“Ben o öfkeyle 8 köy yakardım ama, saçlarımı kestirip sessizce evime gittim. Bu, büyümektir”
Ruhumun artık bir yerlere gitmekten çok, bir yerlerden dönmeyi sevdiğini keşfettim bu defa. Bavul doldurmaktan çok, bavul boşaltmayı da. 5 yıl önce kendimi görmek istemediğim tek yerdeyim; ama neden bilmem 5 yıl sonra da burada olmak istiyorum şu an. Bu deli gibi mutlu olduğumdan değil, yorgun olduğumdan. 5 bin yıldır içimde bu öfkeyle buradaymışım gibi hissediyorum bazen. Öfkenin yerleşik bir düzeni var. Zaman zaman kırgınlığa dönüşüyor, ‘‘Şunun sivri kenarlarını bi’ törpüleyeyim” dediğimde asla beceremediğim bir bıkkınlık oluyor sonra... Bazen de bir bedduanın içinde yaşıyormuşum gibi hissediyorum. Her kimin dudaklarından bed döküldüyse adım, eminim benim suçum yoktur. Keşke masumiyet karinemi sorsaydınız. Elinizi bıraktıysam, artık elleriniz soğuk olduğu içindir. Bence önce kendinizi affedin.
Bu şarkı hızlı hızlı eve yürürken, shuffedan denk geldi. Işık hızıyla kendi evim yerine, şarkıyı ilk defa dinlediğim o eve gittim kafamda. Zaten bir kokular, bir de şarkılar ‘O an’lara net ve içi deşerek götüren... Şarkıyı 5 kere başa sarıp yolu uzattım. Evin etrafında dolandım durdum. Kendi evimi unutacak kadar dolandım, içine girip başıma kötü bir şey gelmesini bile umursamayacağım sokaklara gire çıka deştim içimi. Bağırmadan, ağlamadan, küfür etmeden, sessiz sedasız yürüdüm. Bu, büyümektir.
Eve gelip, birkaç saat önce son yıllarımın en kısa haline gelmiş saçlarıma baktım. Gazeteden aniden çıkmıştım. Kendimi attığım kuaförde daha önce böyle anlarımda saçlarımı defalarca kesmiş, sadece gözlerimizle anlaştığımız, sessiz sedasız iletişim şeklimizle her makas şıkırtısıyla bana aslında ‘‘Bu da geçecek” diyen Bülent’e çene hizamı gösterdim ‘‘Bu kadar kısa istiyorum” dedim. İkiletmedi. Gülümsedi, hiç soru sormadı. Canımı acıtmadan korkarcasına, sanki bir yaranın etrafına dokunuyormuş gibi şıkırdattı makasını. Kendimi hiç kapanmayacak bir yara gibi hissettim. Kan toplayacaktım, kabuk tutacaktım, bazen birileri gelecek kabuğumu kaldırıp kanatıp gidecekti, sonra ben daha sert bir yaraya dönüşecektim. Belki sonra enfeksiyon kapacaktım. Sonra yine tırnaklarıyla kazıyacaklardı. Yarayı kabullenmek de büyümektir.
Aynada kendimi ve kısa saçlarımı bıraktım. “Yarın sabah işe gitmeden mecburen alacağım” dedim. Sonra kendimi birden çekmece düzeltirken buldum. Çekmece, dolap, kitaplık düzeltirken içime dolan o müthiş rahatlama hissiyle birlikte. Sanki kafamın içini, bütün o olayları, insanları, ağır sözleri, bakmayan gözleri, tutmayan elleri, sevemeyen o kalpleri hepsini katlayıp düzenleyip küçültüp bir yerlere sıkıştırdım. Tutmayan elleri ve sevemeyen kalpleri en arkalara dizdim. Hepsini bir çorap topağının, özenle katlanmış bir kazağın, simetrik dizilmiş kitapların arasında bıraktım. Artık düzeltecek bir yer kalmayana kadar düzelttim. Aynaya hiç bakmadım, baksaydım çok ağlardım çünkü. Kendimi bu kadar hırpalanmış görmeye, gözlerimin artık ışıldayamamasına, saçlarımın her defasında biraz daha kısalmasına bir noktadan sonra tahammül edememekten korkuyorum çünkü hep.