06 Ekim 2015

Zaman akışta.

Mantık sistemim alarm veriyor. Kendimi unutabileceğim alanlar oluşturmaya çalışıyorum, bu derinlik bizi batırır; bunu kendime anlatamıyorum. Neler olduğunu, olacağını ve olmasını istediğim şeyleri düşünmeyi birkaç hafta önceki panik atak vak’asında bıraktım. Hepsi orada öyle duruyor. Ondan önce çözümleyeceğim her problem dağ gibi yığıldı ama her şeyin başı mutluluk. Bazen bencilce. Bu yüzden sorunlar daha minimal artık: Neden ayakkabımın bağcıklarının birisi çok güzel kurdele olurken diğeri olmuyor? Bu kuaför neden kahküllerimi yamuk ve çok kısa kesti? Zerrin böyle boşvermeyi nereden öğrendi?

Olağanüstü hâl ilan etsem, birisi de çıkıp ‘‘ya kızım saçmalama’‘ demez. Çünkü aslında öyle. Ben her şeyi stabil tutmayı kendi kendime deneme yanılma yoluyla öğrenmişken, birden bir şey oluyor; ne bileyim bir şarkı dinliyorsun, bir deniz kabuğu konuveriyor avcunun içine, bir fotoğrafa bakıyorsun, bir sandalın üzerinde oturmayı özlüyorsun, sonra bir bir yüzüne vuruyor yapman gerekenler, alman gereken kararlar, artık yazmanın zamanı gelen şeyler.

Gözlerim dolu dolu oturdum evin en serin köşesinde, sonbaharın ilk çorabını giydim, yağmur yağsın diye bekliyorum ve ‘zaman akışta’