Yol. Cebimde badem var. Bu şehir benimmiş gibi yürüyorum, biraz da bu şehir benmişim gibi. Öyle kendinden emin, yere semsert basa basa. Reklam tabelaları. Bu kadar çok olmaması gerek, akla zarar. Aynı anda bu kadar mesajı alan bilinçaltılar için sıkıntılı durum. Buna bir düzenleme gelmemiş miydi? Fosforlu yeşilli-kırmızı olanlar daha fena. Hava karanlık. Yazın son günleriymiş de üstümde ince bi' hırka varmış gibi. Rüzgar da yok. Kimse telaşlı değil, şehir kendini slow motiona almış. Ya da ben, bilmiyorum. Kalbim yavaş atıyor.
Sırasıyla en sevdiğim mağazalar. Ve en çok öfkelendiğim. Millete tavsiye verip verip, bulamadığım kitap. Ben bu kitabı burada bulamıyorsam, sen neden buradasın diyemiyorum dükkana. Dükkanla konuşulmaz. D&R'daki adam, artık dergilerimi ortadan ikiye katlayıp poşete koymamayı öğrendi. Sıkılmıştım her defasında ''Lütfen katlamayın'' diyemeden, çoktan katlanmış dergileri poşete tıkıştırmasından.
Yol. No Land çalıyor. Mırıldanıyorum. Evimin sokağının başındaki ağaç. Uzun olmuş bu yoldan eve girmeyeli. Şarkı bitene kadar, bir de aşağıdaki ağaçlı yolu inip çıktım. Yolun başı, derin nefes. Yolun ortası, derin nefes. Ev. Kalbim normal atıyor.
İçimi bi'şey dürtüyor: ''Yazmadın epeydir...'' ''Dur hele şimdi ortalık karışık'' diyorum, ''Sığır gibi yaşıyorsun'' diye cevap veriyor. İçses dediğin kinlenmez, bizimki yalelli şu ara. Kendi kendime muhteşem laf sokabildiğim için, saçlarımı tararken gülümsüyorum. E-mail sesi gelince ''Yine mi iş!?'' diye sinirleniyorum. Açıp okuyunca, burada biriktirdiğim tüm şarkılar, hikayeler, notlar... Kendimi hatırlıyorum. Başlayıp yarım bıraktığım her projeyi, vakit bulamadıklarımı, artık sıkıldıklarımı, eskisi kadar öncelik vermediklerimi, artık ne yaptığımı...Kalbim biraz kırık atıyor.