''Fak dı öseyeme'' diye haykırarak başlıyorum.
Sanırım sınav zamanında bile böyle kargaşa, böyle stres nebleyim böyle bi 'sıçtım lan ben şimdi' hislerini yaşamadım. Neticesinde 'beyin bedava, attım içine, gerekeni yaptım' çatır çatır çözdüm soruları, kaptım puanları. Ama ama..İş burada bitmiyormuş, yani çok klasik bi' tabir kullanacağım ki ays berg gibiymiş. Daha önceden gelen puanlarımın hiçbirisiyle tercih yapmadım, amaaan dedim bi' de bununla mı uğraşacağım, zaten bok gibi puan! Tatile falan çıktım, günümü gün ettim. Şimdi öyle mi azizim? Bugün bi' ara öylesine bunaldım ki, yemişim tercihini dünyanın en kutsal şeyi anne olmak; ananem bana eli yüzü düzgün bi' damat bulur yaparım bebemi ohh negzel, dedim. Sonra tabii bu dediğime ben de inanmadım. Anlık bir kayış koparmacaydı, bakma şimdi yavşakça anlattığıma ama o an sanırım dünyanın en güzel şeyi tercih listesi ile uğraşmadığım herhangi bir şeydi.
Ben bir de pimpirikli bir insanım, her okulu delicesine araştırıp; önce sözlüklerde okul hakkında neler yazılmış, sonra okulun resmi web sitesi, okulun feysbuk grupları, okulun mezun grupları, çevremde okulla ilgili veya okulun olduğu şehirle bir şey bilenleri gerek telefonla, gerek emesen köşelerinde sıkıştırıp milyon tane soru sorarak ya da feysbuk üzerinden soru üstüne soru sorarak son derece dedektif kafasında çalışıyordum. Seneye tüm bu bilgilerle tercih döneminde dershanelerde çok rahat çalışabilirim sanırım.
Ama bugün sanırım kafamın attığı, sıçarım ulan bu işe diye isyana geçtiğim bir gündü. Şöyle ki, ben tercih listemi hazırlarken Türkçe Öğretmenliği bölümünün geçen yılki puanlarını hiç kontrol etmedim. Diğerlerini etmiştim ama, onda bi' sorun yok. Şimdi bu yıl ÖSYM'nin verdiği klavuzdaki Türkçe Öğretmenliği başarı sıralamaları çok süper, oh kebap ilk 10 tercihe paso Türkçe Öğretmenliği yazsam kesin girerim kafasındaydım, tabii ilk gittiğim danışman hocam da aynı fikirdeydi. Sonra bugün ben geçen yıllardan hocam olan hocaya gittim, elimde böyle süper sıralanmış çıktısı alınmış gıpgıcır tercih listem duruyor. Hoş beş, muhabbetin ardından tercih meselesine geçtik ki...Anam dedim. N'oluyor dedim, yapma dedim, etme dedim.
ÖSYM'nin geçen yıl verdiği başarı sıralamaları ile bu yılın sıralaması arasında en az 15-20 bin fark var. Dönüştürülmüş puan geyiği de var ama bi bok anlamamaktayım. Yani benim bu yılki başarı sıralamam aslında geçen yıl kaça tekabül eder bilmiyorum. Bence ÖSYM de bilmiyor. Yani rakamların hepsine ve aradaki farka baktığımda, sanki birisi oturmuş açmış excelini okulların karşısına afaki, içinden gelen rakamları sallamış. Şu anda dönüştürülmüş puan muhabbetinden de kimse bi bok anlamadığından, geçen yılı baz alarak yeni bir tercih listesi hazırladık. Şimdi bu dönüştürülmüş puanlar muhabbetinden, geçen yılla bu yılki başarı sıralamalarını ve benim başarı sıralamamı karşılaştırınca Türkçe Öğretmenliğinde avcumu yalıyorum bariz. Ama ÖSYM'nin bu yılki verdiği başarı sıralamalarındaysa çok rahat girebiliyorum. İnancım sarsıldı olduğu gibi. Afalladım. Hocamın ''Şşşştt suratının rengi gitti, dur bi telaş yapma, hallederiz!'' sesiyle yeryüzüne iniş yaptım. Ve sonra dudaklarımdan şu cümle döküldü ''Bok oldu ama her şey!'' Sonra bana fısfıs kolonya getirdiler, soğuk su getirdiker, kapının önüne çıkıp bi' sigara içtik. Hocam hala aynı marka sigara içtiğimi görünce gülümsedi. -bi dönem gittiğim dershanede o sigaradan sadece ben içiyordum, 2 ay içinde hocalar dahil herkes benim o mükemmel sigaramdan içmeye başlamıştı ehehhe-
Sonra sen eve git dedi, yepyeni bi liste hazırla dedi. Yazıp gidebileceğin, gitmek istediğin, ailenin gönderebileceği her yeri yaz Diyarbakır bile dedi. Yarın geçen yılın sıralamalarına göre yeniden sıralama yaparız dedi. 'Tamam' demekten başka bi' çarem yoktu. Sanırım bu son yaptığım tercih listem 89. listeydi. Sürekli şehir ekleyip, şehir çıkartıp, bölüm çıkartıp, sıralama değiştirip falan günlerdir bir elimde kalem bir elimde kağıt neredeyse bir top a4 kağıdının yarısını harcadım liste düzenlemekten. Üstüne üstlük bunaldım da bunu yaparken. Bir gün uyanır uyanmaz öğlen 12:00 sularında tercih listesi hazırlamak için oturduğum bilgisayar başından akşam saat 18:30 sularında kalkıp ''Anaaa ben o kadar saat n'aptım?'' diye sordum kendime. Ben o kadar uzun süreli ders bile çalışmamıştım sanırım. Yaklaşık 6 saat ne demektir be?
Dershaneden çıktığımda salak gibiydim, hani böyle insanın dünyası başına yıkılırdı ya benim başıma irili ufaklı tüm gezegenler dahil tüm uzay sistemi çökmüştü. Halihazırda zaten panikli, özellikle de şu tercih döneminde acayip bunalmış olduğumdan, günlerdir yapıp ettiğim her şeyin boşa gitmiş olması düşüncesi ve tabii ki ''Daha önce neden ben bu geçen yılki sıralama işine bakmadım ki? Neden buna dikkat etmedim ki, salağım ben, aptalım ben, iyi bir üniversite okumayı bile haketmiyorum ben'' diye her zamanki kendime yüklenişlerimi yaptım. Keza o kıvama geldiğimde, kimsenin canımı acıtmadığı kadar çok kendi canımı acıtabilmem mümkün. Sinirimi bir şeylerden çıkarmam gerekti, mutsuzdum. Ayaklarım beni en sevdiğim pizzacıya götürdü. Sanki kutsal bi' yere gitmiş gibi, sanki oraya gidip böyle ibadet edecekmişim de rahatlayacakmışım, ruhum arınacak, derdim kederim gidecekmiş gibi hissettim.
En büyüğünden pizzamı ve kolamı söyledim, içimde bi ağlama hissi var ama nasıl derinden geliyor anlatamam. Kafamı dağıtmaya çalışıyorum, yan masada birbirine patates kızartması yediren, cilveleşen sevgilileri falan izliyorum lakin sinirim daha bi' bozuluyor. Sonra bi gözyaşı saldırısının geldiğini hissettim. Hani böyle burnunun direkleri sızlar, alt dudak titremeye başlar, çene de öyle, kontrol edemezsin de. Ki şu dönemde, öyle bi' hassas oldum ki. Geçmiş aylara bakınca, sarhoş olmadan ağlayamayı beceremezken son 1 aydır falan delicesine ağlıyorum. Bunu sinirlerimin sürekli bozulmasına karşı verdiğim doğal bi' duygusal tepki olarak görüyor, hatta eskiye nazaran daha kolay ağlayabildiğim için seviniyorum da pizzacıda değil tabii. Sonra pizzam geldi, o an aklımdan geçen tek şey şuydu : ''Ulan pizza, ne şanslısın. Sen sadece bir pizzasın ve senin tercih stresin yok. Gideceğin şehrin bi önemi de yok, okulunun, okuldan sonra ne yapacağın..Neticesinde aynı kanalizasyon çukurunda son bulacak varlığın. Keşke ben de senin gibi kaygısız bir pizza olsaydım. Sadece bir pizza olsaydım...'' Tabii bunları düşündükten sonra hayvan gibi ağlamaya başladım. Durduramıyorum kendimi, bir yandan da pizzanın ilk dilimini almışım elime ısırmaya çalışıyorum; ama ağlamaktan ısıramıyorum, yiyemiyorum. Ona da sinirleniyor, daha çok ağlıyorum. Ağlarken yemek yemeye çalışmak ne zor işmiş. Şimdi bebekleri daha iyi anlıyorum. Annesi o kaşığı ağzına tıkıştırmaya çalışırken ağlayan çocuğun düştüğü durum dünyanın en zor durumuymuş meğersem. Yani o ''lokmanın ağzında büyümesi'' durumunu da yaşadım, zorla çiğniyorum çiğniyorum hıçkırmaktan yutamıyorum, zaten ağzım yamulmuş ağlar haldeyken. Belki pizzanın mutluluğundan susarım diye düşündüm ama kocaman bir pizzayı bitirene kadar sessiz sessiz ağladım. Ki rezil olmuş olmak da umurumda değildi, rimelim muhtemelen acayip akmıştı. Ara ara peçeteyle sildim ama bok gibi göründüğümün de farkındaydım ama kalbim çok acıyordu, umurumda da değildi. Sonra pizza bitti, lavaboya gittim. Cidden de bok gibi bi' görüntüm vardı, elimi yüzümü yıkadım sonra yine ağlamaya başladım. Hayvan gibi pizza yediğim için pişman oldum, oysaki ''sağlıklı beslenme, fesfuta hayır, kaloriye hayırrr!!!'' diye günlerdir eve kola bile sokturmazken, annem eve kola aldığı için ona kızarken gelip yaptığım çok terbiyesizce bi' şeydi bence. Biraz daha ağladım öyle tuvaletin içinde, gerçi o anda ağlama sebebim pizza yememdi ama aslında o anda her sebepten ağlayabilirdim, pizza işin bahanesiydi.
Ne yaptığımın farkına vardığımda, tuvalette kapağı kapatılmış bir klozette oturuyor ve elimdeki tuvalet kağıdındaki rimel siyahlıklarına bakıyordum. Bi' an aklım gitti geldi ''Noluyo lan? Napıyorum ben burda, kendine gelsene kızım'' gibi seri sorular sordum. Evet, ağlama seansımız bugünlük bitmişti. Artık içimde daha çok gözyaşı kalmamıştı ve o çok sevdiğim 'inceldiği yerden kopsun çok da umurumda değil napim ölemem ya' kafasına geçtim. İşte tam bu sırada da 'ananem eli yüzü aile terbiyesi almış damat bulur, anne olurum, kutsal takılırım, cenneti ayaklarımın altına alırım' diye düşündüm. Sonra son yarım saatte düşündüğüm ve üzüldüğüm her şeyin aslında çok komik ve gereksiz olduğunu ama içine sıçtığımın duygusallığı ve hormonlarım yüzünden bu tuzaklara düştüğümü düşünüp eve geldim. Anneme durumu anlatırken yine bunalım moduna girdim, canım sıkıldı yine. Sonra uyudum, geçti.
Bünyem son zamanlarının en karışık duygusal buhranlarını yaşıyor, şu anda da acayip umursamaz modundayım; belki yarım saat sonra yine bunalmış ağlamaklı olacağım, sonra yine umursamayacağım ve sanırım böyle böyle bir aşağı bir yukarı seyreden duygusal grafiğim yüzünden, az biraz kalan sağlam aklımı da bu tercih meseleleri arasında kaybedeceğim. Fak dı öseyeme, kendimi senin yüzünden ergen gibi hissediyorum. Oysaki dün konuşmuştuk ve büyümüştüm ben anne?