19 Şubat 2023

İdame çantası, pembe şarap ve bazı yollar üzerine.

 
Sinop'un bir yerlerindeyiz ve haritada konumumu bilmiyorum şu an. Ama bu umurumda değil pek açıkçası. Bunları sonra düşünürüz çünkü. Fena güzel şarkılar, güzel yeşillik derken çıldırıyorum burada. Bir şubat cumartesisinde nefis bir yerdeyim bence. Tam da ihtiyacım olan buymuş, dedim az önce. Sonra da minnoş minnoş sarıldım kendime. Pembe şarap hediye ettim bana. Çok sevdiğim bir isim olan Leyla şarabı üstelik. Böyle denk gelişleri bayılıyorum. 
 
 
Hala uygun şarkıyı bulamadım. Evet buranın hakkı bu şarkıydı bence dediğim bir şarkı olamıyor. Şimdi onu aramaya gideceğim. Bulduğumu sanarak birkaç kere daha dinleye dinleye. 
 
 
Ama o esnada epeydir aklıma yer etmiş bir kitap girişi var. Birkaç gündür tekrar okumak istiyorum deli gibi. Pasajlar geliyor aklıma kitaptan ama flu hep cümleler. Hissini hatırlıyorum, bu çok hoş. Fakat bir türlü fırsat ve doğru anı bulamamıştım ki ufuk çizgisini ve bir sürü ağacı gören bir pencere kenarında bu girişi yeniden okumanın tam zamanıymış. Belki de tüm o zaman bulamamalarımın bir anlamı varmış, bu pencere kenarında okuyabilmem içinmiş. Ay resmen pansuman. 

"Şuraya bir cümle koydum. Bırak, acımızı birileri duysun. Hem zaten şiir niye var? Dünyanın acısını başkaları da duysun!

Buraya tabiatı koydum. Ağaçları, suyu, ovayı, dağı. Onlar bizim kardeşimiz, çok canın sıkılırsa arada onlarla konuşursun." 

*Birhan Keskin-Kargo 

 
Eve giden yol çökmüş, her yer aşırı çamurlu. Arazi şartları çetin. Alternatif yoldan gittikçe daha da zorlaşan parkurlardan geçtik. Evine misafir olduğumuz arkadaşımız daha yeni Kilimanjaro dağına tırmandığı için pıtı pıtı geçti her yerden. Rehberimiz oldu, çok yokuşlardan elimizden tutup kurtardı bizi. Dikenli yollar, ıslak ve kaygan toprak, dalgaların ayağımıza gelme tehlikesiyle taşları köpürtmesi, o esnada koşa koşa kaçmamız ve nice badireyle bizim de Kilimanjaromuz burası oldu. Geri dönüşte dağcı arkadaşımıza iple bağlanmamız gerektiğini söyledim. Bence harika fikirdi. 

Akşam oldu şimdi. Odada flaşsız fotoğrafını çekebileceğim tek şey bu mum şu anda. Aynı pencereden bakıyorum. Çok uzakta şehrin ışıkları. Bu uzaklık iyi geliyor. Yıllar önce çok fena sardığım bir şarkıya yeniden sardığım için biraz tehlikeliyim bence. 

İdame çantamla geldim. Böyle bir şey varmış ama bilmiyormuşum ben hiç. En son sadece 2 gün evden uzaklaşırken hazırladığım çantayla kendi kendime bir şeyler öğrenmişim herhalde. Gıda ihtiyacım karşılanması halinde ben bu çantayla 2 hafta yaşarım, dedim aşırı ciddi. 
 
 
Sobanın önünde kedi gibi kıvrıldım. Keçi derisi bir post üzerinde. Ne ilkel aslında. Hayvanın üstüne yatılıyor. Öyle yerde halı niyetine insan bedeni düşünsene bir, çıldırırsın. Galiba burada uyuyakalacağım. Kaldım da. Uyanıp biraz sohbet ettim yerde uzanırken. Bi' şeylere güldüm sürekli. Sonra üstüme başıma soba ışığı vurunca fark ettiler. Her yerim keçi yünü. Başarılı bir çalışma oldu cidden. O tatlı tatlı yatışların bir bedeli olmalıydı tabii. Biraz daha pembe şarap. 
 
 
O zorlu parkuru geçebilmek için kendimle gece boyunca motivasyon konuşmaları yaptım. Bu sıkıntılı yolun belki bir anlamı olacaktı. Oldu da sanırım. Kendimle bağımı yeterince sıkı tuttuğumda yapamayacağım bir şey yok. Canım kendim. Sabahın cidden çok erken saatlerinde şehre döndük. Çünkü arkadaşımız acil servisteki nöbetine gidecekti. Arabadan inerken "Bize bişi olursa zaten direkt acil serviste sana getirirler ehehe" diye az komikli şakalar yaptım. Sahil kenarında sabahçı kahvesi gibi bir yer varmış, orada kahvaltıya bırakıp hastaneye geçti. Martılar, bir teknenin kaptan köşkünü zapt etmiş kedi, sosis köpek, çok acı çay, ıspanaklı börek, uzaktaki balıkçıların telaşı derken "an" birkaç şarkı ve fotoğrafla günün puanını yükseltti. 
 
 
Martılarla ilgili bir şarkı dolandı dilime yürürken. Nevin'e mırıldandım, hatırladın mı bu şarkıyı diye sordum. Birlikte mırıldandık biraz. Elimizde çok fazla simit vardı. Biraz yüksek bir yer görünce simitleri martılara atalım buradan dedim. 
 
 
Denize kayıklardan dolayı mesafe olsa da geliştirdiğim taktiklerle neredeyse denizde sekecek simit parçaları attım martılara. Onlar da alıp alıp yediler. Ama bir noktadan sonra sürekli simit atma haline farklı bir yaklaşımda bulunayım, bir sosyal deney yapayım diye bütün bir simidi frizbi atar gibi attım. Bir videoda martı verandada duran masadaki kocaman pizzayı alıp uçuyordu. Ona aşırı gülmüştüm. Ben bizim martılardan böyle bir performans bekledim açıkçası. Ama bir iki martı denedi, alamadı. Üzüntü ve hayal kırıklığı yaşadığım için dikkatimi fotoğraf çekmeye verdim. O esnada kendi başına çaresizce suyun üstünde yüzen simide zoom yapmıştım. Amacım çaresiz simit fotoğrafıydı ve onca beklemeden sonra tam martı simidi alıp giderken tamamen büyük bir tesadüfle fotoğrafını çektim. Sonra martıların sesine karışan çok kahkaha. Zoom yaptığım için çözünürlük aşırı dandik olsa da sanırım bu çözünürlüksüzlüğü de sevdim. İnsan bi' şeyleri sevmek isteyince mutlaka seviyor. 


 

17 Şubat 2023

Taslaklar klasörü.

"Açılışta amca balkonda bekliyor. Bekleme hissini verelim. Uzun uzun sağa sola baksın. Bu aynı zamanda beklemenin de hikayesi"

Girişimi tanıdım blog taslaklarında. Heyecanla o ana gittim. Muratla çektiğimiz filme son gelmiş aklıma. Hemen burayı açmışım yazmışım demek. Bu, filmin son sahnesiydi ve biz henüz o son sahneyi çekemedik. Bazen neden bu kadar zor anlamıyorum?

Bazı blog taslaklarında şu an nerede olduğunu bilmediğim hisler aşırı karamsar ve sert geliyor. O zaman neden böyle düşünmüş olabileceğimi anlamaya çalışıyorum. Olayları sıraya koyuyorum. Bazen yetmiyor takvim açıp günü gününe bakıyorum. Bazı şeyleri daha hızlı anlamama yardımcı oluyor burada sayılar. Sözelciler iyi bilir bu hissi. Öyle inişli çıkışlı bir grafiğim var ki. Çünkü en az üç yerimden bıçaklıyorlar bazen. Ama yine de yüzüme gülümsemem oturtup bir elimle kendime tampon yapa yapa dik yürümekten başka bir şey gelmiyor aklıma. 

Yine birçok yazı taslak halde. Dağınık. Ama merak etmeyeyim muazzam bir düşünme mesaisiyle hepsini halledebilirim bence.

Çok his 2.

Acıyı ajiteleştirmekten nefret ettiğim için bu acıyla tüm top ve tüfeklerimle mücadele ediyorum. Ama ne fena çetin bir mücadele. Yalnız tek başıma mücadele edemediğim için başka insanlardan yardım istiyorum. Çünkü insan kendisini sevmeyi unutabiliyor o zamanlar. En başta doktorumu aradım tabii. Acil kodlu ağlama atakları yaşıyorum çünkü. Bunun devamı iyi değil biliyorum, çok şükür doktorum da biliyor. Hasta-doktor ilişkimizin en başından bilinç dolu olması, Beni essem de sadece gerçekten acil bir durumda arayıp net ilaç ismi verip "ben bunu daha önce kullandım" diye ilaç isteyebilecek farkındalığa sahip olduğumu da biliyor. İnatla istediğim ilaç da o kadar mucizevi bi' şey ki 10 dakika içinde ataklar bitiyor adeta sünger oluyorsun yumuş yumuş oluyorsun, neden istemeyeyim! Ruh sağlığı hastanesinin aciline girince direkt bundan veriyorlar dilinin altına. Kısa sürede neden geldiğini unutuyorsun, ne gerek varmış diyorsun. Ama bunun öncesinde ofiste birbirimize sarılıp ağladığımız çarpıcı bi' anımız var. Çünkü ben az önce günlerdir saklaya saklaya ağlamama rağmen masamda haykıra haykıra ağlamaya başladım. Artık bu yardım istenecek hale gelmişti çünkü kontrol edemiyordum. Kontrolünü kaybettiğin şey pek akıllı bi' iş değil, ama insan bazen o deliliğe kapılıyor. Biraz daha ağladım. Sonra yine ağladım. Herkes etrafa koşturdu biri peçete, biri kolonya, biri masamdaki su şişemi ve sigaramı getirdi. Ama ben hala sarsıla sarsıla ağlıyorum ve kontrol edemiyorum. İstediğim ilaç için önce bi' sistem arıza verdi dediler. Yeşil reçeteli ilaç olduğu için sisteme mi ne girmesi lazımmış. Acaba farmakolojik cvmde bu zamana dek kullandığım tüm gümbür gümbür kaliteli ilaç sayesinde kolaylıkla yazar mı? Çünkü doktor haricinde işin içinde olan canım danışmanım biraz pişman bi' halde benimle büyük sır paylaşıyor gibi, "Doktor hanım biraz çekiniyor yeşil reçeteli ilaç yazmak için. Acaba çok acil bir şey olduğunda ruh sağlığı hastanesinin aciline gider misiniz? Orası 24 saat açık, bir şey olursa ilk bize haber gelir zaten biz de hemen ilgileniriz" diyiverdi. Ne bileyim biraz kırıldım. Sonra dedim hafta sonu iççem ben zaten. Aklımdan da çıkardım ilacı kısa süre içinde. Amaan dedim bir de buna üzülemem, zaten içim deşilmiş halde. Ayrıca böyle de bir dert olamaz derdini sikeyim çok afedersin. Ben direndim işte güzel de direndim aslında. Sonra telefona peşpeşe iki SMS geldi. Sadece böyle resmi şeyleri ve kampanyalı mevzuları takip ediyorum oradan sadece herkes gibi. Oranın öyle olması değerli aslında. Neyse. Ruh sağlığı hastanesinden reçete kodu geldi. Öğlen konuştuğmuzda lityum yazdırmıştım onun reçetesi ancak geldi sandım ama mesajı kapatamadan danışmanım aradı. Yeşil reçeteli bok yiyeni büyük hastanenin sisteminden yazdırmışlar. Tatlı tatlı teşekkür ettim. Ama telefonu kapatınca yüksek övdüm. Sonra reçeteyi canım anama gönderdim, zaten yakınlardaymış o hemen aldı eve koştu. Ben de her şeyimi rastgele çantama tıka tıka hazırlanıp ofisten kaçtım. Kaçmak değil de ofisi ardımda bıraktım. Hap dilimin altında erirken yorganı üstüme çektim. Takribi on dakika içinde her nefesi bir öncekinden daha yüksek kalitede alıyordum sonrası belli: uyku kuyusuna doğru ipsiz süzüldüm.

Ertesi güne yine mutsuz uyandım. Gece de tekrar uyumuş olmama rağmen üstümde sıkıntılı bi' enerji vardı. Evde duramadım kendimi bisikletle dışarı attım. Bisikleti zaten yıllık bakıma götürmem gerekiyordu. Sahil yolundan gideyim bisikleti bırakayım, oradan gratise geçer biraz bir şeyler bakarım akşama doğru da Nevin'e geçerim kızlarla içeriz gibi harika bir plan yaptım. Ama sahilde bisiklet sürerken durduk yere ağlamaya başladım. Ara ara nefes almadan ağlayınca biraz endişe ettim. Kendime de sinirlendim. Ne bu yani ne alaka şimdi ağlamaya başlamak. Bisikletten inip elime aldım, kumsala indim. Hem ağlıyorum hem kumsalda zor giden bisiklet kuma batınca bir de ona hıçkıra hıçkıra ağlıyorum. Tam denizin dibine gelirken bisikleti yere devirdim, kayışı kopardım ve sesimi biri duyar mı endişesi taşımadan ne kadar bağırabiliyorsam o kadar bağırarak ağladım. "Çok ağır" diye sayıkladım sürekli. Kendimi durdurmadım. Aksın gitsin istedim. Ama bir yandan da hâlâ kontrolümü kaybederim endişesi de olduğu için tetikte bekledim. Evden çıkmadan önce yanıma o müthiş ilaçtan alsam mı almasam mı diye düşündüm. İhtiyacım olup olmayacağını kestiremiyordum. Alkollü alsam ne derece sallar onu da bilmiyordum. Yine de tedbiri elden bırakamadım, cebime sadece bir tane attım. Sanırım onun cebimde oluşunu bilmek bana güven veriyordu. İçimi hissetmeyene dek ağladım. Ağlaya ağlaya yordum kendimi. Evde olsaydım mutlaka uyuyakalmıştım. Çocukluktan koparamadığım bağlarımdan birisi bu da. Neyse akşam kızlarla güzel içtik ama. Deli gibi siyaset konuşup birilerine bedduayla yol döşedik. Çok öfkeli ama azıcık da sarhoştuk. Şu an o gece eve döndüğümde ne yaptığımı hatırlamıyorum. Sanırım bu yazıyı yazmaya da o akşam başlamış olabilirim. 

Pazar sabahı canım anam güzel bir kahvaltı hazırlamış. Günüm daha da şenlensin diye duşa attım kendimi. Duşla başlayan günlere +5 yazar gibi bence. Biraz daha toparlıyor gibiydim. En azından içimi sıkıştıran, göğüs kafesimi darlayan o his gitmişti. Sonra bir yerleri toparlamaya başladım. Aşırı rahatlatan bir his. Sakinleşmek için boş zamanlarımda bir yerleri toparlıyorum, düzeltiyorum. O düzgün hâl bana haz veriyor. Hayatımda toparlayamadığım her şeye inat bir nizam var her yaptığım işte. Adeta bir esere dönüşüyor dokunduğum her şey. 

Serbest düşüş. (Keşke düşmeseydik)

 -Öfke. Öfke. Öfkeee. Öfkeeee! Son günlerin en baskın duygusu. Öyle ki kasıklarıma bastırıyor önce kendisini. Karnıma yaslıyor karnını. Göğüs kafesime tüm bedenini dayayarak dudaklarıyla da nefesimi zaptediyor. Nefesimin bittiği noktadaki öfkeyim o yüzden hep. 

-Google'da "Kullanıcılar bunları da sordu" kısmına aşırı mutlu oldum az önce. EVET YALNIZ DEĞİLİM BUNLARI YAŞAYAN BAŞKALARI DA VAR! coşkusu açıkçası. Kader birliği, dert ortaklığı, yoldaşlık... 

-Savaşla sohbet ettik biraz ofisten çıkmadan. Çünkü Savaşla hep plansız başlar sohbetlerimiz. Kimse kimseye gidip "Ya seninle biraz konuşalım mı?" diye sormaz. Bunun bir randevusu olamaz. Sohbetin derinliğinin farkında olmak süreci biraz daha iyi yönetmek için fayda sağlar. Ve sonra o sohbet psikoterapi seansı gibi olur. Kendimizle yüzleşe yüzleşe deşeriz içimizi. Kendimize karşı büyük öfkeli, birbirimize karşı şefkatli.

-Tanıdığım en orijinal deliydi. Dümdüz deli böyle. Saten çarşaf gibi deli. Buralarda da büyük bir belediye işi almış mimar. Önceleri keyfi yerindeydi. Sorunlar arttıkça ve devam ettikçe adam gözlerimin önünde acayip bir şeye dönüştü. Bir gün buluştuk ama o daha önce oturduğu köşe zaten loş olan bir mekanda en karanlık yeri bulup oturmuş. Ama yoldan arabalar geçerken farları hafif yüzüne vurunca bir şeyler şekillenmeye başladı. Adam dayak yemiş bildiğin. Fakat ne yemiş. Şiş ağzıyla "Siz bir de onları görün ehehehe" dedi bir de. İnşaatın işçileriyle ciddi sorun yaşıyordu. Uyardı, konuştu, daha fazla sarı kula aldı ama bir türlü çözemedi ve aksine işçiler bu iyilikleri suistimal etmeye başladı. Bir gün çok fazla alkollüyken 10 kişilik işçi grubuna tekme tokat saldırmış bizimki. Hiçbir zaman o gece orada çok büyük dayak yediğini kabul etmedi. 

-Bahadır'ın çizer bir arkadaşı var. Az önce arayıp önce Cihan'ın kim olduğunu hatırlatarak, "Ya bi' çocuk kitabı yazsana, Cihan da çizsin" dedi Bahadır. "Çocuk kitabı niye? dedim. "Ya o sektörde çok para var" dedi. Kahkaha attım haliyle. Baya bana ekonomi özeti sundu neden bu işi yapmamız gerektiğiyle ilgili. Öyle makul nedenler sundu ki...Çocukların hiçbir şey öğrenmeden iyilik yoksunu büyüdüğünü bunun da iyi yazılmamış çocuk kitaplarından olduğunu anlattı. "Balım sen şu an parayı mı düşünüyorsun çocukları mı?" diye sormak geldi içimden. Sordum da zaten. Güvenmiyorum bu pezevenge çünkü. "Tabii çocuklarıııı düşünüyorum" dedi ama sesi titriyordu. Sesinin titremesiyle dalga geçtim ben de. Bırak bu işleri diye İsmail abinin pembe kravatlı mor takım elbisesi içinde taam hadi taam inandım hareketini yaptım. Sonra yeni bi' soru sorma isteği geldi, hep gelir. Neyse. "Neden bana soruyorsun bunu? Nasıl bir çocuk kitabı yazabileceğimi düşünüyorsun?" dedim hızlı hızlı. "Başka yazar tanımıyorum çünkü" dedi, tokat atar gibi. Sonra kıvırdı hemen, "Yaa ben sana güveniyorum o yüzden yani" falanlar çıkmaya başladı. Pezevenk demiştim. 

-Bu gazetecilerin haberim her yeri salladı, bakanlık açıklama yaptı artistliği yapması da gazeteciliğe dahil. Oysa bende tam tersi işledi. Yaptığım bir haber nedeniyle ilgili bakanlıktan direkt cep telefonuma gelen aramayla evhamlandım. Evhamım da bana bişi olacağı korkusundan falan değil bu kadar prosedür işini nasıl halledeceğiz diye. Yok evden al gel, kelepçe taktı mı takmadı mı? Üstün başın pijamalı mı değil mi? Üzgün mü görünüyorsun güçlü mü? Öfkeli misin çelik gibi mi? Tutuklama oldu mu? Adli kontrol mü? İlk açıklama. Çarpıcı mesajlar. Ama bunu sadece biz görüyoruz. Bence artık başkalarının da görmesi lazım.

-Normalde dinlemeyeceğim şarkıları hiç değişirmeden kendimi deşe deşe dinlememden anlamalıydın gitmeni istemediğimi. Nereye düştüğü belli olmayan bir yere düşüyoruz gibi ama keşke düşmeseydik.

-Bazı şarkılar yaşanır. https://youtu.be/pbeiDLdeaYs

-Belki de ben uyduruyorumdur?

13 Şubat 2023

"Mahallemizde turlar at."

Mahallede yürüyüp durdum. Gündüz gözüyle izlemek istedim ilk defa. Hava kapalı ama eminim gotik tarza renkler düşüyordur o anda hayata diye düşündüm hızlıca hazırlanırken. Cidden de aşırı tatlı karanlık, gri, muğlak binbir çeşit ton gördüm. Yürüyüp yürüyüp içinde bir sürü çam ağacı olan minicik bir parka uğradım. Sokak köpekleri uyuyor çünkü geceleri mahallemizi koruyorlar diğer sokak çetelerine karşı. Düşmedik hiç çok şükür. Sonra ağaçlı yola girdim. Bu yolu hep aydınlık, ışıl ışıl, yemyeşil, güneşli-gölgeli sevdiğim için önce bir zoruma gitti. Ülkenin yolu bile mutsuz, sıfır şaka. Oy oy dedim kıyamadım. O halini de kabullenip sevip fotoğraf çekmeyi hatta ağaçlı yolla ilgili bir şeyler yazmayı düşündüm. Sonra da "Aaa yazarken kullanırım bu fotoğrafları hoş olur" dedim. Bu fikri sevdim. Ama ondan önce parka gidip ağaçların altından sigara içerek süzüldüm. Sonra da ağaçların fotoğrafını çektim. 

Bu fotoğrafta ortada gökyüzü boşluğunda kadın figürü olduğunu düşünüp gülümsedim. Sonra ağaçlı yolun sokağına girdim. 

 

Böyle bir sokak kendisi. İki yönlü, şeritleri ağaçlar bölmüş tüm zerafetiyle. Ne tarafından baksan güzeldir ama ben en çok sabahları ve akşamları görmeyi sevdiğim açılarını kovaladım. 

Bu haline azıcık üzüldüm ama ona destek olmak istedim daha fazla yanında kalarak. Sonra bu ağaçlı yol ve çevresinde yaşadığım bir sürü anın unutulanlar kısmına gitmesini istemedim. Tatlı tatlı hafif yokuşu indim. Jabbar- Cesaretsizce Olmuyor çalıyordu kulağımda. Bir de yolun diğer girişinden manzarası var ki sokağın...En çok buraya aşinayım. Geceleri kafam yüksekken ağaçlı yolda sallana sallana yürümeyi, şarkı söylemeyi, bazen durup demirlerin kenarına oturmayı çok seviyorum.  Üzüntümde, öfkemde, bir cevap aradığımda, yıkıldığımı sandığımda, çok mutlu olduğumda ve çok daha derin bir sürü hisle yürüdüm bu yoldan. Çoğu zaman eve taksiyle dönerken bile, ağaçlı yolun başında iniyorum. O yol ille de yürünecek çünkü. Şu yolda olan her şeye, her halime şahit tek canlı da bu ağaçlar. Başka kimse değil, sadece onların orada olması beni rahatlatıyormuş gibi. İçimizde bir bağ var. Ben konuşmuyorum, ağaçlar konuşmuyorlar ama hislerle bir şekilde birbirimizi anlıyoruz sanki.


Tabii bu akşam hâli bir fotoğraf değil. Mutlaka daha önce çekmişimdir ama eminim. Karanlık ve sadece sokak lambalarının sarı, loş hâli çok tatlıydı. Bir sürü gölge yola düştüğünde gölgeleri adımlamak hoşuma giderdi. Ancak çok yakın zaman önce yan taraftaki DSİ hurdalığın içine beyaz sinir bozucu sokak lambaları takmış. Beyaz ışık ağaçlı yola da yansıyor. İlk gördüğümde ciddi tadım kaçtı. Beyaz ışıktan nefret ederim çünkü. Evet sokak lambasında bile. Konuyla ilgili ne yapabilirim bilmiyorum. Ama aklıma DSİ Bölge Müdürü'nü aramak ve konuyu nazikçe açıklamak, dilerlerse değişecek ışıkların masraflarını da karşılayabileceğimi söylemek bile geldi aklıma. Diğer alternatiflerimi saymıyorum. Bazılarının içinde şiddet var.

Sonra birden acaba burada kaç tane ağaç vardır diye merak edip hem yukarı yürüdüm tekrar hem de ağaçları saydım. Bu bilgiyi merak etmek için doğru zaman mı bilmiyorum. Ama ettim işte. Ağaçların hepsini saydım. Bunu hemen telefona not alayım yoksa unuturum dedim. Unuttum.

Yolun hemen yanındaki DSİ'nin hurdalığı sokakla paralel. Nedense o hurdalığa karşı aşırı ilgi duyuyorum hep. Her sabah önünde geçerken içeride değişik bir durum var mı diye süze süze kontrol ediyorum. Yeni hurdalar gelmiş mi, eskiler gitmiş mi? Sessiz sakin bir envanter yoklaması. Bazen çok uzun süredir orada duran hurda yeşil arabaya "selamünaleyk" diyorum. Çok şükür onun ne dediğini duymayacak kadar akıl sağlığım var, şükürler olsun oh. Kendisi de bu arkadaş. 

Sonra bak aklıma ne geldi tam bu ağaçlı yolun sonunda bir apartmanın duvarı var.

Ben yıllardır, bakiyim kaç yıl. (Parmak hesabı) 9 yılmış. 9 yıldır o duvarı dünyaya haykırmak istediğim bir cümleyle doldurmak istiyorum şiddetle. Ama yalnızca o cümleye karar veremiyorum bir türlü. İçinde ağaçlı yol da olan bir cümle olsun istiyorum. Arkadaşlarımla insan dışı içtiğimiz sıradan bir geceydi. Bir süre o duvarı anlattım masada. Dedim ki "Ben o duvara bişi yazıcam!" "Ne yazacaksın?" dediler, "Banane yazıcam bişiler!" dedim. Oktay gaza geldi birden. Dedi ki, "Kalk gidiyoruz, benim bagajda öyle boya gibi şeylerden var onunla yazarsın." Sonra tabii jet hızıyla çıktık operasyona gider gibi atladık arabaya. Bizim mahalleye girince müziğin sesini kıstık, farları kapattık. Ben arabadan inip etrafta birileri var mı, pencerede balkonda olabilecek komşularımı gözlerken Oktay da bagajdaki boya gibi şeyleri aradı. Galiba tam o anda ben de duvarın önündeydim ve ne yazacacağıma karar vermiştim. Oktay gelip yassı kutuda birkaç bir şey verdi. Ben sprey gibi bir şey bekliyorum oysa. "Fırça gibi bir şey var mı ya?" diye sordum. "Ona bakıyorum ben de ama yok sanırım" dedi. Ben de belki bununla da yazılır diye kapağı açtım içindeki gri şeye parmaklarımı daldırıp duvara parmaklarımla yazı yazmaya çalıştım. Biraz uğraştım, duvarda gri iz bile bıraktım ama yazılmadı. Çünkü Oktay'ın boya gibi şey dediği şey araba cilası çıktı. Üç gün elim, yüzüm elf gibi parlaya parlaya dolaştım. Ne yazmaya çalıştığımı da hatırlamıyorum zaten. 

 

Neyse en azından bu şekilde de olsa duvarla bir hikayemiz var artık. 2023 planlarım içerisinde o duvara bir cümle yazmak var. Neyse sonra eve gittim ben işte. Ama birkaç saat sonra hava kararınca bir de gece sokakta olmak istiyorum demiş olayım ki öncekinden daha yüksek bir halde sokağa attım kendimi. Botlarımı bile bağlamadan çıkmama güldüm biraz, sonra yine botlarımı bağlamadan yürümeye devam ettim. Öyle sallana sallana ama uzun uzun da yürüdüm. 


Sonrası malum. Birden bir bar köşesindeyim. Köşe de köşeymiş ha. 

 
 
Tatlı tatlı içip bi' şeyler yazdım sonra. Tepedeki sobayı yaktıklarında bu masa kırmızı oluyor ya o renk tonlarını çok seviyorum ayrıca. 

11 Şubat 2023

Çok his.

"Canım çok acıyor" demeye utanıyorum. Başka insanların yaşarken nasıl hala ayakta kalabildiğine şok ettiren acılardan hep. İnsanız, empatiye düşüyoruz "Ya benim başıma gelseydi..." sorusuyla. Korku dolu bir şükür. Sonra bu şükürden de gelen utanma...

Son 6 gündür en baskın duygum utanma. Ölesiye bir utanma hem de. En iyi bildiğim dilde bile anlatamam bu hissi. Öfke var bir de. Dişlerimi kırmamak için atkımı, montumu ısırıyorum bazen. İçimin fokurdadağını hissediyorum çoğu haberde, fotoğrafta, videoda. Aklıma sadece öfkelenmek geliyor başka bir şey değil. Çaresizlik var bir de. Hayatın hala akıyor oluşuna da isyan. Hepimiz bu kadar çaresizken durmalıydı aslında zaman. Bir baba, ölmüş kızının elini enkazın altında bırakamadığında. Nice eşler, çocuklar, anneler, babalar enkaz başında sonsuz acıyla yakarırken bitmeliydi her şey. Bir çocuk enkaz altında soğuktan donarak öldüğünde bir kere daha yer yarılmalıydı, bu kez kimse kalmamalaydı geride. Belki acılarımız eşitlenirdi....

Şimdi suyumuza gerçek nefret karıştı. 99 depreminde çocuktuk. Çocuklar masumdur bu kadar nefreti taşıyamaz çünkü. Şimdi o zaman olmayan sosyal medya sayesinde her aşamasına tanık olduk. Kimisi kalamadı odasında, evinde kalktı bölgeye gitti. Belki O'na son mesajım "Seni seviyorum" olacaktı... Kimisi bir belediyenin deposunda yardım kolisi hazırladı. Ama attığımız her adım nefretleydi. Ben acıdan çok nefretimden ağladım. Bu nefreti nereye koyacağımı bilmediğimden bir deniz kenarında ağlaya ağlaya "Çok ağır!" diye bağırdım.