-Uzun süredir izleme listemde olan ama bi’ türlü denk gelemediğim belgesel Stories We Tell’i izledim. Daha ilk sahnesinde bu şarkı çalmaya başlayınca direkt bir bağ oluştu. Sevdiğim şarkıları unutmayı ve sonra kavuşma halini çok seviyorum. Bir yerlerde bahsetmişmdir kesin. İlk dinlendiği günlere götürür hep ve bu mucizeyi bildiğim başka hiçbir şey yapmaz. Belgeseli durdurup, şarkıyı Youtube’tan açtım: Serin bi’ Eylül sabahı, sahilde denizanalarının kıyıya vurduğu dönemler. Bunalımlı bi’ süreçten sonra kendimi spora ve sağlıklı yaşamaya adamışım. Ama görsen, mutluluk fışkırıyor her yerimden. Sabah sahilde çıplak ayaklarla kıyıdan yürüyorum. Kulağımda bu şarkı çalıyor. Kıyıya vurmuş denizanalarına basıyorum. Yumuşak ve eğlenceli bi’ his. Vokal yumuşak. Hava taptaze. Bazen durup dans ediyorum. Kendi etrafımda dönüyorum. Henüz bu kadar alkol kullanmıyorum, sigara içmiyorum. Henüz kalbim de bu kadar kırılmamış. Önce okulumu bitireceğim sonra çok büyük hayallerim var. Dünya benim. Ben, dünya kadarım. Derin iç hesaplaşmaya gitmeyeceğim: O taptaze havalarda güzel müziklerle sahilde dans etmeyi özledim. Bir de böyle şarkılar iyi ki var.
-Varlıkları nedeniyle sürekli teşekkür etme ihtiyacı hissettiğim insanların hayatımda olması harika bi’ şey. Bunun tadını ancak geçirdiğim kötü günler sonunda kafamı kaldırıp hayatıma baktığım zaman anlıyorum. ‘‘Çok şanslıyım be!’‘ diyorum. Bu aralar da bunu çok sık tekrarlıyorum. Saçımı tepeden topladığımda üzgün olduğumu anlayanından tut, gazeteden çıkmadan önce suratımın ifadesinden tuvaletim olduğunu ancak üşendiğim için gitmediğimi anlayıp beni tuvalete gitmem için teşvik edene; her S.O.S çağrısında yüksek istişare kurulumuzu toplayıp adeta Şansal Büyüka ve Erman Toroğlu pratiğiyle olayları yorumlanmasına, alkol alırken bir müddet sonra canımın çikolata çekeceğini bildiği için, benim almayı unuttuğum çikolatayı aslında çoktan alıp çantasından dans ettirerek çıkaranına, mekana eski sevgili girdiğinde oluşan gerginlikle benden daha çok mücadele edenine kadar daha sayamayacağım bir sürü küçük şeyden dolayı ben acayip şanslıyım! Zaten hayat dediğimiz şey de bu inceliklerin toplamı. Ve hepsinin borcunu ancak onları daha çok daha çok severek ödeyebilirim. Çünkü başka bir karşılığı yok.
-Bir gün bütün bunları unutursam diye yazıyorum. Saç dediğin uzar, duyduğun tüm yalanlar unutulur, kalp dediğin beş atımlık çoğu zaman saçmalayan bi’ organ ama hâlâ bu kadar incinebildiğin için hayattasın. Hep başka yerlerden kırılıyorsun belki, temel sebebi aynı olsa da. Bak bunu unutma, güveninden kırıldığında daha çok saçmalıyorsun. Ama bütün o bambaşka yerlerden kıranlara ve kırıldığın yerlere rağmen, aşık olabildiğin için, gözlerinin içinin güldüğü sabahlar için, bağıra bağıra şarkı söyleyebildiğin bir ağaçlı yolun olduğu için, dostlarına ve kendine sığınabildiğin için hayattasın. Seni var eden hiç bitmeyen kaosların, çoğu zaman kendinden taşan yaşama coşkun, bazen içine düştüğün bunalımların, ‘O burada’ dedirten kahkahan, bir saat önce kaygıdan öldüğün durumun aslında kaygılanacak kadar kötü olmadığında yaşadığın rahatlama ve bunun günde 15-20 kere olması, kalp krizi geçiriyorum diye kendini acile attığında aslında geçirdiğin panik atağın, yazı yazarken sinirinin bozulup aniden delicesine gülmeye başlaman ve bunun ofisin rutini haline gelmesi... Parçadan bütüne, kendini kabul edebildiğinde bir anlamı oluyor her şeyin.
Çok yorgunum ama, odamda gökkuşağı ve tekboyunuzlu at var.