla kusmamak arasında kalır ya insan, çene gerilir tek bir atakta kusarcaksındır. Mide bulantısı da pis bir şeydir, ter basar aniden insana. Sonra hemen şöforün arkasında oturduğumdan eğilip ''Ya kapıyı açar mısınız epey sıcak oldu'' dedim, biraz hava aldık kapattı. İnip başka dolmuşa binsem mi diye düşündüm o derece rahatsız oldum; ama başka bir boş dolmuş bulamama ihtimalim vardı. Sineye çektim. Ne var yani sıkıyorsun o kadar parfüm, çok açık ve net söylüyorum: Allah belanı versin!

Sınav salonu no:3, sıra:2

Sınıfa en son ben girdim. Sıram bomboş, en ön tarafta beni bekliyordu. Oturup, eşyalarımı çıkardım. 2 uçlu kalem, 1 uç, 1 kurşun kalem, 2 silgi, 1 açacak, 1 olips tropikal şeker, 1 albeni çikolata, 1 su, 1 selpak peçete, kimliğim, belgem ve en sonunda kolumdaki saati çıkarıp koydum. O kadar tedariğe rağmen sınavda 1 kere bile ucum kırılmadı. Onları yerleştirirken şöyle bir etrafıma bakıp, kendime güldüm. Çünkü kimsenin sırasının üstü benim kadar kalabalık değildi, nasıl bir paranoyak olmacaysa bendeki. Kitapçıklar dağıtılırken bir heyecan bastı. Dua falan etmeye başladım. TC kimlik no'm ezberimde olmasına rağmen, yazamadım bakamadan. Sınav gözetmeni esnaf tipli amcanın kolunda saati yoktu. Yan taraftaki kızın saati 10'a 3 vardı, benim saatim de 10'u 5 geçiyordu. Önce kızın saatine sonra benimkine baktı. Sonra benim saatimi sıranın üstünden alıp ayarladı ve gülümsedi ''Böyle yapalım da senin için'' dedi. Sinirlendim, belki benim saatim doğru ne biliyosun yani. Hayret bir şeysin yaa diye içimden söyledim. ''Başlayabilirsiniz arkadaşlar, başarılar'' diye bi' ses geldi arka taraftan. Sıram acayip rahatsızdı, oturakla masa bütündü ve arası fazla açıktı. Malum benim de boyum minik olduğundan aradaki mesafe çok geldi. Sonra sorulara daldığımda unuttum zaten.

1.Bölüm: Tarih aslında kolay bir derstir, ezberleyene...

Ezber ve çağrışım gücü. Acayip önemli bir faktör. Ayrıca yorumlama kabiliyeti. Tarih sorularının bilgi ağırlığı %75, yorumsa %25'di. Aslında bilgi ölçmek bakımından soracakları çok esaslı sorular olmasına rağmen, öyle zorlayan ve kasan pek bi soru yoktu. Sadece ''Oha bu ne!!!'' diye beynime şimşek çaktıran 2 soru oldu, boş bıraktım. 1 soruyu da emin olmadığım için boş bıraktım. 60 dakika fazlasıyla yetti. Evde çözdüğüm denemelerde 44 soruyu 16 dakika gibi kısa bir sürede çözebiliyordum. 3 boş ve 41 tane işaretlediğim soru kitapçığını 3 defa gezindim. Tüm soruları 3 defa okudum. Emin olamadığım 2-3 soru olsa da 30'un üzerinde net bekliyorum, çok rahat biçimde. Fazla da olabilir. Sonuç itibarıyla Tarih hiç beklediğim kadar zor değildi. Hatta biraz sinirlendim, keşke daha çok ezber gerektiren soru sordaydınız. O kadar ezberi boşuna mı yaptım? Aklımın içinde savaşlar, antlaşmalar geçerken Osmanlı devletinden babalar gibi gelebilecek zor sorular varken ve ben onların hepsini su gibi içmişken, sorsaydılar keşke.

2.Bölüm: Pardon Coğrafya-2 dediniz ama, bu Coğrafya-2 değil ki?

Coğrafya 2 dediğimiz bölümde, Ülkeler Coğrafyası kısmı da var. Aynı zamanda Türkiye Coğrafyası da. Toplamda 16 soru ve 25 dakika. Ülkeler Coğrafyası'ndan sadece 1 soru çıktı. Ve ben yaklaşık 7 ülkeyi, ince ince ezberlemiştim. Coğrafya-2 dediğin kazık Ülkeler Coğrafyası sorusu barındırmalı. Türkiye Coğrafyası kısmı da çok kolaydı. Süreyi yetiremedim neden öyle oldu bilmiyorum ama son 5 dakika dediğinde ben optiğime ancak işaretliyordum. Yani geriye dönüp, sorulara ve cevaplarıma tekrar bakamadım. Ama hepsini emin işaretledim. Boş soru bırakmadım, full net çıkarma ihtimalim var.

3.Bölüm: Mantık mantık dersi diye nicesine sarıldım, benim sadık yarim sosyoloji!

Kesinlikle sınavın en rezil, en berbat kısmı 'Mantık' sorularıydı. Mantık konularını fazla küçümsemek gibi bir hata yapıp, çok fazla çalışmamıştım açıkcası. Ama adamlar sanki Tarih ve Coğrafya'nın hıncını Mantık sorularından çıkarmışlar. Sembolik Mantık dediğimiz o lanet, sevimsiz ve o anlamsız kısımdan 4 soru gelerek beni tepe taklak etti. Toplamda mantıktan 10 soru geliyordu, 2 tane boş bıraktım. Sembolik mantık kısmında da 2 soru salladım. Diğer sorulardan da sanırım 4 tanesi kesin doğrudur diyebilirim. Öyle saçma sapan bir kısımdı. Ne yaptığımdan bir şey anladım ne okuduğumdan. Bir de yöntem olarak, hep son kitapçığa -yani sosyoloji, psikoloji, mantık kitapçığı- geldiğimde geriden başlayarak önce mantık soruları çözerim. Lakin mantıktaki bu karmaşadan dolayı, canım sıkıldığından sosyoloji ve psikoloji sorularınında bir hayli mantıksız oluşundan, artık yorulmuş olduğumdan psikoloji ve sosyolojide normalde gösterdiğim performanstan daha düşük bir şeyler yapmış olabilirim. 30 soru 45 dakikaydı ve ben mantıktan dolayı süremi yine yetiremedim. Sosyoloji ve psikoloji paragrafları anlamsızca uzun, çıkarım yapmak zordu. Ya da beynim ambele olduğundan ben bir sonuç çıkaramıyordum. Bir ara olduğu gibi bıraktım, kitapçığı falan kapattım. Su içtim, çikolata yedim. Kafamı toplamaya çalıştım, ama gözetmen son 15 dakika dediğinde ben daha psikoloji kısmını tam bitirememiş optiğime de işaretlememiştim. Acele ile kalanları okudum, yaptım. Soruları ve cevaplarımı da optiğe geçirirken göz ucuyla kontrol edebildim. Belki sakin halde bir defa daha kontrol edebilseydim çok iyi olacaktı. Bu bölümden çok iyi bir şeyler bekleyemiyorum. Normal net sayımın çok çok altında olacağından da eminim. N'apalım, sağlık olsun.

Geri dönüş- ''Ben neredeyim?'' karmaşası.

Daha önce hiçbir sınavda sonuna kadar kalmamıştım. ''Sınav bitmiştir arkadaşlar'' kelimesini duymamıştım. Aşağıya indiğimde, kapının önü velilerle doluydu. Kalabalığı geçtim, babamlar süpriz yapıp gelmemişlerdi bu defa. Önceki sınavda, daha çok salak olmuş biçimde çıkmıştım ve karşımda babamı gördüğümde acayip sevinmiştim. Her ne kadar 'gelmeyin yaa' falan desem de, sınavdan çıktığında karşında birilerini görmek iyi oluyor. Sınavdan çıktım ama, içim nasıl patlıyor. Bir şey rahatsız ediyor beni, içim acayip bunalmış bir haldeydim. Hani oturup ağlasam yeriydi, gözlerim de anlamsızca dolu doluydu. Sınav iyi mi geçti kötü mü geçti kestiremiyordum, ''oh beee geçti bitti'' rahatlığı da gelmemişti henüz içime. Okuldan çıktım, yürüyorum ama nerede olduğumu, nereye yürüdüğümü, eve gitmek için nereden dolmuşa bineceğimi unutmuş haldeydim. Zaten de ters tarafa yürümüşüm salak gibi. Aklım aniden başıma gelince ''Bi dakka nereye gidiyorum ben yaa??!!'' diye afalladım, sonra doğru istikamete döndüm. Dolmuşta insanlar sınav hakkında konuşuyordu ve ben arka tarafımda konuşanlardan Tarihten 1 sorumun yanlış olduğunu duydum. Moralim de bozuldu haliyle. Sonra dolmuştan inip, beni evimde götürecek o kutsal dolmuşa bindim. Hâlâ içim rahatlamamıştı, eve hoplaya zıplaya geleceğim sanıyordum ama; eve girsem de ağlamaya başlasam ve rahatlasam diye acele ettim. Annem ve babam kapıda karşılarken ve ayakkabılarımın bağcıklarını çözmeye çalışırken gözlerimden çipil çipil yaşlar akmaya başladı. Böyle durumlarda ayakkabı bağcıkları da asla ve asla çözülmez uğraştırır, bi' ton da ona sinirlendim. Geçen yıl sınava girdiğimde, eve ağlayarak hatta böğürerek girmiştim. Çok kötü geçmişti çünkü, babam da çok kızmıştı bana. ''Bunun için mi ağlıyorsun böyle birisi ölmüş gibi, yeniden girersin dünyanın sonu mu?! Senden değerli mi!!'' diye sinir yapmıştı. Ben de daha çok ağlamıştım, kızdı bana diye. Yine bu sebepten dolayı bir tartışma yaşanmasın diye, tuttum içimde böğürmemi. Öptüm sarıldım, babalar gününü kutladım. O da ''Geçmiş olsun. Nasıldı?'' dedi, ''Bilmiyorum'' dedim. O anda gerçekten de bilmiyordum, ancak uyudum uyandım öyle kritik yapabiliyorum. Babam her sınav sonrasında klasik laflarını da söyleyerek bana gerçekten sınavın bitmiş olduğuna inandırdı. ''Hayatta sınavdan önemli şeyler de var, 35 yaşına kadar girersin. Senden önemli değil, sıkma canını. İstediğin yer olana kadar denersin'' gibi rahatlatmaya yönelik ufak bir nutuk attı. Acayip ağlamak geldi içimden, kızar diye de ağlayamadım.

Uykuya gömdüm kendimi, bir ara uyandım acayip yağmur yağıyordu. Uyku sersemi çok şiddetli olduğunu hatırlıyorum. Keşke uyanık olup, görseydim yağmuru yaa dedim. Ama o şiddetli yağmurda uyumak da iyi geldi. Sonra telefon konuşmaları, ''Nasıl geçti'' sorularına verilen ''Hayırlısı olsun'' cevabı.

Hayırlısı olsun bakalım..