2015 Ekim’in ikinci haftası. Bu ülkede barış için yola çıkan beyaz güvercinleri öldürdüler. Eminim ileride toruna torbaya, yaşlı duygusallığımla ağlayarak ve ellerim titreyerek anlatacağım. En ufağı soracak: ‘‘Neden öldürdüler?’‘ Anneleri kızacak belki, böyle ölümlü dehşetli şeyler anlatıyorum diye. ‘‘Çünkü öldürdüler’‘ diyeceğim. Ve ben bugünleri hiç ama hiç özlemeyeceğim.
Mesleğimin henüz çok başı. En zor haftasıydı. Nerede durmam gerektiği konusunda ciddi sıkıntılar yaşadım. Hem güçlü durmam, güçlü yazmam, olayları iyi kavramam, konuşulanları kaçırmamam gerekti. Ama ben çok üzgündüm. Ve genç yoruldum. Binlerce insan yüzü geçti önümden, çoğu tanıdık; güçlü olmalarından gurur duydum. Ben o kadar değildim. Eylemlerde fotoğraf çekerken ağlıyordum gizli gizli, vizörün içindeki boşluk ıslanıyordu. Ellerim titriyordu, fotoğraflar bulanıktı, içimden slogan atıyordum. Kalbim kırıktı, erken yorulmuştum. Daha çok sigara, daha çok alkol. Daha fazla ağrı kesici. Ruhumun mutsuzlukla ciddi imtihanında, yine iktidar kazandı. Ben gece eve yürürken yine bu şarkıyı dinleyerek içeriye ağladım. Sokağımın başındaki ağacın önünde durup, biraz da ona söyledim şarkıyı. O da ağladı.
‘’Şu mermi içimi delmeseydi eğer, seni alıp götürecektim...’‘