15 Eylül 2010

"Dileğini tutmuş sayar sonsuzdan geri"

Bu doğum günümü kırmızı uçurtmalara ve tüm aşk sancılarına atfediyorum...


Sandığın kadar mutlu değilim. Kendi doğum günlerimde mutlu olmayı beceremem; ama başka insanların doğum günleri bana daha çok heyecan verir. O insanı tanıdığım için, o güne borcum varmış gibi hissederim hep. Kendi doğum günümde ise alacağım çok şey varmış da hiçbirisini alamamışım gibi buruk olurum nedense. Evet, ben de her zaman daha fazlasını isteyen insanoğlundan birisi olabiliyorum böyle zamanlarda. Alacak-verecek muhasebesinde hep açık çıkıyor ve sinirleniyorum. İyi olmanın ölçütü nedir bulamadım bi' türlü. 'Göreceli herhalde' deyip boşvermeye çalışıyorum...

Geçmiş yaştaki yaşanan her şeyin bir gecede olduğu gibi önüme serilmesi ürkütücü olabiliyor böyle doğum günlerinde. Özellikle, geçirdiğim koskoca 21 yılda sanırsam en kötü yaş olması gelen yaş konusunda da tedirgin ediyor. 'Bir yıllık kalkınma planı' yapamıyorum bu yıl, çünkü geçen yıllarda tutmadığını görmek yeterince tecrübe edindirdi. Evren, cidden ona itina ve sevgi ile gönderdiğim mesajları yanlış anlıyor. Vişne diyorum, elma çıkıyor. Elma yemeyi cidden sevmiyorum. Muhtemelen elma da beni sevmiyor. Bu da evrenin 'Haddini bil' deme şekli galiba.

Kalbim geçen yıldan daha çok kırık; ama idare edebiliyorum (sanırım). Bu yaşımda geçen yıldan ve önceki tüm yıllardan daha fazla şey yapmam gerek. 3 gün sonra gideceğim, bilmediğim yeni bir şehir; yeni insanlar, beni inciltecek yeni insanlar, beni mutlu edecek yeni insanlar, beni şaşırtacak yeni insanlar...İnsanlar ve yeni. Ben ve yeni. Yeni bi' düzenin içinde ben ve insanlar. Yeninin heyecan vermesi değil bu defa, yeninin çok fazla düşündürmesi ve ara ara ürkütmesi. İnsanları seviyorum, insanları bazen sevemiyorum; ama en çok kendimi seviyorum. Kimi zaman bencilce seviyorum kendimi, başka insanları da sevmemin nedeni kendimi mutlu ettiklerinden. Onlara sarıldığımda, ellerini tuttuklarımda, omuzlarına yattığımda kendimi mutlu hissetmemden. Bu sebepten dünyanın en şanslı insanıyım ben. İşte o 'insanları' düşündüğümde kesinlikle daha çekilebilir bir akla sahip oluyorum. Salt sevgi ile ayakta durabiliyorum. Kendimi severek, onları severek...Hep daha çok severek ve elbette sevildiğimi hissederek.

Bu defa diğerlerinden farklı olarak 'kabullenişlerim' var. Eskiden hep ''Keşke o güne geri dönebilsem'' diye iç geçirdiğim zamanlarım oldu. Belki bir şeyleri değiştirebilirdim; belki bundan daha iyi olamazdım ama yine de değişebilirdi, neden olmasın? Olmasın. Olmamalı-ymış. Olamaz üstelik... Galiba büyüdükçe bu kabulleniş süreci daha çabuk ve daha az sancısız işliyor. Artık değiştiremeyeceğim şeyler yüzünden yorulmaktan, kalbimin sürekli kırılmasından ve yürümem gereken her yolun tersi istikametinde koşmaktan aşındım. Biraz daha fazla yaş geçtikçe, deneyimler, öğretiler ve çok dahası bana aşırı tepkisizlik verecek diye korkuyorum ara sıra. Gururumun her geçen gün kırılmaya alışması gerek; çünkü 'bu böyle' ve değiştiremiyorum. Artık değiştiremeyeceğim şeyler yüzünden de hırs yapmak saçma geliyor. ''Ne gerek var?'' dediğim durumlar artıyor...

Bir kitabı okurken, bir filmi izlerken hep sonunu merak eder ya insan. Aslında tüm kitabı sırf o sonu için okuyor olduğunun farkına varır. Ben de kendi sonumu merak ediyorum, kısa vadede bundan beş yıl sonra nerede olacağımı mesela. 16 yaşımdan bu yana her doğum günümde yazdığım gibi, beş yıl sonra bugün ne yazacağımı merak ediyorum en çok. Aslında bu merak, belki biraz kaygı, heyecan ve çok dahası, yeni bir yaşı kutlamak için; yeni bir yaşa daha yola çıkmak için yeterli nedenler. Sırf bu merak ve heyecanla, en sevdiğim ayakkabılarımla yeni yaşımdan başka yeni yaşıma koşuyorum.

15 Eylül kutlu olsun! :)