19 Haziran 2016

His.

Günlük yaşam pratiklerini eziyete dönüştüren bi’ düşünce. Sık sık ve her defasında daha çok şiddetlenen baş ağrısı gibi gelen, ‘ben burada ne yapıyorum’ hissi. İçinde “Ne” olması onu bir soru yapmıyor. Soru değil, bir his olması da daha büyük sıkıntı. Boyutu uzay boşluğu gibi mesela. Hem soru olunca doğru veya yanlış bir cevabı olur, his olunca olmuyor. His bok gibi bir şey. Bence bi' hastalık adı olmalı, kesinlikle olmalı. Yapın bunu. Yazın. İlk denek ben olmalıyım. Rica ediyorum. 

Geçen sabah otobüs beklerken Ortadoğu’ya gitmeyi hayal ettim, gidip hiç konuşmamayı ve de. Adımın sadece ‘yabancı’ olacağı yerlere işte. Belki savaşın ortasında, ikinci günü yaşamadan ve yazamadan, belki dayanamam yaşamaya. Belki hani! Ya da bi’ gün öylece ofisten çıkıp, mutfağa kahve almaya gidermiş gibi. Az sonra döncekmiş gibi, ama dönmeyecek gibi aynı zamanda. -Kesinlikle dönmeyecek- DÖNERSE SALAKTIR!

En tehlikelisi bu ara, yol filmi izlemek. Modern zaman işkencesi, gidemeyenler için, gitmeye cesaret edemeyenler. Orada bir yer var uzakta, gitmesek de görmesek de bizim değil, olamıyor artık. Bir yer var, bir yerler var; buradan başka bir yerlerin olduğu düşüncesi bile -var ama sen orada değilsin-, bak nasıl cümleleri düşürüyor bu vasfı hepimizin ağzına sıçan keder. Zaten biz de bazı şeylerin ızdırabı skilemediği için bu haldeyiz.

05 Haziran 2016

‘‘Çok şanslıyım be!’‘ dedim.

Bu aralar ‘‘büyümek’‘ temalı yüce konuşmalar yaparken buluyorum kendimi. Sanırım yaşam gittikçe çoktan seçmeli bir hale gelecek, tecrübe dediğimiz şeyler de tüm bu seçimleri etkileyecek. (Böyle şeyleri geç anlıyorum.) Mesela ‘‘İnsan kotası’‘ diye bi’ şey geliştirdim. Bunun için birkaç hayatı terk etmen gerekiyor. Mümkünse de en zorundan başla. Günler geçtikçe aşık olunmamaya bile alışıyorsun. Yaklaşık 5 yıl, 5 ayda güç bela bir yerlere gömülebiliyor. İlki çok zor olsa da sonrasında hiçbir bahaneye veya değer yargılarına sığınmadan, iki parmağın ucuna sıkıştırıp en uzağa fırlattığın sigara izmariti gibi tak tak tak insanları çıkarabiliyorsun hayatından. Çünkü referans noktan çok kuvvetli. Bak bu muazzam bir güç-müş! Yanlış karar mı diye korkmamak gerekiyormuş, yanlış olsa bile bi’ şekilde doğruyu buluyor. Tüm o kontrol manyaklığın, keyifli bir sohbetin ortasında ‘‘Acaba trafiğe takılıp uçağı kaçırır mıyım?’‘ diye düşünürken, ‘‘Kaçırırsam da napalım sonraki ilk uçakla dönerim’‘ rahatlığına bile ulaştırıyor seni.

Birkaç hayata şöyle bi’ geçerken uğradım. Dinledim, dokundum, içtim, sinirlendim, ağladım ve sonra yürümeye devam ettim. En kötüsünden bile, birçok şey öğrendim. Mesela ‘‘Ben nasıl yapmışım böyle bir şey’‘ demek yerine, ‘‘İyi ki yapmışım yoksa kendimi bu kadar sevemezdim’‘ diyebilmeyi. Hayatımı sıksan, geri kalacak birkaç insana sarıldım sımsıkı ‘‘Çok şanslıyım be!’‘ dedim. Bunu diyebilmek için kötü hayatlar tecrübe etmek gerekmiş. Çünkü siz anlatsanız asla anlamazdım.

Not: İşimde -geneli düşündüğümüzde- güzel bir yıl geçirdim. Tatil rehavetine öyle bir kapılmışım ki bununla ilgili yazmayı planladığım yazıyı yazmadım…Hak edilmiş tatillerle ilgili her zaman güzel şeyler düşünmüşümdür. ‘‘Yıllık kalkınma planını’‘ bugün yaptım. Kendimi harika bir yıla hazırladım! Biliyorum, yoğun ve bol sürprizli olacak. Deli gibi merak ediyorum, önümüzdeki Haziran hala buralarda olursam hangi notu düşeceğim. İşte bizi hayatta tutan şey de bu öngörülemezlik ve merak dürtüsü!

Ben hazırım, yeni yayın dönemine başlayalım! :)