28 Temmuz 2010

Güzel şeyler olurken...

''Ne kadar geç uyanırsam o kadar iyi'' kafalı tatil günlerindeyim. Hayat böyle çok güzel, uyanınca kahvaltı etmek yerine bilgisayar başına geçip ne kadar gereksiz şey varsa yapıyorum ve bu beni acayip mutlu ediyor. Ayağımın dibinde deniz dururken, bir kere ayağımı bile sokmuş değilim. Güneşlenmek şöyle dursun, akşamları 1-2 saatlik kısa yürüyüşlere çıkmaya bile üşeniyorum.Mp3 çalarımı düşürüp üstüne bastığım ve çalışmaz bi' halde boynu bükük masamda bıraktığım günden bu yana sporsal bir şeylere karışmak ciddi anlamda elzem ve çok sıkıcı. Teknolojik alet edevat istek listem kalabalık olduğundan ve aslında deli gibi bir ipodum olsun isterken 'bana ipod alsana baba' demeye utanıyorum. Tatil kavramım deniz-kum-güneş üçgeninden, yatak-film-bol meyve-internet-arada bir garip yemekler ve börekler yapmak- çokgenine dönmüş olması beni bir parça bile rahatsız etmiyor.

LYS puanları geldiğinden bu yana evimize hakim olan panik, heyecan ve mutluluk etkisi bende günden güne azalarak biterken her akşam yemeğinde, balkon çaylarında ebeveynlerimin gündeminin birinci maddesi. Babam akşamlarının büyük bi' kısmını balkonda sigarasını ve kahvesini içerken ÖSYM'nin kutsal tercih kitapçığı ile geçiriyor. Beni benden daha çok düşündüğünün farkında olduğumdan ses çıkarmıyorum. Tercihlerime karıştığı için kızmıyorum, aksine üzerimden büyük bi' yükü kurtardığı için ara ara teşekkür edip öpüyorum. Favori şehirlerimiz Ankara, Eskişehir, İzmir ve Trabzon (babamınki daha çok Trabzon, iş dolayısıyla sürekli gidip geldiği için) gelen puana göre bu dört şehire de yerleşebiliyorum. Lakin bu tercih olayı bu kısımdan sonra biraz şansa kalıyor. Tabii bunun şansa da bağlı olduğunu kabullenene kadar epey bir stres yaşadım ama, puanımın tahmin ettiğimden de iyi gelmiş olması bende acayip bi' yavşaklık etkisi yaptı. Hatta bir ara "Yemişim üniversitesini zirvede bıraksam mı acaba?" diye düşündüm saçma sapan, sonra kendime geldim. -Yine de puanıma güvenip ÖSYM'ye güvenmediğimden "Ya yerleşemezsem" kaygım da oluyor ama geçiyor-

Mutsuz olmak için sebeplerimin olmadığı birkaç ay içindeyim. Ara sıra mutsuz oluyorum ama sonra hemen geçiyor. ''Salak mısın kızım her şey çok mükemmel kabullen artık'' deyip kendimi omuzlarımdan sarsıyorum. Cidden bazı şeylerin 'çok iyi' gitmediği onca yıldan sonra, bir şeylerin düzene ve refaha ermiş olmasını aklım ara ara almazken 'oh yaşamak ne süper aslında' kafalarında günümü gün ediyorum. Bazı bazı da şaşırmıyorum değil. Aman nazar değmesin tabi.

Hayatımın belki de en sakin en huzurlu ayını yaşadığımdan ötürü olsa gerek suratımda sürekli bi' ''hehehe'' ifadesiyle dolanıyorum. Sanırım bu ifade yılın altı ayında majör depresyonda olan ben'i acayip açıyor. Mavi ve turuncu ojeleri seviyor, sırf duştan sonra kahve içmek çok keyifli diye sürekli duşa giriyorum. Saçlarımı kurutmadan kendi haline bırakıp, anbean kabarışlarına şahit oluyorum. Beyaz ekmek yemiyor, kepek ekmek arasına domates peynir tıkıştırıp geceleri dizi izlemeye bayılıyorum. Evde aile meclisinde aldığımız kararla, önce dolabın üstündeki pideci-dürümcü-pizzacı-kumpirci ve bilumum kalori kaynağı işletmenin magnetlerini çöpe attık, ardından telefonlarımızın rehberlerindeki numaralarını sildik ve eve kola girişini kesinlikle yasakladık. Annem dün eve gelirken tulumba tatlısı aldı diye, ona ambargo uygulayacaktık sonra affettik. Kendimizi sağlıklı beslenmeye adadık.