Kendi kendine konuşurken laf lafı açıyor. ‘Aman o konulara girmeyelim, rica ediyorum’ derken buluyorsun kendini. Ama kötü bi’ haberim var, o konular hep açılıyor; üstelik uzuyor da uzuyor.
Epeydir kendine yazmayarak büyük bi’
ihmal içerisinde olduğunu fark ediyorsun sonra. Hep başka klavyelere
dokunmuş parmakların. Bazen varoluş amacını unutarak yazmışsın, belki
inanmadığın onca şeyi. Bir arınmayı hak ediyorsun. Belki bir nevi günah
çıkarmak kendine. Bir anda her şeye düşman oluşun da bundan. Periyodik
çöküşlerinin aslında bipolarla çok da alakası yok. Bunun da bi’ sebebi
var. Behzat amirimin dediği gibi, “Kadınlar bazı dönemlerde bütün
dünyayı suçlamak isterler” Cinsiyetçilik yapmayalım, böyle adamlar da
tanıdım. Ne kalabilmiş ne de gidebilmiş bu dünyadan. Kendini bir yere
sığdıramamış, sığdıramadığı yerde kalmış. İnsani bir sorun bu yani.
Pencere
açık. Yaz kokusunu hala çok seviyorum. Yaşayamadığım tüm tatil
günlerini yüzüme vursa da, bir yaz gecesi sokağımdaki klavye
tıkırtılarını seviyorum. Geçen yaz asla bitmeyeceğini bildiğim bi’ kitap
yazmaya başlamıştım. Aynı yaz kokusunda bir sigara yakıp, gözlerimi
kapatıp yazmıştım. Üstüne koca bir ilkbahar, sonbahar ve kış geçti. Ben o
metne hiç geri dönmedim. Terk ettiğim onca şey gibi, onu da terk ettim.
Kışın sonlarıydı, Yunus öldü. En son O’na yazdım. Ondan sonra da yazamadım. Uzun zamandır bi’ şarkıya takıldım, hep O’nu söylüyor. Kendimi şarkıyı sürekli dinleyerek, o iskelede çocuk gibi ağlarken buluyorum. Tam bi’ yazıya başlayacağım hep O’na gidiyor. Bu yazının tam ortasında yine O’nu buluşu gibi. O’nu yazmaktan kaçsam da, her cümlenin yine O’nu buluşu gibi. Bilirsiniz, insan kaybettikleriyle yüzleşmek istemez. Evinin önünden geçerken Yunus hala balkonunda oturuyor. Birazdan zili çalacağım ve kapıyı gülümseyerek açacak gibi. Keşke…
Sana yol gösteren hangi güçse, bazen yanılmış olabileceğini düşünebilirsin. Günün büyük bir kısmı ‘Ben burada ne yapıyorum’ hissiyle de geçebilir. Bir gülüş de çelebilir aklını, belki nazik bir soru.Yunus'a anlatsam, eminim çok gülerdik diyorum bazen yaşadığım her şeye. Mutlaka benim görmediğim o muhalif noktadan görürdü. Hatta bana kızardı, “Zerrin, sen bu değilsin” diye.
"Kalbim kırık" dedim bugün birçok kere. Elimdeymiş gibi, hissediyorum sivri kenarları. Hayata karşı topladığım tüm motiveyi tek bir hamlede silip atan şey bu kalp kırıklığı. Geçeceğini bilmek asla bu kırıkların battığı yerlerin acısını dindirmiyor. Bir sigara daha yakılıyor geceye, bir yalan daha düşüyor belki gökyüzünden; sonsuz salaklığımla, Yunus'un kapıdan çıkarken bıraktığı son bakışı düşünüp her şeye inanıyorum.