İki gecedir, en az iki kere dönüyor odanın içinde bu albüm. Kaldı ki bu güzel Norveçli kardeşlerimizin nadide ‘ilk’ albümleri, komple dinlenince aranan tadı veriyor. Ben bu tadı aldığım esnada, perdeyi ayağımla estirmek suretiyle yarattığım etkiyi izliyorum. Ve perdeden başka bi’ şey düşünmemeye çalışıyorum. Bir nevi meditasyon.
Perde uçuşması hep bi’ romantik gelmiştir. Devinimi hatırlatır. Bilmem neden. Hem rüzgar hissi hoş bi’ şey bence. En sevdiğim yönetmenlerin de filmlerinde mutlaka o kadraj vardır. İşte neyse, perdeyi o kadar uzun süre izleyince rüyamda da perde görüyorum sürekli. Hep beyaz hatırladığım perde, çocukluğumdan net görsel hatıra olan anneannemin bej zemin üzerine turuncu kocaman çiçekli saykodelik perdelerine dönüşüyor. (Geçen gün bi’ yerde fotoğrafını görüp üzerine konuşmuştuk o perdelerin, kiminleydim hatırlamıyorum.) İşte neyse, perde dönüşünce çocukluğumu gördüm. Rüyamda hiç çocukluğumu görmüş müydüm bilmiyorum, kafa çocuk gibi işledi. Bir şeylerden korktum, ‘‘Çocuğum ya ondan korkuyorum’‘ diye bilgi notu düştüm kendime rüyamda. Bilinçaltım çocuk, bilinçüstüm -bilinçüstü ney be?- kadın. Telkin ve teskin ediyor. Biraz kendimin çocuğu oldum. Ve de annesi.
Sonra işte uyandım, ne çocukmuşum ne de kadın.