31 Temmuz 2010

Her şeyi yapabilirim.

Bugün biraz sakin olabilirim. Kendime sorduğum sorulardan kaçabilir, susabilirim. Aslında başka bir yerde olmam gerekirken, burada olabilirim. Kaçabilirim. Şimdi benimle olmanı dileyebilirim, sen karşımda dururken elimdeki top kek ambalajının üstündeki 'içindekiler' kısmına dikkat kesebilirim. Sinirlerini bozabilir, seni umursamayabilirim. Sen aslında yokmuşsun gibi kalkıp tek kişilik kahve suyu ısıtabilir, tek bir fincanla odaya geri dönebilir; yüzüne bile bakmayabilirim. Sonra gidip uyuyabilirim. Uyanınca saçlarımı örebilirim ve seni bugün gömebilirim. Seni bugün görmemeliyim, aklımın içinde dahi.

Joker haklarımı kumarda kaybedebilirim. Tüm ojelerimin üstüne bahse girebilirim, senden bugün nefret edebilirim. Dişlerimi sıkıp, canımı acıtabilirim; aslında seni acıttığımı hayal edebilirim. Bilinçaltıma ödüller verebilir, içinde senin olduğunun anları seçip doldurduğum kutuyu bir binanın elli yedinci katından aşağıya dökebilirim. Sen aşırı kan kaybından ölürsün, gülümseyebilirim.

Aşık olabilirim bugün. Ama o asla yeniden sen olmazsın. O adamın yüzünü görünce heyecanlanabilirim. Bugüne kadar gördüğüm tüm yüzleri unutabilirim, market kasiyerleri ve taksiciler dahil. Sesi hep kulağımda olsun; hep konuşsun isteyebilirim. O'na şarkılar söyleyebilir, uyumadan önce masallar anlatabilirim fısıltıyla. Beraber bir top kek ambalajını merakla okuyabilir, içindekileri çözmeye çalışabiliriz. Başım O'nun göğsünde olabilir ve bana saçlarımın çok güzel koktuğunu söyleyip, saçlarımdan öpebilir. Gözlerimi kapatıp derin nefes alıp, gülümseyebilirim. Orada uyuyakalabilecek kadar özgürüm ben bugün ve sonraki her gün. Seni seven değil, esirin değil, sevgilin değil ve muhtemelen sevdiğin de değilim. Sadece şimdi ve ara ara yaptığım gibi sorguluyorum seni; ''Sen aslında neydin?'' ve ''Nasıl bu kadar sarsılabildim?''

Şimdi iyiyim...Sen asla O olamazsın, bundan eminim.

N'aber?

-N'aber? 

-Feysbukta tanımadığın insanların fotoğraflarına bakmak ve onlardan nefret etmek çok ciddi bir iştir ve günde can sıkıntımın doruk noktalarında olduğu saatlerde bu ciddi işi çok büyük bi 'ciddiyetle' icra etmekten gurur falan duymuyorum. Bildiğin boşta en önde elinde bayrakla giden insanın işi, o insanlarla birlikte kendimden de nefret ediyorum ara ara. Sonra öpüyorum geçiyor falan.

-Hafta sonu en küçük kuzenlerden birisinin sünneti var. Haliyle sağda solda koşuşan bir sürü çocuk. Sünnet olmayanları 'Çok ağlayanları kökünden kesiyorlarmış' diye korkutmak, gördüğüm her çocukla muhabbet açmak için 'Sen küçükken kaç yaşındaydın?' gibi acayip dimağ zorlayıcı sorular sormaktan geri duracağım. Hatta 'Anneni mi çok seviyorsun babanı mı?' diye bile sormayacağım. Valla bak. Keşkek yiyip döneceğim. ''Gitti çükün yarısı, azıcık ucundan'' diye şakalar bile yapmayacağım. Tek hedef keşkek!!

-Kuaförleri sevmiyor, hepsini dövmek istiyorum; ama çok kalabalıklar. Hele bir de erkekse o kuaför, kesin yavşağın tekidir. Bir tane bile delikanlısına rastlamadım, genellemenin âlâsını yaparım!!! (Şimdi böyle büyük konuşuyorum ya, bir de 'kadın kuaförü' bir adama aşık olurmuşum. Mesela yani. Ay Allahım sen koru.)

-''Yalnızlık bir ilaç mı yoksa hastalığın ta kendisi mi?'' diye sordu bir şarkı bana. Yani direkt soruyu bana yöneltmedi de, ilgi alanıma girdiğinden algım seçti beğendi, üstüne de alındı; ama cevabı bulamadı. İki hipotezim var, ya da yok. Bilemedim şimdi. Çok çelişkilerdeyim. Galiba tam da şurada bilinçaltım hata verdi.

-Tırnak yemeye başlamak bence ciddi sorunların habercisi olabilir. Hele ki etrafında ''Tırnaklarını yemee!!'' diyen birisine ''Tırnaklarımı yemiyorum yeaaa, kenarlarını yiyorum'' diyerek savunma gücüne geçtiysen daha vahimdir. Tüm bunlardan daha kötüsü nedir aslında biliyor musun? Yiyecek tırnak ve et kalmadığında, ojeleri yemeye başlamaktır. Ve saatler sonra, tırnaklara bakıp, gayet pejmürde olmuş ojelere 'anaa ojelerim çıkmış' diyerek şaşırmaktır. Salak yiyorsun bildiğin saatlerdir.

-Tüm uyku sorunu olanlarla birleşip siyasi parti kurmayı düşünüyorum. Ki tutar da bence. Henüz hangi amaca hizmet edebiliriz bilmiyorum; ama uykusuz kalmaktan gayet sersem bir duruşa sahip olacağımızdan eminim.

-Kendi devletini kuran adamın haberini okudun mu? Okumadıysan şuraya bak. Hayran kaldığımı ve çok acayip kıskandığımı söylemeden geçemeyeceğim.

-Ara ara içime Demet Akalın kaçıyor benim -çok üzgün similey- ''Aşk romandı eskiden seven kızın romanı, şimdi veda zamanı'' tadında şarkılar mırıldanıp romandaki seven kız kafasına ulaşıyorum, ki can sıkıntısından hepsi.

-O değil de, böyle çok neşeli olduğumda sürekli bir şeyler anlatıp güldüğümde ''Ya sen bugün çok geyik yapıyorsun, senin aslında canın çok sıkkın galiba? N'oldu??'' diye tespit sıçan arkadaş var ya. Aklımı aldın, çok mu belli ediyorum ki?

''Bi' gün yolda yürüyordum.
Bir şarkı duydum.
Kalbim acıdı.
Bu kadar.''

28 Temmuz 2010

Güzel şeyler olurken...

''Ne kadar geç uyanırsam o kadar iyi'' kafalı tatil günlerindeyim. Hayat böyle çok güzel, uyanınca kahvaltı etmek yerine bilgisayar başına geçip ne kadar gereksiz şey varsa yapıyorum ve bu beni acayip mutlu ediyor. Ayağımın dibinde deniz dururken, bir kere ayağımı bile sokmuş değilim. Güneşlenmek şöyle dursun, akşamları 1-2 saatlik kısa yürüyüşlere çıkmaya bile üşeniyorum.Mp3 çalarımı düşürüp üstüne bastığım ve çalışmaz bi' halde boynu bükük masamda bıraktığım günden bu yana sporsal bir şeylere karışmak ciddi anlamda elzem ve çok sıkıcı. Teknolojik alet edevat istek listem kalabalık olduğundan ve aslında deli gibi bir ipodum olsun isterken 'bana ipod alsana baba' demeye utanıyorum. Tatil kavramım deniz-kum-güneş üçgeninden, yatak-film-bol meyve-internet-arada bir garip yemekler ve börekler yapmak- çokgenine dönmüş olması beni bir parça bile rahatsız etmiyor.

LYS puanları geldiğinden bu yana evimize hakim olan panik, heyecan ve mutluluk etkisi bende günden güne azalarak biterken her akşam yemeğinde, balkon çaylarında ebeveynlerimin gündeminin birinci maddesi. Babam akşamlarının büyük bi' kısmını balkonda sigarasını ve kahvesini içerken ÖSYM'nin kutsal tercih kitapçığı ile geçiriyor. Beni benden daha çok düşündüğünün farkında olduğumdan ses çıkarmıyorum. Tercihlerime karıştığı için kızmıyorum, aksine üzerimden büyük bi' yükü kurtardığı için ara ara teşekkür edip öpüyorum. Favori şehirlerimiz Ankara, Eskişehir, İzmir ve Trabzon (babamınki daha çok Trabzon, iş dolayısıyla sürekli gidip geldiği için) gelen puana göre bu dört şehire de yerleşebiliyorum. Lakin bu tercih olayı bu kısımdan sonra biraz şansa kalıyor. Tabii bunun şansa da bağlı olduğunu kabullenene kadar epey bir stres yaşadım ama, puanımın tahmin ettiğimden de iyi gelmiş olması bende acayip bi' yavşaklık etkisi yaptı. Hatta bir ara "Yemişim üniversitesini zirvede bıraksam mı acaba?" diye düşündüm saçma sapan, sonra kendime geldim. -Yine de puanıma güvenip ÖSYM'ye güvenmediğimden "Ya yerleşemezsem" kaygım da oluyor ama geçiyor-

Mutsuz olmak için sebeplerimin olmadığı birkaç ay içindeyim. Ara sıra mutsuz oluyorum ama sonra hemen geçiyor. ''Salak mısın kızım her şey çok mükemmel kabullen artık'' deyip kendimi omuzlarımdan sarsıyorum. Cidden bazı şeylerin 'çok iyi' gitmediği onca yıldan sonra, bir şeylerin düzene ve refaha ermiş olmasını aklım ara ara almazken 'oh yaşamak ne süper aslında' kafalarında günümü gün ediyorum. Bazı bazı da şaşırmıyorum değil. Aman nazar değmesin tabi.

Hayatımın belki de en sakin en huzurlu ayını yaşadığımdan ötürü olsa gerek suratımda sürekli bi' ''hehehe'' ifadesiyle dolanıyorum. Sanırım bu ifade yılın altı ayında majör depresyonda olan ben'i acayip açıyor. Mavi ve turuncu ojeleri seviyor, sırf duştan sonra kahve içmek çok keyifli diye sürekli duşa giriyorum. Saçlarımı kurutmadan kendi haline bırakıp, anbean kabarışlarına şahit oluyorum. Beyaz ekmek yemiyor, kepek ekmek arasına domates peynir tıkıştırıp geceleri dizi izlemeye bayılıyorum. Evde aile meclisinde aldığımız kararla, önce dolabın üstündeki pideci-dürümcü-pizzacı-kumpirci ve bilumum kalori kaynağı işletmenin magnetlerini çöpe attık, ardından telefonlarımızın rehberlerindeki numaralarını sildik ve eve kola girişini kesinlikle yasakladık. Annem dün eve gelirken tulumba tatlısı aldı diye, ona ambargo uygulayacaktık sonra affettik. Kendimizi sağlıklı beslenmeye adadık.


24 Temmuz 2010

Benim için büyük, insanlık için küçük bi' başlangıç.

Özlemişim. (Bu özlemeyi sadece uzun zaman blog yazmaya alışan birisi anlayabilir...Yani ben betimlemeye çalışsam bile yetmeyebilir.)

Nasıl yazılıyordu? Bir blog yazısının girizgahını nasıl yapıyordum, sonra konuyu nerelere bağlıyor veya bağlayamıyordum? Bunları unutabilecek kadar uzun zaman oldu. Blog bende güzel bi' disiplin sağlamış meğerse. Daha çok araştırıyor, daha çok okuyor ve daha çok yazarak daha çok öğreniyormuşum. Yazma serüvenim tamamen kendini bulmak, kendini anlamak ve aslında geçmişte bir şeyler bırakmakmış, geleceğime küçük bir armağan. Ama bazen ara verişler iyi oluyor, kıymetleniyormuş.

Hayatımdan geçen en ufak bir detayın bile beni çok 'büyüttüğü' 1 yıl olmuş. Son 1 yılımın tüm blog yazılarını şöyle bir incelediğimde bile bariz değişimler var. Bunu fark ettiğim için, bir zamanlar iyi ki bloglamaya başlamışım diye düşündüm geçen gece. Dönüm noktalarım, durduğum noktalar, dinlendiğim yerler, bir en dipte bir en yüksekte...Diğer insanlarla hep aynı olan...Ne bir eksik ne bir fazla. İstiyorum ki takip edenler de benim kendimi yazarken bulduğum gibi, benim yazdıklarımda da bir nebze kendilerini görebilmeleri. Çünkü bazen rastgele yazılmış bir cümle, birimizin tüm hayatının özeti olabilir. Ben halen o mükemmel cümleyi okumamış ve yazamamış olsam da sırf bunun için bile umutla yaşamaya ve yazmaya değer...

O yüzden yine yazıyorum da yazıyorum.. :)