31 Aralık 2022

2022 Z raporu

Bu yazıyı ayık yazma konusunda kendime verilmiş bi' telkinim vardı ama ele verir telkini kendi yer salkımı. (Salkım, olumsuz anlamda.)

Daha önce hiçbir yıl 2022 kadar hızlı geçmedi. Yıllar gittikçe mutasyona uğrayıp daha da hızlı geçmeyi geliştiriyor gibi. Tamam hepsi hızlı geçer. Tamam hepsine ne olduğunu anlayamayız. Ama bu öyle değil. Öncelikle bunu bi' kabul edelim. Sonrası kolay. 

Elbette herkeste ihtiva olduğu kadar bende de ekonomik sıkıntılar, siyasi açmazlar (siyasetin içerisindeyseniz bu bazen ötanazi talebine kadar gidiyor), müthiş başlayan ama sonra felakete ve yerleşik bir yas haline dönüşen ilişki, ambulanslar, hastaneler, yatış işlemleri, meslekten bezmek ve diğer insanlar (bu kategori derin ama önemsiz, keşke önemsiz olduğunu hayat pratiğinde de öğrensem yazarken tabii kolay) Bunlardan bahsetmek istemiyorum. Güzel şeyler de oldu. Kötü hep oldu zaten, yazarsak bir yerlerde kalır hepsi. Sonra okur yeniden yeniden hatırlarız. 

Herhangi bir güzel yaşanan anlatmaya başlamak istedim. Sırası ne olur diye düşündüm ama kafamda bir sıralama yapmadığımı farkettim. Sonra hangisi en mutlu andı diye düşündüm ve HEPSİ! dedim. Bunu bir sıralamaya sokmak istemiyorum. 

EVDE MUHTEŞEM 15 GÜN!

Blogta bununla ilgili en az 2 yazı var. O derece güzel bir tatil planıydı benim için. Lafı geçtiği her yerde bu şekil tatili övüyorum ve insanlara da bunu yapmaları konusunda öneride bulunuyorum ne haddime diye düşünmeden. Kendimi özlemişim resmen. Canımın sıkılmasını. Normal tempomda küçük hesaplara düşüp 'buna zaman ayırmak çok gereksiz şu an' deyip asssla yapmayacağım şeyler yaptım. Yaşadığım alandan başladım. Eve taşınalı 1 yıl olmuştu ve duvarlarım bomboştu. Daha önce dekorasyon için birkaç şey almıştım. Onlarla başladım. Çalışma masamın üzerine tel panolardan çakıp üstüne de polaroid fotoğrafları astım. Hepsi mutlu anlar. Zaten üzgün anda fotoğraf da çektirilmez bence. Neyse. İçinde bir sürü arkadaşımın olduğu fotoğrafların hepsini çok seviyorum çünkü hepsi güzel bir yaşananı hatırlatıyor. Panoya inovatik yaklaşarak etrafına led ışık da sarınca tamam oldu. Geri kalan duvara da yazlık için aldığım ama 'bu çok iyiymiş burada boşuna durmasın' diyerek eve getirdiğim ahşap-halat malzemeli üçlü rafı astım. Aynı anda birden fazla kitap okumak gibi saçma ve gereksiz bi' huyum olduğu için diğer büyük kütüphane yerine güncel okuduğum kitapların burada olması çok iyi oldu. O günlerde bu işlerle uğraştığımı bilen Ogan da, bir tabloyu çok beğendiğimi ama satılmadığı ve remakeini de yaptıramadığım için bir duvarımın boş olduğunu biliyordu. O da boş bir duvarı için daha yeni bir duvar örtüsü almıştı ve duvar örtüsüyle de acayip mutluydu. Gördüğünde aklına benim geldiğim bir duvar örtüsü seçti, hediye etti. Örtüde de Kanagawa’nın Büyük Dalgası şaheserinin baskısı vardı. Aşııırıı ayrı bir ruh kattı odaya. Dekorasyon dışında müthiş diziler, filmler izledim. Film izlerken uyudum uyandım. Bazen gözlerimi açar açmaz spoiler yedim. Kâh filmi kapatıp uyumaya devam ettim kâh uykum açıldı, kaçırdığım yerleri geriye alıp yeniden izledim. Yaz aylarında 13 yıl sonra yeninden hortlayan bloga açtıktan sonra hiç zaman ayırmamıştım, o yüzden sevgili Velvele Hanımla ilgilendim biraz da, hoş oldu. Altı kapaklı gereksiz devlikte olan elbise dolabımı komple döküp milimetrik nizamda katlayıp yeniden yerleştirdim. Kafamın nasıl temizlendiğini, rahatladığımı anlatamam. Bir şeyleri düzelterek kendimi sakinleştirme anksiyetem yüzünden keyifli anlar da yaşamıyor değilim. Hep zulüm değil ya. Velhasılı, evde olmak müthişşşşti. Canım kendim, yine geleceğim.

VELVELE HANIM

Yaz aylarında işin biraz da sakin olduğu bi' dönemde önceden yazmaya başladığım ama epeydir üzerinde çalışmadığım bir öyküyü ararken bambaşka bir şey buldum. Kader ağlarını o anda belki de benim yeniden kendim için yazmaya başlamam için örüyordu. Sıkı sıkı hem de. Ben de bunu iyi ki tam bir mal gibi geri gevirmedim, oturdum çalıştım. Büyük bir şevkle 2009 yılında başladığım blogtaki 250 yazıyı okuyup eleyip düzeltip yeniden yayına aldım. Diğer sağlayıcılarda olan blogları da topladım mı benden harikası olmadı! Sonra Velvele Hanım açıldı. Açılış süreciyle ilgili mutlaka yazmışımdır bir daha yazmıyorum. (Ama bu yazıya sonradan, ikinci defa anlattığım şeyleri 'aha bak burada anlattım' diye bağlantı verirsem çok tatlı olurmuş.) Blogun böyle derli toplu olması çok şahane. Dün akşam da Ecemle aynı şeyi konuşup bu derli topluluğu övdük. Hatta överken O'na da yapması için şuursuzca gaz verdim. 2023 planlarına aldı. Kararlı görünüyordu. 

AY VALLAHİ 34 OLDUM

Geçenlerde yaş almayı sevdiğimi düşündüm. Resmen bir yaş daha artmak, o sayının değişmesi gibi hadiseler bende ayarsız coşku yaratıyor. O yüzden galiba bu sevgi dank edişinden sonra her yaşım ayrı bir keyifli kutlanıyor. Hayatımın cidden büyük şansı olan çekirdek arkadaş grubum, ailem, iş arkadaşlarım her defasında benim yaş coşkuma ortak olmak için kutlama yapıyorlar. Doğum günüm tam da bu coşkuya ihtiyaç duyduğum bir döneme denk geldi. Acil müdahale gibi de düşünebiliriz. Güzel kalp masajları yapıldı bana da o günlerde. Kutlu doğum haftası gibi kutladığım için dozu da yeterliydi, sıkmadı ve yormadı. Kendimle kutladığım anlar da çok anlamlıydı. 

Ara not: Tam bunları yazarken, akşama çok da ayık olamam diye yeni yıl aramalarına başladım. Hepsi de yukarıda anlattığım insanlar. Hepsiyle ayrı güzel kurulan bağlar. Gerçi bu romantikliğe rağmen Özgür abiyi ararken, rehberde bir altındaki Özgür Özel'i yanlışlıkla aramaktan son anda döndüm. Şu kafayla siyaset konuşacak değiliz.

SİNEMAYA DÖNÜŞ 

Sinemaya dönmek çok uzun bir süredir aklımda. Ama sadece aklımda olan bir duygu değil, daha keskin bir his. İstiyorum deli gibi. Öyle gazeteciliği bırakıp dönmek de değil, belki yeniden güncel sinemayı takip etmek, ya sinema hakkında ya da senaryo, öykü vs yazmak. Bu keskin his zamanla ihtiyaç hissine dönüştü. Film izleme tempomu artırdım, güncel sinema okumaya başladım. Hafif tempoyla ısındım. Şimdi film galamın gerçekliği bana çok uzak değil asdksfjaş. Şakası bir yana tıpkı benim gibi bi' halde olan Muratla etkileşime girdi fikirlerimiz. Önceden iş arkadaşı olduğumuz için birbirimizin üretim kafasını ezbere biliyoruz artık. Murat bir süre önce istifa etmişti. Kendi ajansını kurmuştu. Üretmeye bir hayli kafası ve vakti oluyordu. İkimizin de aynı anda tanık olduğu bir hikaye vardı. Onun olmadığı bir yerde ben o hikayeyle ilgili yeni bir gelişme yaşadım ve hikaye artık 'YAZ BENİ' demeye başladı. Gördüm ve artırdım Murat'a birden "Murat bunu çekelim!" dedim. Coşkuma olan aşinalığıyla kararlılıkla cevap verdi: "Çekelim!" Akşam ofisten çıkıp Murat'ın ofisine koştum. Girer girmez "Bak uzun zamandır sinema konuşmuyorum hazır mısın gece yarısına kadar sinema konuşmaya" dedim güldük. Gerçekten de konuştuk. Ve bu ilki hariç başka iki hikayeyi daha çekmeye karar verdik. Büyük bir heyecanla ilk filmi detaylandırdık, çekim takvimi çıkardık. 7-8 Ocak'ta çekimleri yapacağız, izinler alındı bir tek yasal prosedürler kaldı. Onlar da bu hafta netleşir. Sonra tatlı bir film galası yapacağız. Ben bu konuda biraz heyecanlı ve coşkuluyum sanırım. Bir araya getirmek istesem zorlanacağım ama çok çok sevdiğim insanlarla dolu bir sinema salonunda filmimi izleyeceğiz. Sonra sarılacağız bol bol. Arabaya çiçeklerimi taşımakta zorlanacağım asdldgkşss. İçmeye de gidilecek tabii o gece. Gala after party tabii ne sandın. Galadan sonra da filmi festivallere yolcu edeceğiz. Asker uğurlaması gibi, film uğurlaması yapacağız yani. 2023 planlarımdan genel olarak bahsetmek gibi bir niyetim yok ama, 2023 planlarım içinde üç hikayenin de filmini çekmek var. Görgüsüz gibi üçüne de gala yapmayacağız tabii ki. 

Daha böyle bir sürü güzel yaşanan var bu yıl ama başlık açıp altını doldurmadan da kısa kısa not düşülebilir. Mesela Sinop'taki festival ve kamp şahaneydi, çalıştığım AB projesi değerliydi çok şey kattı. Yaz aylarında çok güzel bisiklet sürdüm ve müzik dinledim. Yılın yarısını kendime sakladım. 2022 yeniden yazmaya başladığım için kendimi de hatırladığım bi' dönem oldu. Yazarken kendimle kurduğum iletişimin hazzı hiçbir şeyde yok. Okuduğum bir makale beni başka bir dala yönlendirdi. Araştırma alanı açtı. İlgimi çekti ben de hakkında daha çok kitap aradım buldum okumaya devam ediyorum. Sonra akşamları sahilde oturduk bol bol. Kumsalda çıplak ayak dans ettim defalarca. Nevin'in doğum günü harika kutladık. Yazlığa çok gidemesem de her defası çok keyifliydi.    

Ara not: Anlatmak istediğim daha çok yaşanan güzel an var ama yazmaktan biraz sıkıldım. 15:21'den bu yana yazıyormuşum. Saat 17.04. Yanlış hesaplamıyorsam 2 saat 25 dakika falan. Bir sürü kez de kalktım, telefonla konuştum üstelik. Sonra devam ederim belki. Belki de etmem. Bu konularda hiç söz vermem.

02 Kasım 2022

Gümüş ipler.

Bu ara her şeyin gümüş ince bi' iple bağlı olduğunun farkında. Zaman sonra bazı ipler gittikçe sağlamlaşırken bazıları da çat diye kopuveriyor kendiliğinden. Sanki kopan ip O'ndan bir parça değilmiş gibi hissediyor aniden. Vazgeçtiği her şeye uzaktan bakıyor. "Zaten" diyor kendisinden emin, "Hiç oraya ait değildim, sadece kısa bi' an olmak istedim" 

Bazen büyük öfkeleniyor. Bütün o gümüş ipleri elleriyle çekip çekip koparmayı planlıyor sinsice. İplerin ellerini ne derece kesebileceğini hesaplıyor. Neleri, ne kadar kanı feda edebileceğini ve çekebileceği acıyı düşünüyor bir de. Her biri bambaşka his bıraka bıraka ipleri kopardığını prova ediyor aklının içinde. Hayal kırıklığı, hafifleme, pişmanlık, öfke, rahatlama, ukde, özgürlük ve bazen hissizlik...

Boş teneke sesi hissediyor aklının içinde. Aklı bomboş, tek bi' düşünce çarpıp tekrar ediyor kendisini çeperlerinde. İpleri kesmek... İpleri koparmak... İpleri yakmak... Bu her yerine dolanmış, yer yer boğazlamış, nefesini kesmiş, ayak bileklerini sıkmış, kalbinde tur ata ata tam ortasından ikiye ayırmış iplerden kurtarmak istiyor kendisini. 

İki şişe şarabın ilk öpücük süresinde bitmesinin ardından tam da zamanın geldiğini anladı. Aynanın karşısında yavaş yavaş soyundu. Çıplaklığının sarı loş ışıkla bütünleşmesini sevdi. Evde ne kadar kesici alet varsa banyoya topladı. Birkaç bıçağı birbirine sürtüp bilerken çıkan sesten irkildi. Ateş gerekirse daha da yanıcı olsun diye aseton, saç spreyi ve doedorantı da yanı başına yerleştirdi. 

1 saat 26 dakika boyunca bir tane bile ipten kurtulamadı. Kesmeye, elleriyle koparmaya ve yakmaya çalıştı...Elleri kanadı, bıçakların hepsi köreldi ve ateş bitti. Kendisini soğuk suyun altına bıraktı ve sadece ağladı. Yeterince üşüdüğüne kadar verdiğinde titreyerek eline geçen ilk havluya sarıldı ve haline acıyıp gevşemiş iplerle yatağa uzandı. Elleri hâlâ kanıyor mu diye baktığında, tek bi' çiziğin dahi olmadığını görünce ağlama krizine kaldığı yerden devam etti. 

"Ağladıkça açılırsın" tezini çürüte çürüte battı kendi içine. Boğuldu sonra. Bir şeyler mırıldandı çok içten, ahvalini hiç böyle yalvararak anlatmamıştı çünkü...."İstemiyorum" dedi hıçkırığının arasında, "Bu ipleri istemiyorum. Vazgeçiyorum hepsinden, yoruldum. Kalbim çok yoruldu. Bir bağım kalmasın hiçbir iple. N'olur!" Cenin pozisyonuna geçip tekrar tekrar ve uzun süre sayıkladı, ağladı. Sayıklama ve ağlama şiddeti yavaş yavaş azalıyordu. Uyuşmuştu çünkü ağlamaktan. Biraz daha iyi nefes alabilmek için sırt üstü yattı. Ağlaması teoride bitmiş olabilirdi ama gözleri ve burnu akışı asla kesmemişti. 

Arada bir iç çeke çeke kaldı öyle. Bu yeryüzünde değilmiş gibi, hiçmiş gibi. Gözleri açık kaldığından çok kapalı, kıpırdayamayacak kadar çökmüş ve üşümüş haliyle durdu hem de. Sağ gözünün minicik açıklığından bi' pırıltı gördü. Hatta az önce kapalı gözünün o pırıltıyı hissettiğine dair yemin bile edebilirdi. Pırıltı heyecanlandırdı. Açabildiği hızda, açabildiği kadar açtı şişmiş gözlerini. Teninden sakince kopup havada ışıldayarak süzülüp uzaklaşan gümüş ipleri izledi. 

Bomboşluk.

12 Ekim 2022

Bilirsin hep hallederim.

Ayarsız enerji, havadan gelen mutluluk, asla yorulmama, az uyku, hızlı ve çok konuşma, tehlike arzusu, durduk yere bi' şeylere yükselme... Bence her şey harika ama psikiyatrıma bildirsem ilaç dozu artıracak. Bu akşam eve gelirken kendimle verimli bir pazarlık yaptım. Hayatımı gerçekten tehlikeye sokma eğilimine girinciye dek kimseye bi' şey bildirmeyeceğim. Çünkü bu halimi aşşşırı seviyorum. Günde kendime üç kere 'Enerjini skeyim' desem bile seviyorum. Kontrollü mani döneminin müptelasıyız. Yılda bi' kaç defa denk geliyoruz, keşke daha fazla olsa. Tek sıkıntısı bisikletle çok hızlı indiğim yokuşlar ile alkol ve bilimum şeye fazla düşmek oluyor. O da kontrolde, o iş bende!

Eylül ayının yarısını kafam yüksek, uyuyarak, film izleyerek ve yazarak geçirdiğim için Ekim ayına adaptasyon zor olur diye korkuyordum ama öyle bi' yoğunluğun içine düştüm ki, afallamaya vaktim olmadı. Gittiğimde 'Sen yokken skandala karışmadık çok şükür' denilerek sevinçle karşılandım. Arayı hızla kapatıp uzun soluklu yeni bi' projeye kanalize oldum. Alnımızın akıyla çıkacağız buradan da!!! 

Ofiste yeterince yazmıyormuşum gibi, doğum günümden sonra başladığım öyküyü hâlâ gelip gidip kurcalıyorum. Ne çıkar bilemiyorum ama köşede üzerinde çalıştığım bir metin olması hep hoşuma gidiyor. Bazen sıkıcı bi' toplantıdayken, not defterimin en arka sayfasına öykü için notlar alıyorum. Akşam dönünce keyfim de yerindeyse pıtır pıtır notlarımı ekliyorum. 

Şu dönemin ekmeğini yemeye bayılıyorum. Çıkışı zor oluyor ama hallederiz sanırım. Bilirsin hep hallederim.


05 Ekim 2022

Konu neydi unuttum.

Bisikletle yokuş aşağıya hızla inerken yavaşlamak zorunda kalmaktan nefret ediyorum.

Ama konumuz bu değil...

Birkaç gündür iyi tempoda bi' şeyler yazıyorum. Aklım bazı kelimelere takılıyor bazen, birkaç saat çağrışım havuzlarında kelebek yüzüyorum. Az önce mutfak penceresinden giren beyaz bir kelebek kondu üzerime. Aşırı mutlu oldum çünkü hayatımda ilk defa beyaz kelebek üzerime kondu. Özel bi' heyecan bu. Çünkü ne zaman beyaz kelebek görsem mutlu olurum. İşler yolundaymış gibi. Koruyormuş gibi. Apartmandan çıkar çıkmaz veya ofis yolunda pedallarken yanımdan uçup gittiğinde "Beyaz kelebek görülen gün güzel geçer" derim kendi kendime hep. Gariptir, akşamın bu saatinde olmasına rağmen o kadar doğru bir anda kondu ki. Beyaz kelebeğin enerjisini aldım, o an orada olması gerektiğine inandım. Belki kurtarış. Hachiko'nun topu ilk ve son defa götürüşü gibi işte. Ben çabuk bırakmadım kelebeğin yarattığı hissi. Odama kadar taşıdım. Sigaraya taşıdım. Su içtim ona bile taşıdım. En son buraya taşıdım.

"Bu gece bu hissi son kez yaşayacağım ve yarına hiçbir şey kalmayacak" yazmıştım tıkır tıkır. Kendine sıkı biçimde söz verdiğin o konuda asla yazmayacaksın ama. İrade göstermen lazım. Hayatında bi' şeye de irade göster. İlk bununla başla o zaman... Elbette bunları hatırlamadan da yaşayabilirim. Beyin belli bir yerden sonra silmeye başlıyor. Sen unutuyorsun ama recycle klasöründe bekliyor. Beyin çok çok gerekli bi' şey olmadığı sürece geri getirmez. Getirmedikleri var bak. Mesela ben lisedeyken çok fırtınalı bi' ilişki yaşamışım. Çocuğun adı da Utkuymuş. Bir yerde konusu açıldı ben de öğrendim lisede böyle bir ilişkim olduğunu. Ama böyle bi' ilişki yok benim kafamda. Hatta bırak ilişkiyi Utku diye birisini de hatırlamıyorum. Bana bir sürü anı anlatıyorlar. Hiçbir yerinden yakalayamıyorum olay örgüsünü. İşin kötüsü anı benim anım ama herkes orada, herkes her şeyi hatırlıyor bi' ben orda değilim. Benim yerime epey yaşayan olmuş. Hâlâ nasıl bu kadar keskin biçimde unutabilmiş olmama şaşırıyorum. Sevindirici olan, bi' kere olduysa yine olur. Ürkütücü olan acaba böyle unuttuğum başkaları da var mı? Bence konuyu iyi dağıttım.

Zaten her şey Spotify'da listeden gelen bazı şarkıları ivedilikle değiştirmeye başladığımda boka sarmıştı. O şarkılar aslında çoktan 'dinlenilmemesi gerekenler' klasörüne gitmeliydi biliyorum. Ama o şarkıları duyunca ne zaman hiçbir şey hissetmeyebilirim bilmiyorum. Zaman aralığı nedir bunun emin değilim. Daha önce ne kadar sürede silinmiş tamamen bilmiyorum. Gerçi tamamı silinmese de olur. Ben hepsini güzel hatırlamak istiyorum. Ölülerin de arkasından hep böyle iyi konuşulur ama şimdilik hatırlamak göğüs kafesimdeki taşlara bir yenisini ekliyor. Bu konu da böyle dağıldı.

Acıttı ama yere de sermedi. Bütün oklar bu yönü gösteriyordu. Ama konumuz bu değildi. Kalbimin ne zaman soğuyacağıyla ilgili derin bir tartışma halindeydik. Aslında akış aşağı yukarı belliydi. Bir yerden sonra kime ne kadar kızgın olduğunın önemi kalmıyor. Çünkü ruh kendini onarmaya başlıyor. Hayatta kalma refleksi gibi. Daha sonra o mevzu hiç açılmamaya başlıyor ne kendinle ne arkadaşlarınla... Ama uzun aralıklarda da arkadaşlar bir yokluyor. Sonra işte sanki bir sabah uyanıyorsun da hiçbir yerinde yok. İçin bomboş. Tatlı bi' boşluk.... Bomboşluk.

Konu neydi unuttum.

21 Eylül 2022

Kendimle flörtleşiyorum.

 -Evet evet elbette bunlar da birine yazılamadığı için buraya yazılan şeyler işte...

 Hayatımın en kaliteli tatilini yaşıyorum. Bavul yok, araba yok, kalabalık yok, ay check outtu ay mekana yetişmesiydi dertleri de hiç yok. Sürekli planını yaptığım ama bi' türlü yıllık izinle taçlandıramadığım tatile sonunda çıktım. Aslında tatil planı asla bu değildi ama plan kurma esnasında aramızdan elenenler oldu. Sonra ben asla yalnız başıma değil ama tek başıma tatil planı yaptım. Tam o dönemde de halihazırda yaşanan bir dram var, kendimden başka hiçbir şeyim olmadığı için elbette bu dramaya kişisel gelişimli kitapları pansuman yapa yapa müdahale ettim. Kişisel gelişim kitapları okuma yaşına gelmişiz demek ki... Olsun bu da güzel bi' deneyim olabilir. Harika planı yapmadan önce de kendimle flörtleşiyordum. İnsan nasıl kendiyle flörtleşir deme, bilmiyorum ama ben flörtleşiyorum. Tavsiye ederim siz de flörtleşin. Şu an okuduğum kitapta zihnin susturulduğu zaman öze ulaşabileceğinizi söylüyor. Orada başka bir tartışma konusu var oraya girmek istemiyor. Özle ilgili tanrı mı kasıt ediliyor yoksa neyle? İşte ben de tam bu süreçte zihnimi susturdum ve ilk kendi sesimi duydum. Büyülendim. Knight'ta level atlar gibi ışıklar delirdi her yerimde. Tam o anda "O TATİL BU TATİL" dedim ve apart topar tiksinerek tuttuğum ucuz tükenmez kalemlerle hiçbir anlamı olmayan imzamdan attım birkaç kağıda. Özgürlüğümü bana dışarıda geçirebileceğim sınırlı sayıda günle lütfeden kağıtlardı da aynı zamanda. Ve değeri bir A4 kağıdına denk geliyor işte. Öf çok kağıt dedim.

Su içip sigara yakıldıktan sonra başlanan taptaze paragrafa hoş geldim. Hah mükemmel, olağanüstü ve delirtici harika tatil planımdan bahsediyorduk. Planım normal olmaktı. Sıradan bi' sabaha uyanmak, sıradan şeyler yapmak. Akşamüstü bir kırpırdanmalar can sıkılmacalar. Sonra günbatımını kaçırmamak için apar topar bisikleti alıp çıkarak vites artıra artıra sahildeki o sevdiğin kahveciye inmek belki de. Ahşap zemine dokunan güneş ışığının zerafetini izlemek hayran hayran. Sonra bisikletin sepetine doldurabildiğin kadar kedi-köpek maması almak. Fotoğraflara ve şarkılara tutulmadan sadece ama sadece kendimle geçirebileceğim planlar yapmak istiyordum artık. Hamdolsun yaptım asdjklkş. Burada anlatılanlardan daha güzel gidiyor üstelik ahahah.

Üst paragrafın son kelimelerinde bilgisayar dondu. Ben içerisinde asdjklkşş gibi harfler olan randomları daha çok seviyorum. diğer dkdkdmfmf diye yapılan randomları beğenmiyorum. Evet, bildiiiiim derdimi s. Benim bir önceki emektar Sony Vaio da böyleydi. Aniden donup ve her şeyi bırakıp çıkıp gidiyordu bu hayattan. Asla ekranda uzun bir süre hareket yok, fan deli gibi çalışıyor. "Ah bu kesin patlayacak ya" diye korkuyorsun. Ona benzetip hemen bu emektara format atabilecek arkadaşlarımı gözden geçirdim....Yunus? Bahadır? Deniz? Ümit? Aaa iyi iyi bayağı ASLAN PARÇASI varmış. Gideyim de her yerde bilgisayarım bozuldu yetişin a dostlar yangını vereyim ben. Evet.


18 Eylül 2022

Season 34 episode 1: "Keep shining!"

Çok sevdiğin bi' dizinin yeni sezonuna başlamak gibi. İntroya aşinalığından, ilk duyduğunda bi' mutlu hissediyorsun. Ayın 14'ünde başlamışım bu yazıyı yazmaya, ayın 18'i bugün. Gelip gidip bir şeyler yazmışım, hiçbirisi konuyla ilgili değil ahahah hazır kendimi yakalamışken yeni yaşa notumu düşeyim. 

Bir haftadır doğum günü kutluyoruz. Tamam her yıl coşkulu olurdu da bu sene başka bi' keyifle kutladım. Bol bol sarıldım, öptüm, dans ettim sonra aynılarını bir daha yaptım, sonra bir kere daha... Birkaç kere de yalnız kutladım mesela. Birinde yeterince yüksek bi' halde bisikletle çıktım. Ara sokaklarda dolandım. Güzel ağaçlı ara sokaklardı hep. Sonra bira alıp bisikletimin sepetine koydum, hem bisiklet sürdüm hem de arada bi' durup içtim. Kaldırımda oturdum, müzik dinledim. Sonra çok sevdiğim bi' park vardı içinde bir sürü çam ağacı olan, orada oturdum sokak köpekleriyle. Eve gelip biraz daha dans ettim... 

30'larla birlikte kabuğum daha da sertleşiyor. Hâlâ birkaç duygunun üstesinden gelmeyi tam anlamıyla başaramasam da, yaşam şeklimi basitleştirip mutlu olmaya odaklandığım bi' dönem. Bitirdiğim yaşta bu konuda pratik yapma şansı buldum. İş ve özel hayat dengesini kurmayı, ilişki ve kendin arasındaki teraziyi hakkaniyetli ayarlamayı, dostların ve kendin arasındaki bağı gittikçe derinleştirmeyi ve en önemlisi kimseye değil en çok kendime ihtiyacım olduğumu öğrendim. Kıştan yaza, yazdan kışa doğru bi' sonbahar akşamında tüm dostlarım yine aynı fotoğraf karesindeyken "Şükürler olsun, aşırı şanslıyım" dedim. 

Yılların geçişi, büyüyüşüm, yol alışım adı her neyse işte, beni hep heyecanlandırdı. Hep sonraki aşamayı merak ettim. Hep yeniyi, değişen şeyleri arzuladım. Galiba bu yüzdendir ki son yıllarda doğum günlerim hep böyle neşeli ve aşırı eğlenceli geçiyor. Benim mutluluğumla herkesin mutlu olması ayrıca muhteşem bi' şey. 

30'lar aynı zamanda ışıl ışıl parladığım yaşlar. Bunu bazen hiç tanımadığım başkaları da söylemeseydi gerçekliğini tartışabilirdim. Üstelik yıllar geçtikçe parıldayışım daha da kuvvetleniyor. Öğrendikçe, anladıkça, kafamda her şeyi oturttukça, özgüvenim daha da arttıkça, başarılı oldukça ve çok sevdikçe daha da parlıyorum. O yüzden bu sene üflediğim tüm mumlarda aynı dileği diledim: 

"Parıldamaya devam et!" 

:)

16 Eylül 2022

Hayat bazen böyledir.

-Düşünsene 15 saniye önce böyle bir şeyden mutlu olabileceğin dahi aklına gelmezdi. Belki iyi ki yaşıyorum ulan çok mutluyum dedirten bu ibretlik hikayeden ani bi' dönüş. Zaman makinası da bu yüzden yapıldı zaten. Ne sandın? Ay neler diyorum ben biliyor muyum? Az önce ilk defa gerçek bir yazar gibi ellerimi serbest bırakıp sigaramı ağzıma sıkıştırdım. İki elimle yazıyorum ama sigaraya asla dokumadan içmeye devam ediyorum. Dumanlar tütüyor, küller düşüyor ama asssla umursamıyorum. 

-YouTube'tan aldığım tadı hiçbir zaman Spotfy'dan alamadım. Adını her defasında bakarak yazıyorum zaten. Öyle saçma sessiz harfler yan yana getirilir mi? Saçma sessiz harfler. Evet. Şu an yazıyor oluşumun yarattığı his çok büyüleyici. O yüzden ne yazdığımın hiçbir önemi yok. Hayat bazen böyledir.

-Son birkaç gündür YouTube'tan bunaldığım kadar hiçbir şeyden bunalmamıştım. O zamana dek bi' şekilde irade ve sabır gösterip reklamlara tahammül ediyordum. Ama galiba sonra orada bir şeyler oldu dozu mu ne artırdılar, sabır gösteremedim. Yani üç kere giren reklam da musallat olmuş demek oluyor, ben çıldırmayayım da kim çıldırsın? İşte o sinirle gittim YouTube premium aldım. Alırken normalde kredi kartının google playdeki kaydıyla hemencecik satın alım yapıyor ama bu defa öyle olmadı.Ödeme yapması için bir kod söylemem gerekiyordu ama onu da unuttum. Bir tur da ona sinirlendim. Gittim yine ödeme sayfasına, Al be şu 16.99'u yeter darlama daha diye söylene söylene kodu başarılı girdim. Birkaç saat içinde kafası gelmeye başladı. Reklam hiç duymamak, sadece sevdiğin şarkıların akıp gidiyo olması, başka bir sayfada yardırmış metin yazarken reklam girmesiyle yazmayı bırakıp o sekmeye geçmemen MÜK KEM MEL Bİ' FİLM TADINDA! Muhtemelen 16.99 liraya hayatınıza bundan daha mük kem mel bir şey alamazsınız. Üstelik siz premium olmazsanız sizin paranızı alamıyorsa *5 saniye sonra video başlayacaktır* diye diye zamanınızı alacak. Benim zamanım değerli! Ve sizin parayla alamayacağınız tek şey zaman.

-Peki Madrigal'ın Neogazino outrosunu duyduğum anda albüm bitti diye üzülmeme ne demeli? Oysa beşinci kez dinliyoruz zaten. Son birkaç saatte düzenli olarak buna üzüldüğüm de ortada. Hay maşallah! Gece yarısı belki herkesi tek tek evlerinden toplamış. Yola düşülmüş. Gün doğmuş, sabaha kadar yol gitmişler demek ki. Gruptaki o parlak çocuğun Çanakkale taraflarında evi de vardı. Yalnız fena bi' enerjisi var hee. İnstasını ağır stalkladım. Saçıyor yani etrafa. Sağ olsun sayesinde biz de nasiplenebildik. 

-Bir arkadaşım kırmızı pringleslara "boş pringles" derdi asdfjsfdls

-Selam, ben canım kendinin 408. bölümü. Neler oldu neler? Aşk, ihtiras, koltuk savaşları (5 sezon dizi çıkar), ego çatışmalarıa, salt mutluluk dolu bi' an, terk edişler, terk edilişler...Ve üsttekiler gibi bir sürü alakalı alakasız şey. Tam 34. sezonuna girdi. Sadece seni anlayan insanların izleyebildiği diğerlerinin seni tahammül edilemeyen bi' karakter olarak algıladığı bir hikayesin sadece. O yüzden de biraz zor algılanıyorsunuz. Tövbe estağfurullah insanlar size "Bi değişik" diyor. 

-Tamam artık şu mükemmel konuya gelmek istiyorum artık. Kafam müsaade ederse. Bir şeyler yemek ve giymek için kalktım. Her zamanki çöplerden var. Üstüme 12 yıldır giydiğim asla ama asla eskimeyen üstünde kuzular olan polar ropdöşambır. Kendisine defalarca ropdöşambır yazmışımdır belki ama asla hatırlamadım. İki kere yanlış yazdım. Benim güzel canım sağ olsun. Ben neleri neleri dört beş dokuz kez yaşadım. 

-Bugün, olduğunda mutlu olacağım şeyleri daha sıkı bir ısrarla istedim. Kan kusturma levelinde. Hepsi oldu. Araya ekstra mutluluklar da çıktı mesela. Evden bisikletle çıktım. Bizim sokağı döner dönmez olan benim verdiğim isimle ağaçlı yol, belediyenin verdiği isimle 329. sokağın virajına kapıldım. Virajdan çıkıp hafif bi' yokuşa hızla daldım. Hızlandım ve hızlandıkça suratıma daha soğuk bir hava çarptı; ama bu soğuk hava durduk yere gelen mutluluk skalasının çok üstünde bir mutluluktu. 

-Az önce çok sevdiğim bi' şarkıda aşırı keyifli dans ediyordum. Dans ederken kendimi ışıldıyor gibi hissediyorum. Bu hissi de acayip seviyorum. Acayip heyecanlanıyorum.

-Son bir yıldır kendimle muazzam tatlı iletişim kuruyorum. Haliyle artık daha samimi bi' ilişkiye geçiyorsun. Derinini görüyorsun, yaralarını, gözleri dolduran tebessümlü bakışını falan biliyorsun. Diğer seni anlıyorsun. Önce biraz çatışıyorsunuz ama sonra "Benim bundan başka bir şeye ihtiyacım yok" diyorsun. Bir noktadan sonra da kendinizle flörtleşmeye başlıyorsunuz. Heyecanlı, salak bi' mutluluklu, ışıl ışıl parıldamalı, telefon çalarsa açmamalı, mesaj gelirse cevap vermemeli bir hale geliyorsun tatlı tatlı. Ben bir süredir kendimle bu haldeyim. Hazır kendimle bu haldeyken, kendime daha çok vakit ayırmak için yıllık izne ayrıldım ben de. Önümdeki 2 hafta varsa yoksa canım kendim. 

-Geçen akşam kafam bi' hayli tatlıyken taktım canım kulaklığımı bisikletle çıktım. Hem müzik dinledim, hem pedalladım hem de arada bir bisikletimin sepetindeki biradan içmek için durdum. Muazzam bi' histi. Bir sürü ağaçlı sokaklar. Birkaçını tanıyorum artık. "Aaa şurada çok güzel ağaçlı bi' sokak var" deyip sola dönüyorum. Ordan şuursuzca sağa. Birden kendimi yokuştan bırakıyorum hızla. Evden çıkarken kaç saat, kaç kilometre sürmüşüm, rotam neymiş diye bakmak için Strava'yı açtım çıktım. Canım Strava ortaya çok çarpıcı sonuçlar çıkardı. Bu zamana dek ağırlıklı olarak düz rota görünen haritalarımdan sonra en en en karışık harita bu oldu. E başka seçenek yoktu. Ancak tabii ki hikayede bir anksiyete mutlaka belirecek tat kaçırmaya çalışacaktı. Bu defa getir kuryelerinden evhamlandım. Ara sokaklarda hızla dolanıyorlar ayrıca buralarda da yoğun oluyorlar gibi gibi heyheyler geldi. Hemen kenara çekip kaldırıma oturdum. O esnada da sanırım o anki duygularımı ifade eden tweetler atmaya başladım. Twitter'ı resmen hatıra defteri gibi kullanıyorum. Gerçi aynı zamanda "Daha sonra yazarım" dediğim durumları da kısaca notluyorum. Mesela bu postu yazarken en az 4 kere Twitter açıp kendi tweettimi okudum, alıntı yaptım.

-Bar-taverna-pavyon arası bir mekanda doğum günümü kutluyoruz. Uzuuunca bi' masadayız. Herkes masada. Zaman zaman havada peçeteler uçuşuyor o görüntü herkesi çok fena gaza getiriyor falan öyle bi' ortam. Ama girerken de bir daha bu mekana girmeyeceğinden o kadar eminsin ki. Bir daha girmeyeceğinin verdiği rahatlıkla sahnede şarkı söyleyen adama bile laf sokuyorsun, o sana cevap veriyor, sen durmayıp daha ağır laf sokuyorsun öyle saçma bi' ortam. Ama neticesinde yine en çok sen eğleniyorsun. Ahahah ama nasıl eğlenmeyeyim bak şimdi. Gecenin sonu dışarı çıkacağız. Ben 1 dakika önce falan pembe prenses doğum günü elbiseme pasta dökmüşüm!!! Çikolatalı!!! Hemen lavaboya gittim, tam elbiseyi peçeteyle silmeye çalışırken bir kadın geldi. O benden birkaç çok tık daha sarhoş. Peçeteyle olan çabamı görünce "Ay dur öyle olmaz" dedi, beni döndürdü kendine. Çeşmeyi açıp su aldı, elbiseye döktü. Yetmedi bir kere daha aldı. Azıcık çitiledi. Olmadı bir daha su aldı, bu defa peşpeşe çıldırmış gibi suyu alarak elbiseyi komple ıslattı. Sonra çitilemeye başladı. "Tam bir ana gibi çitiliyosun" dedim. "Benim senin boyunda kızım var" dedi. "Aaa yerim onu kaç yaşında?" dedim, "13" deyince "Ayy her yaşı çok güzel olsun" diyiverdim, gülüştük. Tam kadının elbisemi çitilemesinden biraz sıkılmaya başlamıştım ki Pelin içeri girdi beni kolumdan tuttuğu gibi tuvaletten çıkardı. Toplu fotoğraf için beni beklemişler. Dışarı çıkınca aydınlık oldu haliyle, bense yarısı ıslak bir elbiseyle toplu fotoğrafta onlaynım. Ne oldu diye soruyorlar hep birlikte, gelmeyin üstüme be tabii ki vericem cevap, dedikten sonra "Bir kadın beni çitiledi" deyiverdim. Sonra söylediğim şeyin saçmalığına gülerken konuyu dağıttım. Fotoğraflar çekildi, kocaman sarılmalar, "Seni çok seviyorum"larla dolu veda faslını geçtik. Evlere dağıldık, ertesi gün oldu. Böyle gecelerde çekilen fotoğraflar whatsapp grubuna atılır. Hali olan geceden atar, olmayan ertesi gün kesin atar. Henüz kimse fotoğraf atmamıştı. "Aksıınnn fotiler" dedim. Herkes gönderdi. Dışarıda çekilen fotoğrafları görene dek günüm bok gibi geçiyordu. İlk fotoğrafta elbisemin ıslaklığı belli oluyor mu diye baktım. İkincisinde de öyle. Sonra üçüncü fotoğraf geldi. Yine kalabalık bi' foto, açı değişmiş, kalite farklı. Az önceki değil o zaman derken yanımdaki kişiye dikkat ettim. Tanıdık değildi. Şöyle yüzünü büyüttüm ve oha bu tuvalette beni çitileyen kadın!!!!! Fotoğrafı görmeden önce de grupta bu kadını anlattım. Hayvan gibi güldük. Peşine fotoğrafları fark edince çıldırdık resmen. İşin kötü yanı ben o fotoğrafın çekiliş anını hatırlamıyorum. Daha da kötüsü benimle birlikte kimse hatırlamıyor. O artık bizimle fotoğrafta yaşıyor. 

Teşekkür ederim pembe, prenses doğum günü elbisemi çitileyen kadın. <3

10 Ağustos 2022

Ağustos böceği Z.

Tüm 'drama queen'liğimi kuşanıp ofise döndüm. Toplantı bağımlısı birtakım bürokrat adamlara x işin neden öyle yapılamayacağını, y işin sorumluluğunun benim birimimde olmadığını anlattım. Rutin şeyler benim için ama bazı zamanlar daha zor geliyor. Dizimdeki yara halen acıyor. Başarısız bi' seçimle pantolon giydim ama giymeden önce de aşırı zeki olduğum için 'yara pantolona sürünüp acır ben pansuman yapayım' dedim evden pansuman yapıp çıktım ama daha da çok acıttı. Ofiste pansumanı çıkardım o zaman daha da çok canım acıdı. Haliyle bu acı döngüsü asabımı bozdu. Yeniden pansuman için kurum doktoruna gittim. Doktor yarayı görünce, "Yok yok sende bi' şeyler var" dedi. "Nasıl yani?" dedim. "Sürekli başına bi' şeyler geliyor, bence nazar" deyince ağlayasım geldi de dişlerimi sıktım. Arveles sevdiğimi bilen canım hoca "İkisini birden iç" diye elime ilaçları tutuşturdu, odadan çıkarken pansumanlıyken de bacağım yine acıyordu. 

Dün gece hiç uyanmadığım kadar uyandım. İki defasında pencerenin önünde boş boş durup "Ben şimdi ne yapacağım?" hissiyle bekledim. Neyi nasıl yapacağım değil, genel olarak ne yapacağımla ilgili müthiş bi' kafa karışıklığı. Bunları da sıraya koymak için yazacağım. Birkaç aydır beni tatmin eden bi' şeyler üretemiyorum. Bir iş bittiğinde içime gelen "Oh be ne güzel oldu!" şenliği de olmuyor. Aksine elimden neredeyse her iş, "Bok gibi oldu ama daha fazlası da olamıyor" diyerek çıkıyor. Halen gazetede olsam altına adımı yazmak istemeyeceğim işler kimi zaman üstelik. Haftanın çoğunu 'writer's block' bunalımıyla geçirip huzursuzluğuma huzursuzluk ekliyorum. Daha önce de bu tip dönemleri sık sık yaşadım. Ama kendi kendine bi' şekilde geçti, yeniden üretmeye başladım ve daha kısa periyotlarda oldu. Galiba bu defa zamana yayıldığı için kendimi ayrıca bunaltıyorum. Bazen acaba fikir üretmeyi içermeyen bi' mesleğim olsaydı daha mı az sancılı zamanlarım olurdu diye düşünüyorum. Üretirken hayatındaki hiçbir gelişmeyi yok sayamıyorsun. Çünkü seni onlar besliyor. Aynı şekilde tüketiyor. 

Bu yılın başında bi' Avrupa Birliği projesinde gönüllü olarak çalışmaya başladım. Konu alanımla ilgiliydi ve projenin ortaya koymaya çalıştığı rapor da çok değerliydi. Yılın ilk yarısında gerekli eğitimleri, planlamaları yaptık ve hedefleri ortaya koyduk. Şahane akademisyenlerle çalıştık. Ağustos ayında projenin en önemli kısmına geçtik. Elimde incelemem ve kodlama yapmam gereken 2 bine yakın haber var. Haberleri okuyup daha önce belirlediğimiz 41 satırlık maddeyi haber içeriğine göre tek tek kodlayacağım. Kodlama kısmı kafama bi' türlü oturmadığı için başlamak içimden gelmedi. Anlamak istemedim belki o an bilmiyorum. Böyle durumlarda bi' şeyi yapamıyorsam olduğu gibi bırakırım, kendimi darlamam. En fazla bir saat sonra temiz kafayla geri dönerim ve tıkır tıkır yaparım. Ama buna geri dönemedim bi' türlü. Dün proje grubundan bi' arkadaş "Son 90 haberdeyim" deyince fenalık geçirdim. Sonra hemen plan yaptım: Perşembe-cuma ofise gitmem, zaten bacağım acıyor. İki günde hallederim hepsini. Gündüz proje grubundan arkadaşa yazıp kodlamayla ilgili yardıma ihtiyacım olduğunu söyledim. Yazdığım anda müsaittim konuşabilirdik ama o uyuyormuş. O uyandığında da ben müsait değildim. Akşam ararım dedim ve canım hiç aramak istemediği için aramadım. Eminim çok çok basit bi' şeydir ama anlamak istemediğim zaman cidden anlamıyorum, beyin her yeni bilgiye bloke koyuyor. (Kıza aramayacağımı yazmayı şimdi akıl ettim. O da aramamı bekliyormuş. Aşırı utanıyorum, aşırı.) 

Peki tüm bunlar olurken ben n'aptım? İki gün önce yeni bi' projede çalışmayı kabul ettim. Ricasını kıramayacağım bi' arkadaşın isteğiyle birlikte çalışmak isteyen mimarla bir kahve içtim. Projesini dinledim. Enerjisini ve vizyonunu çok sevdim. Zaten üzerine çalışacağımız yapıyı önünden geçerken görmüştüm ve cidden etkilenmiştim. Beni sonra şantiyeye götürdü ve eserin detaylarını anlattıkça daha çok sevdim. Mimariye olan ilgimi de göz önünde bulundurursak, üretmek için biraz teknik okuma yapmam gerekse bile zevkle hallederim dedim. Bana yeni şeyler katacak diye. Mimar beye bi' proses çizdim. Yapması gerekenleri, ondan istediklerimi anlattım. Son dönemdeki halimi göz önünde bulundurarak bi' şeylere odaklanma ve üretememe sıkıntısı yaşadığımı açıkça söyledim. Bazen kendisinin de yaşadığını çok iyi anladığını söyledi. Her zamanki tavrı mı bilmiyorum ama o da biraz panik, kıpır kıpır ve dikkati dağınık gibiydi zaten. O yüzden direkt "Siz de yoğun görünüyorsunuz, ikimizin de kafa olarak sakin olduğu bir zamanda tekrar görüşelim" deyip 15 gün sonrayı önerdim, kabul etti. Bu sürede ben biraz teknik okuma yapacağım, o maddelediğim konularda çalışacak. Onun çalışacağından eminim de benim okuma yapacağımdan pek emin değilim şu an. Projeye olan heyecanım maksimum yarım saat falan sürdü çünkü. Normal şartlar altında olsaydı o heyecanla daha o geceden bi' şeyler okumaya, not almaya başlardım. 

Şimdi böyle yazınca aslında çok da bi' şey yok. Ben kaosa dönüştürüyorum. Sürekli şikayet ediyorum ve aslında bundan da nefret ediyorum. Ekibimdeki arkadaşlarıma şikayet ettiklerinde kızardım, sorunla/şikayetle değil bi' kere de çözümle gelin diye. Şimdi yürüyen bi' şikayet kutusuyum resmen. Bundan çok daha çetrefilli projelerde, üstelik daha yoğun olduğum dönemlerde çalıştım bi' kere of demedim. Ama şimdi resmen beynim çalışmıyor. Daha önce yaptığım, başardığım her işe yabancı gibiyim. Acaba devcileyin bi' Ağustos böceğine mi dönüştüm de haberim yok? Başka türlü açıklayamıyorum maalesef.

09 Ağustos 2022

Kuzey Fest'in hakkını verdik.

Birkaç aydır sohbet aralarında "Ya Sinop'ta da Kuzey Fest varmış, çok iyi isimler geliyor gitsek aslında" diye konuşuyorduk. Zaman hızlı geçiyor, kendimi bavul hazırlarken buldum. Perşembe gün batımında yola çıktık. Bayılıyorum gün batımında yola çıkmaya. Bi' de öğleden sonra kampta kolayca yenebilecek kısır, makarna salatası, poğaça yaparken tatlı tatlı içmeye de başlamıştım. Yola çıktığımızda tatlı sarhoştum. O yüzden şarkılar daha tatlı geliyordu. Bu sıra çok dinlediğim yol şarkımı çaldık üst üste. Neden bilmem yoldayken hep birlikte keyifle şarkı söylemek çok sinematografik geliyor bana. Bir dolu şarkı söyledik yol boyunca. Pencereyi açtım bazen hıza rağmen, saçlarım uçuştu. Elimi çıkarıp dışarı parmaklarımı izledim. Arkama yaslanıp yanımda benimle şarkı söyleyen arkadaşlarımı izleyip bi' kere daha "Ne şanslıyım" dedim. 

Sinop'a girip kalacağımız yere gittiğimizde hava azıcık kararmak üzereydi. Festival alanı olan Akliman'da, hatta alanın çok yakın bi' yerinde bir arkadaşımızın arkadaşının bahçe içindeki kulübesine gittik. Kulübe minik olduğu için iki kişi harici bahçede çadırda kalacaktı. Bahçeye daha gelmeden izlediğim videosunda bayılmıştım. Tam nehrin kıyısında. İskeleyle nehre bağlanıyor, oradan kayıkla açılıyor. İskelenin üzerinde de minik bir kulübe, kulübenin de nehre açılan kapısı ve merdivenleri var. Nehir kenarı sazlık, bahçe ağaç dolu. Defne ağacını kokusundan tanıyorum artık. Kendimi iyi hissettiriyor. Hemen çadırlarımızı kurmaya başladık. Sahnedeki sanatçının sesi bahçeye kadar geliyordu. Ne yazık ki o esnada Emir Can İğrek sahneye çıktı. Elimdeki çadır çubuğunu yerine takmakla uğraşıyordum. Dinlemek istediğim isimlerden biriydi ama yine de uzaktan gelen şarkılara eşlik ederek çadırlarımızı kurduk ve hızlıca festival alanına geçtik. Sıradaki konser Hayko Çepkin'indi. Her ne kadar tarzı bana çok sert gelse de eğlendim. Sahne şovu konusunda cidden başarılıydı. Hayko'dan sonra gitmek için yavaş yavaş çıkışa ilerlerken Çağrı Sinci çıktı. Birkaç şarkısını biliyordum sadece öyle pek dinlediğim bi' adam da değildi ama Hayko'nun sert soundundan sonra gelen rap soundu evimde gibi hissettirdi. Epeydir rap konserine gitmeyişimin ve alkolden fişşşeek oluşumun şerefine zıplaya zıplaya inanılmaz dans ettim. Tüm festivalin en iyi anlarından birisiydi; çünkü henüz o zaman düşüp bacağımı yaralamadığım için acısız biçimde zıplayıp dans edebiliyordum.

Çıktığımızda o kadar deli gibi dans etmeme rağmen enerjim hala bitmemişti. Kamp alanına giden yolun kenarından yanımda Pelinle yürüyordum. Diğerleri arkamızdaydı hemen. Pelin sıkı sıkı elimi tutuyordu. Yolun da asfalt bittiği yerden aşağı doğru bir kavisi vardı ve o kısım taşlıktı. Ben de hala şarkı söyleyip dans ederek yürümeye devam ediyordum. O sırada yanımızdan geçen arabaların birinden hangisi olduğunu hatırlamadığım bi' rap şarkısı sesi geldi. Sevinçle zıpladım ama zıpladığım yere değil, yolun kenarındaki taşların üstüne düştüm. Pelin eğer elimi tutmuyor olsaydı daha da aşağıya yuvarlanırdım. Yerde birkaç saniye kaldım, başıma üşüşüldü kollar tutuldu. Gözlüğüm de yere düşmüştü ve sanki bi' an Pelin gözlüğüme basıyor sandığım için "Pelin gözlüğüme basıyorsun şu an" dedim. Görmeyip üstüne bir de uyduruyormuşum tabii. Yanımızdaki arkadaşlardan birisi doktordu. Fenerini açıp baktı, kanı görünce ben biraz panik yaptım. "Hiiiii çok kanıyooor!" diye bağırdım. O esnada o yarayı çekiştiriyordu. Canım aşırı yanıyordu. Ayağa kalkıp gayet sakince "Bi' şey yok bunda, taş da girmemiş içine. Gidince temizleriz, kanı da durur hemen" dedi. Sonraki günlerde bu elma büyüklüğündeki yara keyfimi çok kaçıracaktı, acıdan yorulduğum için sinirim bozulacaktı ama acıya rağmen direnecektim ve eğlenecektim. Ekipteki diğer doktor arkadaş da gidince baktı, aynı rahatlıkla "Bir şey yok" dedi. Canım Pelin güzelce yıkadı. Kanaması yine devam ettikçe ortalığı velveleye verdim. Gelip göz ucuyla bakıp geri gittiler. Onlara nazlanmama müsaade etmediler. Sabah erkenden uyandım. Birileri uyansın diye bekledim. Cerrah olan arkadaşım tabureye uzattığım bacağıma gelip baktı uyanır uyanmaz. En nazlı ses tonumla "Hala çok acıyor:(" dedim. Yüzü buruştu sanki bir şey olmuş gibi, daha da yakından baktı birkaç saniye. Sonra bana dönüp hafif dehşetle, "Zerrin, bu bacağı kesmemiz gerekecek" dedi. O kadar ciddi söyleyince ilk birkaç saniye deli gibi korktum, şakayı anlayamadım ve çaresizce baktım. O gülerken gözlerimden damla damla yaş düştü. Ama sonraki günlerde de sürekli bacak kesme şakası yapıp güldük. Bana günde üç tane olmak üzere deli gibi ağrı kesici içirdiler. Daha fazla alkol almam konusunda tavsiye verdiler. Ben de zaten öyle yapacaktım ama doktorların tavsiyesiyle daha tatlı içtim. 

Sonraki gece Manga ve Fatma Turgut konserleri vardı. Genellikle oturmak zorunda kaldığım için sandalyemi peşimde götürdüm. Festival kumsal üstündeydi ve arkadaşlar yaraya kum kaçırmamamı söyledi. Onlar sandalyemin etrafında ben de sandalyede dans ettim. Birkaç şarkıda kalkabildim, onlar da özellikle sevdiklerimdi. O gün acıdan cidden yoruldum ve erkenden uyudum. Ertesi sabah kalktığımda ağrı azıcık azalmış kabuk oluşmaya başlamıştı. Ama bu da kötüydü yürürken tam kıvrım yeri olduğu için acıyordu. Vizyon sahibi annem "Al bunu çantana koy" diye Excipial Lipo vermişti. Bol bol sür yumuşar yarası dediler, boca ede ede sürdüm. Her krem sürüşümde de kendime kızdım. Çünkü her tatilimde mutlaka düşüyorum, bi' yerim yaralanıyor, şişiyor veya hasta oluyorum... 

Gündüzleri tatlı tatlı yüzüyorduk, başka yerlere de gittik yüzmeye ama Akliman kadar sevmedim. Önceki sabah Sercan çok erkenden yüzmeye gidince yunus balıklarını gördüklerini söyledi. Aşırı sevindim, heyecanlandım. Ertesi sabah beraber gittik, göremedik. Sonraki gün de sanki sabah 4'e kadar delice içip dans etmemişim gibi 8'de uyandım ve yunus balıklarını görme motivasyonuyla hemen kampımızın karşısındaki kumsala indim. Bekledim, baktım baktım göremedim. Ama deniz yine de çok sakindi. Fazla kalabalık günler olduğu için kendime de zaman ayırmış oldum. Kıyı boyunca çıplak ayaklarla yürüdüm biraz. Bunalınca ileride de yüzdüm. Sonra daha ileride bir daha. Yanımda saat yoktu. Zamansız olmak acayip bi' şeydi ama güzeldi de. Güneşin konumundan saati tahmin etmeye çalıştım. Ne zaman istersem o zaman döneceğim, zaman umurumda değil dedim biraz daha yüzdüm. Su her zaman her şeye iyi gelir çünkü, yarama da iyi geldi. Belki birçok yaraya. Su berraktı, çok sevdiğim bi' şarkıda geçen "Berrak sudaki kırmızı balık" kısmı geldi aklıma, mırıldandım. Keşke balık olsaymışım. Birisi de benim için heyecanla yatağından kalkıp kumsala koşsaymış. 

Cumartesi akşamı Sagopa Kajmer ve Pinhani vardı. Sagopa dinlemeyeli çok uzun yıllar olmuştu ama dinlediğim o kadar yılın hatrına o konsere gitmeye değerdi. Ama benim için sönük geçti. Pinhani ise hayatımda gittiğim en iyi konserlere ilk 5'e girer konser oldu. Birkaç aydır "Bilir o beni" şarkısını dinliyordum ama her zaman da değil. Hani "Bu şarkı ağzıma sıçar benim şimdi, hiç gerek yok" diye kendinize kıyamayıp Spotfy'da listeden gelince hemen değiştirdiğiniz şarkı vardır ya... Öyle olmuştu benim için. Henüz konserin en başında "Bilir o beni" introsu duyunca kalbimin ne kadar kırık olduğunu hatırladım. Üstelik o anda şarkıyı değiştiremiyordum aslında değiştirmek de istemiyordum. "Deşecekseniz deşin" dedim kendi kendime. Yaşam çizgimde bi' Pinhani konserinde "Bana acımadı ama sever beni o" diye haykıra haykıra ağlamak varmış. Sesim de tam bu şarkıda kısıldı. Nevin ve Pelin iki yanıma sarılıp benimle sallandı. Pelin kulağıma eğilip "Ağla kuzum, ne varsa dök içinde" dedi. Daha çok ağladım. Sonraki şarkılar da hançeri içimde çevirdi. Repertuvar nefisti, kimse benim Pinhani'yi o kadar sevdiğimi bilmiyormuş. Ben de meğersem Pinhani fanıymışım, tüm şarkılarını ezbere biliyormuşum. Artık hangi grupları seviyorsun sorusuna Pinhani cevabı da vermezsem ayıp ederim gibi. 

Bi' an oldu Pinhani konserinde. Yıllarca unutmayacağımız ve gülümseyerek hatırlayacağımız bir an. Diğerleri bira almaya gitmişti, Nevin ve ben kalmıştım sadece. "Dön Bak Dünyaya" çalmaya başladı. Biz sarılıp sallanmaya başladık. Nevin'e "Kaç yıl oldu?" diye sordum. "Bilmiyorum, ben saymayı bıraktım. Artık aile olduk" dedi. "Ben çok şanslıyım" dedim sarıldım. Sonra benim biram bittiği için benimle birasını paylaştı, ayaklarında benim sarı terliklerim vardı; ben de terliklerimi paylaşmıştım. Sonra bir arkadaşla böyle küçük şeyler olsa bile paylaşma hissinin ne kadar harika olduğunu düşündüm. Bu harikalığı Nevin'e anlatmaya çalıştım. Ben anlatamadım ama o beni anladı. Sonra "Bizim bi' şarkımız var mı?" diye sordum. "Bütün şarkılar bizim" dedi. "Yoo resmi olarak yani, resmi sponsor gibi işte" dedim güldük. O zaman bu olsun dedim, "Asla vazgeçmeeeeğğ" derken. Artık bi' şarkımızın oluşuna bir kere daha sarıldık. Çok ağladığım için azıcık kızdı. Birkaç gün önce son dönemin saçma sapanlığı hakkında konuşup çözümler için yol haritası çıkarmıştık beraber. "Toparla artık, bu defa çok uzun sürdü" dedi. "Haklısın, halledeceğim" dedim. Daha fazla kızmasın ve sussun diye bi' daha sarıldım. Ahahaha. (Ben bu paragrafı yazmaya başlarken arkada Pinhani listesi akıyordu ve "Dön Bak Dünyaya" çalmaya başladı. Tüyler diken diken...)

Pinhani konserinde duygusal olarak sağlam tokatlar yedikten sonra eve döndük. Tayfanın bir kısmı konsere gelmemişti. Nefis bi' ateş yakmışlar, güzel bir masa hazır. Yeteri kadar alkolün üzerine ekstra alkol de binince nefis bi' after partye döndük. Ateş başında dans etmeyi her zaman sevmişimdir. Üstelik tayfanın bir kısmı dans okulundan arkadaşlarımız olunca ağaçlara tatlı bi' bachata şov da yaptık. Ben şalteri kapatmak üzere olduğumu anladığım için kendimi yatağa attım. Hava aydınlanıyordu ve son güne uyanıp akşam deli gibi beklediğim Mor ve Ötesi konserine gidecektik. Gün içinde aklıma akşam Mor ve Ötesi konserine gideceğimiz geldikçe mutlu oldum. Bir türlü akşam olmadı. Bacağım bir tık daha iyiydi ve sabırsızlanıyordum. Konserden hemen sonra, gece yola çıkacağımız için akşam üstü eşyaları toplamaya başladık. O güzel oyaladı. Sinop mantısı hedefiyle de merkeze gidip tekrar festival alanına döndük. Sahnede Ceza vardı, vokalinin şahaneliğini öve öve bitiremedik. Kısa süre sonra benim tüm festival boyunca beklediğim an geldi: Mor ve Ötesi. İlk gençlik grubum olduğu için nedense bende hep ayrı bi' yeri var. Yıllaaar önce bi' konserine gitmiştim, yeniden gitmek istiyordum epeydir. Özellikle İnönü'deki son konserlerini izledikten sonra...Orkestra şahaneydi, sololar muhteşemdi ve tabii Harun Tekin apayrıydı. Çıplak ayaklarım kumsalda mest olarak izledim. Beklediğime değdi, aşırı keyif aldım. Bislerini "Bir Derdim Var"la yaptılar, ne de iyi yaptılar. Konser bitince, dönüp bizimkilere "Böyle bir grup Türkiye'den çıktığı için çok şanslıyız" dedim heyecanla. 

Dolu dolu geçirdiğimiz dört günün sonunda gece üç gibi evde olduk. Yüzümde tatlı bi' sırıtış. Tayfanın çoğu Pazartesi kalkıp işe gitti, ben tatili biraz daha uzattım. Kendi kendime kalıp halletmem gereken bazı şeyler olduğu için kendimle uzun ve içli konuşmalar yapmamın icap ettiği bi' dönem. Bu yazı da onlardan biriydi. Uzun zamandır günlük tarzında detaylı bi' şeyler yazmamışım. 13 yıl öncesine bakınca, 13 yıl sonra bu yazının ve en küçük detayının ne kadar önemli olacağını biliyorum. O kadar keyifli vakit geçirmişim ki telefonu çıkarıp konserlerden ne bi' fotoğraf ne de bi' video çekmişim. Ben de zamana bu yazıyla iz bırakayım madem. Ehehe.

07 Ağustos 2022

Işıltı Nehri.

Bu sabah Nevinle kahvemizi bu nehrin kenarında oturup içtik. Günlerdir yazmak istediğim bir sürü tatlı ayrıntı var ama bunu hemencecik notluyorum tayfa kahvaltı hazırlarken.

Kalabalıktan kaçıp kendimize, sadece birbirimize ayırdığımız an. Öyle önemli şeylerden de bahsedilmiyor, hayat son derece sıradan. Sıradan anların büyüsü geliyor aklıma. Zincirleme kahkahamız var dün gece olanlar hakkında konuşurken. Saat kaç bilmiyoruz. Ne zaman gideriz bilmiyoruz. Nehrin adını da bilmiyoruz. O yüzden adını Işıltı Nehri koydum. Tatlı bi' rüzgar var, güneş ışığı kıpır kıpır suyun üzerinde ışıldıyor. Biz dünyadaki her şeye gülerek o iskelede oturuyoruz. "Üzerimdeki mayo hala ıslak umarım bu beni hasta etmez ama bu an için de bu bedeli öderim" deyip gülmeye devam ediyorum. Birkaç saniye sessizlik, ışıltıya bakıp mırıldanıyorum "Zaten yürüyen bi' bedelim..."

Buna da gülüyoruz, çünkü neden gülmeyelim? 

01 Ağustos 2022

13 yıl sonra...

Sinemadaki zaman atlaması tadında günlerdir kafamda dönen başlık: "13 yıl sonra..." Kahramanımızın başına neler neler gelmiş? Bir sürü merak ettiğimiz ayrıntı. Aradan onca yıl geçti neler olmuş? Acaba o konuyu halletmiş mi? Çok hayal kurardı, hangisine sarılabilmiş? Kalbi pek kırılmış ama yine de yollara düşmüş mü? Gittiği yerler güzel miymiş, yeni denizlere açılmış mı? Bir kumsalda çıplak ayaklarla dans edip bağıra bağıra şarkı söylemiş mi? Kendini sevmekten vazgeçmiş mi yoksa kendini sever gibi başkasını sevmeyi de öğrenmiş mi? Çok güzel sevilmiş mi? Kaybetmiş mi? Terk etmiş mi? Geri dönmüş mü? Unutmuş mu? Aniden hatırlamış mı? Kavuşmuş mu? 

Bilgisayardaki yarım kalmış senaryoları, öyküleri toparlayayım dedim kendi kendime. Hızlı da harekete geçtim. Yazıların olduğu klasörü kurcalarken "stresella blog 2009" diye bir html dosyası gördüm. Sonrasında hatırladım. O dönem yazdığım blogu dışa aktarıp kapatmıştım. Yeni blog açıp içe aktardığımda beni varlığını unuttuğum bir ton yazı karşıladı. İyi ki öyle detaylı, ince ince ve delirerek yazmışım. Üniversite sınavına hazırlanmanın verdiği tüm ruhsal bunalımları bloga kusmuşum. İyi ki de kusmuşum. Sayesinde 20 yaşımdan 33 yaşıma öğütler aldım. 

2009-2010 yazılarının büyük bir kısmını elden geçirdikten sonra yeniden yayına açtım. Hep dağınık yazdığımdan şikayet etmişim. Yine aynı şikayeti edeceğim kusura bakmayın. Ama sonra büyük bir sabırla çalıştım, didindim ve 2010 sonrasında diğer mecralarda tuttuğum ve çoğunu kapattığım blogları yeniden buldum buluşturdum, yazıları toparladım ve bu bloga aktardım. Her ne kadar 2010-2015 arasında kayıp yıllarım olsa da o yıllarda okul nedeniyle yazma pratiğimin sürekli olarak senaryoya dönüşmesinden kendim için cidden yazmamışım. 

Şimdi tüm yazılar yerli yerinde, ilk defa böyle derli toplu bi' bloga sahip olmanın şaşkınlığını yaşıyorum. Belki bu derli toplu olma hâli beni yeniden kendim için yazmaya döndürür. Yeniden yazmaya başlamam için yakın arkadaşlarımdan uzun süredir teşvikten baskıya dönüşen bir sitem duyuyordum. Blog üzerinde çalışmaya başladığımı müjdelemem de tatlı bi' sevinç dalgası yarattı. 

Biraz işçiliği vardı. O dönem müzikleri fizy'den link verdiğim için bütün linkler kurbağa olmuş onları elden geldiği kadar yeniledim. Bazı yazıların fotoğrafları olmalı, onları henüz eklemedim. (Blog şu an yeni taşınılmış ev gibi, her yerde koliler var) Canım sade tasarımım ve domain işleri taze bittiği için bu yazıyı geciktirdim. Çünkü uzun bi' süre isim bulamadım. Önceki birçok forumda, sözlükte ve bu blogta yazdığım "stresella" mahlası fazla ergen işi gibi geldi. Sonra bi' gün ben çalışırken yine "Acaba kapıyı kilitledim mi?" diye evhama düştüm. Bunun bir döngü olduğunu elbette biliyordum. Kalktım eve gittim. Yolda gelirken de "Bu kaçıncı 'Acaba evin kapısını kilitledim mi?' anksiyetesiyle gün ortasında işi gücü bırakıp eve gidişim?" diye düşündüm. Sonra kendi kendime bu genel telaş, heyecan, anksiyete durumumu gözden geçirirken aklıma "Velvele" kelimesi geldi. Ne kadar da ben bi' kelimeydi. Sonra "Al işte blog adı bana: Velvele Hanım!" dedim. Ofise döndüm hemen baktım domain de boş. Hiç düşünmeden, acaba demeden aldım gitti. Sonra akşam bizim tayfayla buluşunca halk yoklaması yaptım. Herkes "Velvele" kelimesinin ruhumdan bir parçahahahha şaka şaka, onlar da çok sevdi çünkü ben sevdim. Hayırlı olsun ve hayırlısı olsun.

Not: Domaini blogspota bağlamayı beceremediğim için IT'deki arkadaşımdan destek istedim, "Tamam gelirim" dedi, gelmedi. Sonra laf arasında canım Tugay'a söyledim. "Ben hallederim" dedi. Geldi, uğraştı uğraştı ama daha 15. saniyede halledebileceğine inancımı kaybettim. İnatla beni Wordpress'e geçirmeye çalıştı, orada domaini biliyormuş. Geçmem dedim, blogspotla gönül bağım var. Çok gereksiz bir ayrıntı ama evinde usta beklediği için ben hemen çıkıp gitmesini istiyordum. "Yarın bakarız hadi git git" desem de bi' yerleri kurcalamaya, Google'dan bi' şeyler bakmaya devam etti. Sonra oldu ama nasıl olduğunu kendi de bilmiyor. "Bir daha yap desem yapamazsın" dedim. "Yapamam" dedi. 3 gündür kahkahalarla sağda solda bu nefis başarıdan bahsedip gülüyoruz. IT'deki arkadaşım TAM 3 GÜN SONRA "Aaa senin bi' site işin vardı?" dedi, gururla "Gerek yok Tugay halletti onu yaaa" dedim gittim. Bunu henüz Tugay'a anlatmadım. Yarın da buna çok güleriz.