19 Ocak 2023

Telefonum çalacak diye ödüm kopuyor.

Sabah bi' ofise uğradım rutinlerimden sonra "Ben çıkıyorum evden çalışacağım, yarın da evden çalışırım. Bi' şey olursa haberleşiriz, telefonum açık" dedim çıktım. "Telefonum açık" demem herkes için önemli. Çünkü nadiren de olsa sinirlenip telefonu kapattığım günlerde mutlaka normalde olmayan olaylar oluyor. Tadımız kaçıyor. O yüzden herkesin içini rahatlatıp öyle gittim. Akıllarda soru bırakmadım. Aferin bana. Cidden evde başka bir projeye çalışacaktım. Çünkü azıcık bile ilerlediğimi düşünmüyorum. Proje tesliminin bence çok çok gerisindeyim. Çağ kadar gerisindeyim hem de. 

Neyse ben o proje için kesinlikle çalışma masama oturmadım. Biraz uyudum, biraz video izledim. İki kere telefon çaldı uykumu böldü ona sinirlendim. (Sonra azıcık çalıştım iyi geldi)

Kendimi tam olarak Teoman gibi hissediyorum.  Duruşum, bakışım komple Teoman. Yaşlanmış... Kaybetmiş... Umut etmiş....Ahh ben kalp Teomaaan!!!

YİNE KRİZ OLDU. Bir sürü insanla uzun uzun konuşmak ve bir şeyleri hızlıca düzeltmem gerekti. Direnç gösterdim belli etmedim ama içlerinde elinde çok güçlü bilgiler olan biri vardı. Ona direnç göstermek epey zordu. Bir perşembe öğleden sonrasında neden eve kaçtığımı sordu, ben konuşmaya başlayınca zaten anladı. Sonrası malum...

Reklam: Türkiye nüfusunun yüzde 87'si bu ürünü kullanıyor. 

Ben: Türkiye nüfusunun yüzde 87'sini sikeyim. Skipp ulan skippp!!

Şarkıyı açtıktan sonra kendi kendime o kadar güzel eğlendim ki. Eğlenmek için başkasına ihtiyaç duymadım. Kendi kendime de içim kıpır kıpır, umut dolu ve ışıltılı. Sanırım kendimle alakalı en sevdiğim şey bu.

Ben aslında bu yazıya başladığımda rutinlerden konuşmaya karar vermiştim. Ama şuraya kadar da konuşamadım. O kadar acayip şeyler anlattım ki hayatımda ilk defa cümleye döktüğüm şeyler. 

Yemek sepetinde mekana yorum ksımına bile komikli bir şeyler yazdığım bir öğleden sonra. Zaman hala öğleden sonra. Odama bu saatte düşen ışığı seviyorum. Bana o ton aşırı keyif veriyor. Pırıl pırıl bi' ton. Kendimi daha iyi hissettiren soundlar da dinliyorum bu an. Birazdan tatlı tatlı sandalyede kıvranacağım, sonra ellerim, kollarım hiç olmadığı kadar narin dans edecek. Telefon çalacak diye ödüm kopuyor diğer yandan. Çalacak ve çözdüğümü sandığım hiçbir sorunu aslında çözememiş olacağım sanki. Dünyanın da cehennemi burasıdır belki, bana özel.

 

17 Ocak 2023

Derinden.

Tembellik ve aylaklık yapma hakkımı kullanıyorum bugün. Kendime bu zamanı yaratmaya bayılıyorum. Sabah uyandım ve bugün bir şeyler yazmak istemediğime kadar verdim. Çok derinden gelen bi' üretmeme isteği, fokur fokur kaynıyor üstelik. Ben de gereğini yaptım ofisi arayıp bugün gelmeyeceğimi haber verdim. Sonra biraz daha uyku. Kendi kendime uyanana kadar uyku. Kendi kendime uyanmak beni aşırı mutlu hissettirir her zaman çünkü. Bugün sayesinde mutlu da hissettim. Sonra hemen kahve makinasına su doldurup çalıştırdım. Su kaynar kaynamaz odaya taze kahve kokusu doldu. Biraz da kahve kokusu sayesinde yatakta eridim. İyi ki 'ay olur mu ki' deyip yine de kahve makinasını odama taşımışım. Kocaman oda, bir kahve makinasını mı sığdıramayacağız agresyonum sayesinde o da yani. Sığdırmaktan ziyade odada bir kahve köşesi olmuş oldu. Bence kendisi de mutludur bundan. Böylece ben bazen tam odaklı biçimde yazıyorken canım kahve çektiğinde kahveye daha az uyarana ve zamana maruz kalmadan ulaşacağım ve böylece de yazacaklarımı unutmayacağım. Bütün icatlar imkansızlıklardan çıkar. İşe de yaradı hatta bonus mutluluklar da getirdi. 

Saat 15.00-15.30 arası evden çıkış yapacağım. Çünkü bence günün en güzel saatleri 15.30 gibi başlıyor. Güneş bir sarı sıcak düşüyor şehre. Çok da geç olmadığı için insanlar halen enerjik ve biraz da sabırlı. O sarı sıcak düşen güneş ışığı tam o esnada tatlı da bi' his bırakıyor. Kendini iyi hissediyorum galiba ya noluyo acaba diyorsun o esnada. Sonra kalbine sıcacık yayılan o sakinlikle yaşıyorsun her şeyi.  

Henüz günün en güzel anını yaşadım mı bilmiyorum ama en güzellerinden birisi de bu olur kesin. Biri beni anlıyormuş kadar güzel çünkü şu an. Aylaklık saatlerimin bir yerinde ojelerimi çıkarayım belki maniküre de giderim fikri belirdi. Ojeleri çıkarırken de ay kısacık kes gitsin zaten şu uzunlukta klavyeye rahat basamıyorsun tırnağın plastiğe çarpınca hissettirdiği şey yüzünden cidden çok derin tartışmalar halindeydim. Bir tartışmanın içinde de şey var. Tırnaklarımı olması gerekenden daha derin kestiğim zamanlarda pek de iyi olmadığımı bilen eski sevgilinin ruh durumumu anlamak için sürekli göz ucuyla tırnaklarıma bakması... Aslında belki bu bir anksiyete, o hisle alakalı değil o anda canım bir şeye takmak istiyor sadece çünkü genel manada çökkün bir dönem geçiriyorum. Arkadaşlarım antidepresanı bıraktığım için kutlama yapalı 1 ay 18 gün oldu ama galiba ben bir noktada ilerleyemiyorum. İki hafta önce hissettiklerimin olağandışı olduğunu kabul edip psikiyatrmla görüşmeye karar vermiştim. Asla görüşmedim. Belki alışırım, belki aşarım diye diye havada süzülerek yaşamaya başladım. Bir noktada bana kontrolümü kaybetmek aşırı keyifli geliyor. Zaten bu zamana dek yaşamadığım boyutta bir dikkat eksikliği yaşıyorum. Hiçbir şey umurumda değilmiş gibi ama aslında umurumda. Bu his yüzünden de metin yazamıyorum bir süredir. "Offf hiç yazasım yok bugün" diyorum öğlene doğru, "Boş ver bugün de yazma!" diyorlar. Omzumdaki şeytanlar kalp ben. Dikkat eksikliğim sayesinde bugün de kalpler gülüyor. Kim bilir kaç defa bu yazının başından kalkıp bir şeyler yapıp gelip yeninden yazabilmek için paragrafı okudum. Yazmaya başlamam için anlamam gerek mantıklı her vatan evladı böyle düşünür çünkü. Paragraftan hiçbir şey anlamadım. Hiç umursamadan yazmaya devam ettim. O yüzden bu paragrafın bir kırılma noktası var. Hikaye saçma sapan bir yere gidiyor ama sonra gittiği yere alışıyorsun, diğer hikayeler bitiyor. Az önce o kırılma noktasını bulma aşkıyla paragrafı yeniden okumaya karar verdim ama paragraf benim ilk okuduğum paragraf değil. Büyümüş kocaman paragraf olmuş, maşallah. O yüzden 'zaten şimdi okusam da anlamıycam' deyip okumaktan vazgeçtim.

Masada birkaç saat durmuş soğumuş kahvenin mutlu etmediği bir an yok. Tam böyle canın bir şey içmek istediğinde o en yakın dost gibi onurlu duruyor. Hemen bir yudum alıyorsun ve diyorsun ki "Oh iyi ki, ne tatlı geldi!" Saat 14.51 oldu hızlıca hazırlanmam gerekiyor. Bu defa üşümemek için kat kat giyinmek suretiyle sıkı önlemler alacağım. Sonra sahilden bisikletçiye gideceğim. -Burada kendime ayırabileceğim birkaç saat var- Sonra yıllık bakım için bisikletimi orada bırakıp canım isterse maniküre gideceğim veya sahilden yürüyeceğim -belki oturup bir şeyler yazasım gelir -canım istemezse taksiye atlayıp eve döneceğim. 

Üst katta elektrik süpürgesi çalıştığının hissi geliyor ama sesi gelmiyor müzikten. Ama nasıl titriyoruz ince ince başka bir şey bu. Müziği kıstım tamamen, elektrik süpürgesiymiş. Abla o nasıl süpürme amel defterimizi mi kapatacaksın?? Korkup ayağa kalktım valla neyse kalkmışken gidip giyineyim çıkayım süzüleyim. 

Evden çıkmadan evvel not: Güzel tırnaklarımı kestim. Derinden.

16 Ocak 2023

Vaziyetler.

Üç gündür aklımdaki yazıyı yazmak için masama oturuyorum. Fiile geçiyorum artık. Ama kafamdaki yazarak tartışmak istediğim konu asla söz konusu değil. Çocukluk aşkımın acısını bile yeniden yaşadım. Neticesinde halen o konuyla ilgili yazmıyorum. 

-Üç gündür 90'lar pop ve bilimum şeylerin kuyusuna düşmüş haldeyim. Artık o yıllarda yapılan bütün şarkıları dinlediğimden şarkılar tekrara giriyor diye 2000'lere geçtim. Bu da güzel bak. Yasemin Mori'den Aslında Bir Konu Var'la başladı liste. Bakalım daha neler gelecek başımıza yine bi müzik listesi yüzünden. 

O konuyla ilgili yazmış mıyım da ben mi kaçırmışım yoksa diye telaşlandım. 

-Asıl telaşın en fena halini bu akşam yaşadım. Masamdayım tıkır tıkır bir şeyler yazıyorum. Patır kütür bir ses. Tek bir ses değil bir şeylerin yuvarlanma sesi ama. Çok kısa bir an mantık devrelerim kapandı ve evin kapısından birilerinin anneme paldır küldür saldırdığını sandım. Koşa koşa odamdan çıkarken gördüm. Kalbim inanılmaz atıyordu. Annem vileda kovasını devirmiş. 

-Liste şahane gidiyor. Şebnem Ferah'tan Mayın Tarlası çalıyor şu an mesela. Ne kadar uzun zaman önce dinlemişim ve aslında sandığımdan daha şahaneymiş. Bence favori albümlerimizi 5 yılda bir dinlemeliyiz. Kim bilir neler neler çıkar başka...

O konu hakkında hâlâ yazmadığımın farkındayım. Canım isteyince yazmaya karar verdim. Canım istemezse de yazmam o kadar basit aslında.

-Şu an hatırlayamadığım bir sebepten avm trafiğinin olduğu bir saatte bisikletimle sahile iniyordum. Tam önümde kitlendi trafik ama azıcık kıpırdansa kaçıp yandaki otoparka girebileceğim. Kesinlikle olacağına inandığım için hazırda bekledim. Adam medeniyet gösterip yol verdi. Otoparka doğru süzüldüm. Ama her zamanki şekilde park etmediklerine inandığım arabalara çarpmamaya çalışarak çıkabileceğim bir yer aradım. Evden çıkarken de kendi kendime "Bugün hangi duran arabalara çarpacağım acaba? ekiekeikei" diye şaka yapmıştım. Galiba otoparkın içinde her an bir duran arabaya çarpma olasılığım yüksekti. Ama bu defa çıkışın çok yakınında yer oturan dilenciye çarpmak üzereyken son anda kavis yaptım. 

-Hafta sonu birkaç saat ofise uğrayıp çalıştım. Sonra çıkıp sahile attım kendimi. Ama nasıl tatlı bi' hava var. Yaşam enerjisi fışkırıyor her yerden. Sahilde insanları rahat izleyebileceğim bir yerde sessizce oturmayı planlıyordum. O kadar ki müzik bile dinlemiyorum o anlarda, kulaklık çantamda duruyor hatta. Doğal sesleri duymak istiyorum o an. Bisiklet kornası. Zincir sesi. Arabalardan geçip giden müzikler. Bazısı yakalıyor şarkıyla beni. Onun ardından da şarkıyı mırıldanmaya devam ediyorum. Sonra bir sürü martı olan yer gördüm. Meğersem onların yemek alanıymış orası. Gelen geçen bir şeyler bırakıyor. Bizimkiler de yiyor, mükemmel sistem. Martıların tam karşısına oturdum ben de. Uçmalarını, yemek yemelerini izliyorum. İnsanları izlemekten daha fazla ilgimi çektiği için daha heyecanlı inceliyorum. Sonra koca bir sürü martı gökyüzünde başımın üstünde süzüle süzüle dönmeye başladı. Bir tur iki tur üç tur...Şov yaptılar bana resmen. Nefesim kesildi. Çok güzeldi. Böyle bankta ayaklarımı çırpıp deli gibi sırıtıyorum martılar başımın üstünde şovlarını yaparken. Biraz sakinleştikten sonra hem martıları izliyordum hem de düşünüyordum. Aklıma 'Acaba martıları izleyen başka birileri de var mı?' sorusu düştü. Martıların seyredilebileceği her alanı taradım, bir kişi bile martıları izlemiyordu.

Bu arada günlerdir yazmadıklarım şöyleydi özetle: Biz Muratla canımız filmimizin çekimlerini bitirdik. Montaja girmek için ilahi bir işaret bekliyoruz. Bir his. Çünkü buraya kadar hep hislerimizle geldik. Haydi yapalım diyecek birimiz, haydi o zaman diye coşacak diğerimiz. Bu aralar hava bol güneşli azıcık kapansın canım montaj yapmak çeker zaten.

14 Ocak 2023

Bak yine kafam karıştı ne anlatıyorum ben?

Bazen blogumda rastgele bir yıldan rastgele bir yazı okuyorum. Hem ne hissettiğimi hem de bunu nasıl anlattığımı o kadar çok merak ediyorum ki. Bazen o hissi ve yaşattığı sahneleri de hatırlıyorum. O zaman çok tatlı oluyor. O hikade yaşadığım hissi yeniden hissedebiliyorum. Bazen üzerine yeni hisler ekleniyor. Özlüyorum. Yeniden kırılıyorum. Gülüyorum... İyi ki bir şekilde yazmışım her şeyi. Bütün o saçma ayrıntılarını hatırlamışım. (Alzheimerla kişisel mücadele) Bir de inanılmaz büyük bir coşkuyla anlatmışım. O coşkuyu sevdiğim için yazıyorum sanırım bunca kelimeyi birbirine 'şerefe' diye tokuşturarak. Bir de işi anlama boyutu var. "O coşkuyu sevdiğim için yazıyorum sanırım" demeden önce yaklaşık son 15 dakikadır "İnsan neden yazıp anlatmak ister?" diye düşünüyordum. Masamdan kalkıp omuzlarım üşüdüğü için üzerime şal almak için kalkarken sinsi sinsi girdi bu soru aklıma. Çoğunlukla soruyu unutup yeni sorularla sakin sakin durup düşünürken varlığını unuturum, kimi zaman da yazarken sorunun yanıtı akıp gider ve çözülür. Darısı diğer yanıtına kavuşamamış tüm sorularıma derim o zaman. 

Özetle, yazarken bir hisse coşku dolu kapılmanın oturup tüm bunları yazacak kadar motive ve enerji dolu olmayı seviyormuşum. Salt bir coşku hali. Bu sadece mutluluk da değil ama. Aynı şekilde insan elbette çok coşkulu bir halde üzgün olabilir. Mutsuz değil bak. Bence mutsuzluk da üzgün olmak aynı şey değil. Mutsuzluk içerisinde çok fazla uyaran içermiyor. Mutsuz olunca sabit duruyorsun, günlük yaşama katılıyorsun ama üzgün olduğunda bir şeyler fokurduyor içinde. Üzgünken çok ağlıyorsun, üzgünken çok yürüyorsun, çok şarkıya tutuluyorsun. Her ayrıntı yeniden kırıyor kalbini. Her yerinde bir ayrıntısı kalmış. Mutsuzluğun tercih edileceği his o yüzden üzgün olmak. Sonucunda suya şeker ve tuz atsan kaynama noktaları yoğunluktan farklı olacaktır. (Çok emin söyledim ama ben de son söylediğimi düşününce emin değilim. Belki bi' bilimsel değişeni vardır. Telefonla joker hakkımı kullanıp Bahadır'ı arıyorum bi sn. Aradım ama bu konuyu çok kısa çözüp başka konulara atlayıp şakalar komiklikler yaptık. Kendisine bir insan kalbi yerine Sivas kangalı kalbine sahip olduğunu söyledim. Kabul etti. Sonra heyecanla avizesi patlayan odam için seçtiğim avizelere beraber bakmak için çok sabırsızlandığımı söyledim. "Evet yoğunluk meselesinden eşit değil" dedi. Ay ben de onu diyorum zaten) Bak yine kafam karıştı ne anlatıyorum ben?