+Bunları geçen sefer de anlatmıştın zaten. Sence esas sorun ne?
-Kelebekler! Her şey gittiklerinde başladı zaten.
Düşme hali istikrara kavuştu. Milli irade hadisesini de çözebilirsem, sanırım iktidarı da ele geçirebilirim. İnsan kendisinin diktatörü olmalı bazen. Neo kırmızı hapı aldığında Morpheus ona harikalar diyarını vaat etmişti. Benim kırmızı haplarımda henüz öyle şeyler olmuyor. Her sabah ve her akşam üstelik. Bilim beni kandırıyor sanırım, çok kırgınım.
Geçenlerde yine insan ilişkilerine dair fikirlerin havada çarpıştığı bir masada, “Acaba çabuk mı insan harcıyoruz?” konulu bir tartışma sürerken, henüz yeni tanıştığım ama o cümlesinden sonra ‘Hay ağzını öpeyim’ deyip kalkıp gerçekten öpmek istediğim bi’ kadın “32 yaşıma geldim, ben artık hırpalanmak ve kimseyi hırpalamak istemiyorum” dedi. Hepimiz öyleydik. Ama bunu cümleye dökememiştik. Bu yüzden hep bi’ sınır çizmiştik, bu yüzden ansızın çıkıp gidiyorduk aslında sırf bu yüzden de farkında olmadan zaten kendimizi hırpalıyorduk. O gündür bu dünyanın en naif isteği aklımın içinde dolanıp duruyor.
Hiçbir şeyin rutine binemeyeceğini anladığımda gazetede, masamda kafamı ellerimin arasına alıp kahvemin içine düşmüş saçımı izliyordum. Balmorhea çalıyordu, önümde yazarken sonsuz bi’ strese sokan bir haber duruyordu ve kafamdan ‘‘Acaba şimdi buradan çıkıp en uzak nereye gidebilirim?” sorusu vardı. Hiç bavul falan hazırlamadan ama, belki dolabımdaki en sevdiğim berelerimi alırım. Kendime cevap veremediğim için yazımı bitirdim, yazı işlerine teslim ettim. O anda gidebileceğim en uzak yer, içine saç düşmüş ve soğumuş kahveyi tazelemek için mutfaktı. Bu kısa mesafeden nefret ettim.
-Kelebekler mi? Bunda ne sorun var?
+Ben yürürken yanımda uçtuklarında beni koruduklarına inanırdım. Günlerce gitmezdi bu his. Şimdi kendimi korunmasız hissediyorum.