Gece mektup, kahve ve tütün kokuyor.
Yazılacaksa yazılacak, yani bunların acısı bir şekilde çıkacak. Durduğunu hiç görmedi. Fitili bir şarkı ateşleyecek önce, ''Noluyor ya, iyiydik hani?'' diyecek sonra kendine. On dakikası bir önceki on dakikasına tutmuyor ki, yine hangi densizliğin peşinde? Boşverecek, fitili yanıyor; birazdan patlayacak.
-Patlamadan birkaç dakika önce.-
Bir arabanın ön koltuğu. Hava karanlık ve uzun farlar yanıyor. Kıvrımlı yollardan geçiyorlar, farların önünde karlar uçuşuyor. Arabada fitili ateşleyen o şarkı çalıyor. Kimse konuşmuyor, çünkü yol çok güzel kıvrılıyor. Her virajda farın belli belirsiz aydınlattığı dağlar ve yol kenarındaki ağaçlar görünüyor. Şarkı vadilerden tepelerden bahsediyor. Sabaha, şehre ve tüm insanlara çok uzaklar; ama aşka en yakın. Şarkı bitiyor, gözlerini açıyor ön koltuktaki 'gizemli kraliçe'. Az önce müziğin yaşattığı akıl tutulmasının farkında; ''Karşısı hep dağ...'' diye fısıldıyor. Şarkıyı başa alıp, gözlerini kapatıyor. Buralar hep kraliçe.
-Patlamadan birkaç dakika sonra.-
Tam beş dakika otuz dokuz saniyedir yerde ölü taklidi yapıyor. Kafası halıdan taşmış, ensesinde soğuk parke. Taş kesilmiş gibi hissediyor bedenini. Taşı tanımlıyor hemen kafası. Bir kadın, Ouse Nehri kıyısında ceplerine dolduruyor O'nu. Az sonra intihar edecek ve hepimiz bir gece yarısında bilinçakışı yazarken O'nu anacağız.
''Ne hoş bir güzelliği vardır, hafif adımlarla, dünyadan gülümseyerek geçenlerin...''
-Virginia Woolf