Günlük yaşam pratiklerini eziyete dönüştüren bi’ düşünce. Sık sık ve her defasında daha çok şiddetlenen baş ağrısı gibi gelen, ‘ben burada ne yapıyorum’ hissi. İçinde “Ne” olması onu bir soru yapmıyor. Soru değil, bir his olması da daha büyük sıkıntı. Boyutu uzay boşluğu gibi mesela. Hem soru olunca doğru veya yanlış bir cevabı olur, his olunca olmuyor. His bok gibi bir şey. Bence bi' hastalık adı olmalı, kesinlikle olmalı. Yapın bunu. Yazın. İlk denek ben olmalıyım. Rica ediyorum.
Geçen sabah otobüs beklerken Ortadoğu’ya gitmeyi hayal ettim, gidip hiç konuşmamayı ve de. Adımın sadece ‘yabancı’ olacağı yerlere işte. Belki savaşın ortasında, ikinci günü yaşamadan ve yazamadan, belki dayanamam yaşamaya. Belki hani! Ya da bi’ gün öylece ofisten çıkıp, mutfağa kahve almaya gidermiş gibi. Az sonra döncekmiş gibi, ama dönmeyecek gibi aynı zamanda. -Kesinlikle dönmeyecek- DÖNERSE SALAKTIR!
En tehlikelisi bu ara, yol filmi izlemek. Modern zaman işkencesi, gidemeyenler için, gitmeye cesaret edemeyenler. Orada bir yer var uzakta, gitmesek de görmesek de bizim değil, olamıyor artık. Bir yer var, bir yerler var; buradan başka bir yerlerin olduğu düşüncesi bile -var ama sen orada değilsin-, bak nasıl cümleleri düşürüyor bu vasfı hepimizin ağzına sıçan keder. Zaten biz de bazı şeylerin ızdırabı skilemediği için bu haldeyiz.