13 Temmuz 2018

Orman.

Üç gündür bir ormanda yaşıyorum. Henüz adını bilmediğim ağaçlar ve seslerini tanıyamadığım bir sürü kuş var ama bu bilinmezlik bana ilham veriyor. İlhamsa daha çok düşünme payı ve yazma arzusu. Yeryüzünü ve doğayı içselleştirdiğin büyülü bir an var. Hani ağacı seversin, yere çöp atmazsın veya görgü kuralları çerçevesinde çevreyle aranda bir ilişki vardır. İçselleştirmeyle o ilişki bir üst seviyeye ulaşıyor. Saygı duymaya başlıyorsun artık ağaca, dalına, yaprağına. Aynı zamanda ormanda beraber yaşadığın her şeye. Bir ağacın gövdesine dokunduğunda mucizevi bir huzur hissediyorsun. Kolunda yürüyen karıncayı sakince masanın üzerine üfleme refleksi gelişiyor aniden. Ya da ağaçlardan düşen meşe palamutlarını toplarken yerdeki ota elin takılınca kopacak diye korkuyorsun. Onun da tıpkı senin gibi yaşayan, hisseden ve hatta anlayan bir varlık olduğunu biliyorsun. Tırnaklarının arasına toprak giriyor, ayakların hep kuru yaprak içinde ama kendini asla pis hissetmiyorsun. Aksine bu gördüğün her şeyle bütünleşme hali seni arındırıyor. Bir ağaç kadar diri, yemyeşil bir yaprak kadar taze olmak istiyorsun artık. 

Bu zamana dek bedenini ve ruhunu yoran her şeyden bir anda uzaklaşma kararı veriyorsun. Bıçakla keser gibi. Çünkü bildiğimiz anlamda "sağlıklı" olmak kendini doğayı koruduğun gibi korumaktan geçiyor. Burada bir karıncayı dahi düşünmeye başlarken diğer yandan bu zamana dek kendini hiç düşünmediğin gerçeğiyle yüzleşiyorsun. Doğayı severken kendini de sevmeye ve anlamaya başlıyorsun yeniden. Adeta bir rönesans! 

Bütün bunlar olurken ormanda tatlı bir rüzgar esiyor. Bu tatlılık tek bir an bile bitmiyor. Binlerce şükür bana bütün bunları kulağıma fısıldaya fısıldaya anlatan her bir ağaca, yaprağına...