Birkaç aydır sohbet aralarında "Ya Sinop'ta da Kuzey Fest varmış, çok iyi isimler geliyor gitsek aslında" diye konuşuyorduk. Zaman hızlı geçiyor, kendimi bavul hazırlarken buldum. Perşembe gün batımında yola çıktık. Bayılıyorum gün batımında yola çıkmaya. Bi' de öğleden sonra kampta kolayca yenebilecek kısır, makarna salatası, poğaça yaparken tatlı tatlı içmeye de başlamıştım. Yola çıktığımızda tatlı sarhoştum. O yüzden şarkılar daha tatlı geliyordu. Bu sıra çok dinlediğim yol şarkımı çaldık üst üste. Neden bilmem yoldayken hep birlikte keyifle şarkı söylemek çok sinematografik geliyor bana. Bir dolu şarkı söyledik yol boyunca. Pencereyi açtım bazen hıza rağmen, saçlarım uçuştu. Elimi çıkarıp dışarı parmaklarımı izledim. Arkama yaslanıp yanımda benimle şarkı söyleyen arkadaşlarımı izleyip bi' kere daha "Ne şanslıyım" dedim.
Sinop'a girip kalacağımız yere gittiğimizde hava azıcık kararmak üzereydi. Festival alanı olan Akliman'da, hatta alanın çok yakın bi' yerinde bir arkadaşımızın arkadaşının bahçe içindeki kulübesine gittik. Kulübe minik olduğu için iki kişi harici bahçede çadırda kalacaktı. Bahçeye daha gelmeden izlediğim videosunda bayılmıştım. Tam nehrin kıyısında. İskeleyle nehre bağlanıyor, oradan kayıkla açılıyor. İskelenin üzerinde de minik bir kulübe, kulübenin de nehre açılan kapısı ve merdivenleri var. Nehir kenarı sazlık, bahçe ağaç dolu. Defne ağacını kokusundan tanıyorum artık. Kendimi iyi hissettiriyor. Hemen çadırlarımızı kurmaya başladık. Sahnedeki sanatçının sesi bahçeye kadar geliyordu. Ne yazık ki o esnada Emir Can İğrek sahneye çıktı. Elimdeki çadır çubuğunu yerine takmakla uğraşıyordum. Dinlemek istediğim isimlerden biriydi ama yine de uzaktan gelen şarkılara eşlik ederek çadırlarımızı kurduk ve hızlıca festival alanına geçtik. Sıradaki konser Hayko Çepkin'indi. Her ne kadar tarzı bana çok sert gelse de eğlendim. Sahne şovu konusunda cidden başarılıydı. Hayko'dan sonra gitmek için yavaş yavaş çıkışa ilerlerken Çağrı Sinci çıktı. Birkaç şarkısını biliyordum sadece öyle pek dinlediğim bi' adam da değildi ama Hayko'nun sert soundundan sonra gelen rap soundu evimde gibi hissettirdi. Epeydir rap konserine gitmeyişimin ve alkolden fişşşeek oluşumun şerefine zıplaya zıplaya inanılmaz dans ettim. Tüm festivalin en iyi anlarından birisiydi; çünkü henüz o zaman düşüp bacağımı yaralamadığım için acısız biçimde zıplayıp dans edebiliyordum.
Çıktığımızda o kadar deli gibi dans etmeme rağmen enerjim hala bitmemişti. Kamp alanına giden yolun kenarından yanımda Pelinle yürüyordum. Diğerleri arkamızdaydı hemen. Pelin sıkı sıkı elimi tutuyordu. Yolun da asfalt bittiği yerden aşağı doğru bir kavisi vardı ve o kısım taşlıktı. Ben de hala şarkı söyleyip dans ederek yürümeye devam ediyordum. O sırada yanımızdan geçen arabaların birinden hangisi olduğunu hatırlamadığım bi' rap şarkısı sesi geldi. Sevinçle zıpladım ama zıpladığım yere değil, yolun kenarındaki taşların üstüne düştüm. Pelin eğer elimi tutmuyor olsaydı daha da aşağıya yuvarlanırdım. Yerde birkaç saniye kaldım, başıma üşüşüldü kollar tutuldu. Gözlüğüm de yere düşmüştü ve sanki bi' an Pelin gözlüğüme basıyor sandığım için "Pelin gözlüğüme basıyorsun şu an" dedim. Görmeyip üstüne bir de uyduruyormuşum tabii. Yanımızdaki arkadaşlardan birisi doktordu. Fenerini açıp baktı, kanı görünce ben biraz panik yaptım. "Hiiiii çok kanıyooor!" diye bağırdım. O esnada o yarayı çekiştiriyordu. Canım aşırı yanıyordu. Ayağa kalkıp gayet sakince "Bi' şey yok bunda, taş da girmemiş içine. Gidince temizleriz, kanı da durur hemen" dedi. Sonraki günlerde bu elma büyüklüğündeki yara keyfimi çok kaçıracaktı, acıdan yorulduğum için sinirim bozulacaktı ama acıya rağmen direnecektim ve eğlenecektim. Ekipteki diğer doktor arkadaş da gidince baktı, aynı rahatlıkla "Bir şey yok" dedi. Canım Pelin güzelce yıkadı. Kanaması yine devam ettikçe ortalığı velveleye verdim. Gelip göz ucuyla bakıp geri gittiler. Onlara nazlanmama müsaade etmediler. Sabah erkenden uyandım. Birileri uyansın diye bekledim. Cerrah olan arkadaşım tabureye uzattığım bacağıma gelip baktı uyanır uyanmaz. En nazlı ses tonumla "Hala çok acıyor:(" dedim. Yüzü buruştu sanki bir şey olmuş gibi, daha da yakından baktı birkaç saniye. Sonra bana dönüp hafif dehşetle, "Zerrin, bu bacağı kesmemiz gerekecek" dedi. O kadar ciddi söyleyince ilk birkaç saniye deli gibi korktum, şakayı anlayamadım ve çaresizce baktım. O gülerken gözlerimden damla damla yaş düştü. Ama sonraki günlerde de sürekli bacak kesme şakası yapıp güldük. Bana günde üç tane olmak üzere deli gibi ağrı kesici içirdiler. Daha fazla alkol almam konusunda tavsiye verdiler. Ben de zaten öyle yapacaktım ama doktorların tavsiyesiyle daha tatlı içtim.
Sonraki gece Manga ve Fatma Turgut konserleri vardı. Genellikle oturmak zorunda kaldığım için sandalyemi peşimde götürdüm. Festival kumsal üstündeydi ve arkadaşlar yaraya kum kaçırmamamı söyledi. Onlar sandalyemin etrafında ben de sandalyede dans ettim. Birkaç şarkıda kalkabildim, onlar da özellikle sevdiklerimdi. O gün acıdan cidden yoruldum ve erkenden uyudum. Ertesi sabah kalktığımda ağrı azıcık azalmış kabuk oluşmaya başlamıştı. Ama bu da kötüydü yürürken tam kıvrım yeri olduğu için acıyordu. Vizyon sahibi annem "Al bunu çantana koy" diye Excipial Lipo vermişti. Bol bol sür yumuşar yarası dediler, boca ede ede sürdüm. Her krem sürüşümde de kendime kızdım. Çünkü her tatilimde mutlaka düşüyorum, bi' yerim yaralanıyor, şişiyor veya hasta oluyorum...
Gündüzleri tatlı tatlı yüzüyorduk, başka yerlere de gittik yüzmeye ama Akliman kadar sevmedim. Önceki sabah Sercan çok erkenden yüzmeye gidince yunus balıklarını gördüklerini söyledi. Aşırı sevindim, heyecanlandım. Ertesi sabah beraber gittik, göremedik. Sonraki gün de sanki sabah 4'e kadar delice içip dans etmemişim gibi 8'de uyandım ve yunus balıklarını görme motivasyonuyla hemen kampımızın karşısındaki kumsala indim. Bekledim, baktım baktım göremedim. Ama deniz yine de çok sakindi. Fazla kalabalık günler olduğu için kendime de zaman ayırmış oldum. Kıyı boyunca çıplak ayaklarla yürüdüm biraz. Bunalınca ileride de yüzdüm. Sonra daha ileride bir daha. Yanımda saat yoktu. Zamansız olmak acayip bi' şeydi ama güzeldi de. Güneşin konumundan saati tahmin etmeye çalıştım. Ne zaman istersem o zaman döneceğim, zaman umurumda değil dedim biraz daha yüzdüm. Su her zaman her şeye iyi gelir çünkü, yarama da iyi geldi. Belki birçok yaraya. Su berraktı, çok sevdiğim bi' şarkıda geçen "Berrak sudaki kırmızı balık" kısmı geldi aklıma, mırıldandım. Keşke balık olsaymışım. Birisi de benim için heyecanla yatağından kalkıp kumsala koşsaymış.
Cumartesi akşamı Sagopa Kajmer ve Pinhani vardı. Sagopa dinlemeyeli çok uzun yıllar olmuştu ama dinlediğim o kadar yılın hatrına o konsere gitmeye değerdi. Ama benim için sönük geçti. Pinhani ise hayatımda gittiğim en iyi konserlere ilk 5'e girer konser oldu. Birkaç aydır "Bilir o beni" şarkısını dinliyordum ama her zaman da değil. Hani "Bu şarkı ağzıma sıçar benim şimdi, hiç gerek yok" diye kendinize kıyamayıp Spotfy'da listeden gelince hemen değiştirdiğiniz şarkı vardır ya... Öyle olmuştu benim için. Henüz konserin en başında "Bilir o beni" introsu duyunca kalbimin ne kadar kırık olduğunu hatırladım. Üstelik o anda şarkıyı değiştiremiyordum aslında değiştirmek de istemiyordum. "Deşecekseniz deşin" dedim kendi kendime. Yaşam çizgimde bi' Pinhani konserinde "Bana acımadı ama sever beni o" diye haykıra haykıra ağlamak varmış. Sesim de tam bu şarkıda kısıldı. Nevin ve Pelin iki yanıma sarılıp benimle sallandı. Pelin kulağıma eğilip "Ağla kuzum, ne varsa dök içinde" dedi. Daha çok ağladım. Sonraki şarkılar da hançeri içimde çevirdi. Repertuvar nefisti, kimse benim Pinhani'yi o kadar sevdiğimi bilmiyormuş. Ben de meğersem Pinhani fanıymışım, tüm şarkılarını ezbere biliyormuşum. Artık hangi grupları seviyorsun sorusuna Pinhani cevabı da vermezsem ayıp ederim gibi.
Bi' an oldu Pinhani konserinde. Yıllarca unutmayacağımız ve gülümseyerek hatırlayacağımız bir an. Diğerleri bira almaya gitmişti, Nevin ve ben kalmıştım sadece. "Dön Bak Dünyaya" çalmaya başladı. Biz sarılıp sallanmaya başladık. Nevin'e "Kaç yıl oldu?" diye sordum. "Bilmiyorum, ben saymayı bıraktım. Artık aile olduk" dedi. "Ben çok şanslıyım" dedim sarıldım. Sonra benim biram bittiği için benimle birasını paylaştı, ayaklarında benim sarı terliklerim vardı; ben de terliklerimi paylaşmıştım. Sonra bir arkadaşla böyle küçük şeyler olsa bile paylaşma hissinin ne kadar harika olduğunu düşündüm. Bu harikalığı Nevin'e anlatmaya çalıştım. Ben anlatamadım ama o beni anladı. Sonra "Bizim bi' şarkımız var mı?" diye sordum. "Bütün şarkılar bizim" dedi. "Yoo resmi olarak yani, resmi sponsor gibi işte" dedim güldük. O zaman bu olsun dedim, "Asla vazgeçmeeeeğğ" derken. Artık bi' şarkımızın oluşuna bir kere daha sarıldık. Çok ağladığım için azıcık kızdı. Birkaç gün önce son dönemin saçma sapanlığı hakkında konuşup çözümler için yol haritası çıkarmıştık beraber. "Toparla artık, bu defa çok uzun sürdü" dedi. "Haklısın, halledeceğim" dedim. Daha fazla kızmasın ve sussun diye bi' daha sarıldım. Ahahaha. (Ben bu paragrafı yazmaya başlarken arkada Pinhani listesi akıyordu ve "Dön Bak Dünyaya" çalmaya başladı. Tüyler diken diken...)
Pinhani konserinde duygusal olarak sağlam tokatlar yedikten sonra eve döndük. Tayfanın bir kısmı konsere gelmemişti. Nefis bi' ateş yakmışlar, güzel bir masa hazır. Yeteri kadar alkolün üzerine ekstra alkol de binince nefis bi' after partye döndük. Ateş başında dans etmeyi her zaman sevmişimdir. Üstelik tayfanın bir kısmı dans okulundan arkadaşlarımız olunca ağaçlara tatlı bi' bachata şov da yaptık. Ben şalteri kapatmak üzere olduğumu anladığım için kendimi yatağa attım. Hava aydınlanıyordu ve son güne uyanıp akşam deli gibi beklediğim Mor ve Ötesi konserine gidecektik. Gün içinde aklıma akşam Mor ve Ötesi konserine gideceğimiz geldikçe mutlu oldum. Bir türlü akşam olmadı. Bacağım bir tık daha iyiydi ve sabırsızlanıyordum. Konserden hemen sonra, gece yola çıkacağımız için akşam üstü eşyaları toplamaya başladık. O güzel oyaladı. Sinop mantısı hedefiyle de merkeze gidip tekrar festival alanına döndük. Sahnede Ceza vardı, vokalinin şahaneliğini öve öve bitiremedik. Kısa süre sonra benim tüm festival boyunca beklediğim an geldi: Mor ve Ötesi. İlk gençlik grubum olduğu için nedense bende hep ayrı bi' yeri var. Yıllaaar önce bi' konserine gitmiştim, yeniden gitmek istiyordum epeydir. Özellikle İnönü'deki son konserlerini izledikten sonra...Orkestra şahaneydi, sololar muhteşemdi ve tabii Harun Tekin apayrıydı. Çıplak ayaklarım kumsalda mest olarak izledim. Beklediğime değdi, aşırı keyif aldım. Bislerini "Bir Derdim Var"la yaptılar, ne de iyi yaptılar. Konser bitince, dönüp bizimkilere "Böyle bir grup Türkiye'den çıktığı için çok şanslıyız" dedim heyecanla.
Dolu dolu geçirdiğimiz dört günün sonunda gece üç gibi evde olduk. Yüzümde tatlı bi' sırıtış. Tayfanın çoğu Pazartesi kalkıp işe gitti, ben tatili biraz daha uzattım. Kendi kendime kalıp halletmem gereken bazı şeyler olduğu için kendimle uzun ve içli konuşmalar yapmamın icap ettiği bi' dönem. Bu yazı da onlardan biriydi. Uzun zamandır günlük tarzında detaylı bi' şeyler yazmamışım. 13 yıl öncesine bakınca, 13 yıl sonra bu yazının ve en küçük detayının ne kadar önemli olacağını biliyorum. O kadar keyifli vakit geçirmişim ki telefonu çıkarıp konserlerden ne bi' fotoğraf ne de bi' video çekmişim. Ben de zamana bu yazıyla iz bırakayım madem. Ehehe.