16 Mart 2023

"Deli Kızım Uyan"

Bazı şarkılar dank ediyor. Şimdi etti bi' tane. Ofiste hızlı hızlı metin yazarken arkadan çalmaya başladı rastgele listeden. Şarkıyı iki kere başa alıp karşı binanın çatısındaki kuşları izledim. Hava fena sisli. Gittikçe artıyor... 

Şebnem Ferah en sevdiğim tonuyla söylüyor: "Deli Kızım Uyan" 

Ben o zaman üniversitedeyim. Abim de okulunu bitirmiş İstanbul'da yaşıyor. Yakın zamanda da tatil için baba evinde buluşmuşuz ama her zamanki gibi kavga etmişiz. Birbirimize de ağır şeyler söylemişiz. Yaş farkı az olunca hem oyun arkadaşı hem de en çok didiştiğin insan da oluyor aynı zamanda. Ergenliğin ağır etkisi olan yıllar bence. Erkekler zaten geç çıkıyor o kafadan. Birbirimize çok kızdığımızı hatırlıyorum o kavgada. Hani bazı zamanlarda bir kopuş olur, hissedersin ya... 

İlkgençliğimizde belki de anne ve babadan gelen bir müzik sevgisi vardı bizde. Kasetli yılları hatırlıyorum. Şebnem Ferah'ın kasetlerini. Sonra CD'ler. Sonra mp3'ler. Değişmeyen birkaç sanatçı ve grup var ortak dinlediğimiz. Şebnem Ferah da bunlardan birisi. Abim Şebnem Ferah'ın fan forumlarında falan yazıyor hatta. İstanbul'da o fan forumunun bir buluşmasına da beraber gitmiştik, arkadaşlarıyla tanıştırmıştı. Halen o dönemden görüştüğümüz arkadaşımız var mesela. Şahane yıllar. Fan tayfayla habire konserlere gidiyorlar. Şebnem Ferah nerede bunlar orada... 

Şimdi neden bilmem bir ofis öğleden sonrasında o akşama gittim yine. Oysa bu şarkıyı belki de bunca yıldır defalarca dinledim ve bağıra bağıra söyledim. Belki güzel bi' şeyleri hatırlamaya ihtiyacım vardı bilmiyorum. 

Yine böyle bi' konsere gitmiş. O son tartışmadan sonra da aramız açık. Telefonda adını görünce sinirlendiğimi hatırlıyorum. Gecenin biraz geç bi' vakti...Sonra biraz da telaşlanmıştım sanırım kötü bi' şey oldu diye. Açıp "Efendim" dedim en soğuk sesimle. Boğuk boğuk sesler, tam da seçemiyorum. Sonra Şebnem Ferah'ın sesini algıladım: 

"Hem yakın hem uzakmış,

Yanakları al almış.

Deli kızım uyan,

Söylenenler yalan.

Bir tek sensin duyan" 

Gözlerim doldu. Gözlerim boşaldı. O gün gibi, şimdi de.

Şimdi aradan geçmiş bilmem kaç yıl, şarkı yeniden anlamını buldu. Taşlar yerine oturdu. Olduğum yerden geriye, durduğum yerden şimdiye ve geleceğe bakınca geriye kalan en önemli şey böyle güzel sevilmek kaldı. Aranda böylesine sevgi bağı olan birinin aklına bir şarkıda gelmek. Telefonu cebinden çıkardığı, rehberde adımı bulduğu ve o tartışmadan sonra beni kalbinde belki de acıyla taşıdığı her an geçti gözümün önünden. İyi ki dün gece uzun uzun geyik yaptığımız telefon konuşmasını "Seni seviyorum" diye kapatabiliyorum, iyi ki "Canım kardeşim" diyor hep,  iyi ki ergenliğimiz bitmiş ve birlikte büyümüşüz. 

"Yeniden doğup gelsem,

Yine seni severdim"

03 Mart 2023

"Abla yolun olduğu her yere gelirim"

Çekmek istediğim fotoğrafların olması heyecan verici. Geçen Cumartesi kalkıp saathane bölgesini dolaştım. Gazetedeyken diğer ajanslarda veya gazetelerde çalışan hepsi erkek gazeteci arkadaşlarımla oralarda çok vakit geçirmeye başlamıştım. Çünkü o bölgede bir basın açıklamasına gideceksek öncesinde veya sonrasına bir çay ocağında oturulup çay içilirdi. Ben de onlarla birlikte çay ocağında oturup dedesiyle camiye gelmiş çocuk gibi oralet içerdim. 

Oraya gide gele o bölgenin telaşının kendine has tadını yakaladım. Buna "Pürtelaş" dedim, tam o kelimeydi. Bu telaşa kapılmak hoşuma gidiyordu. Bazen saat kulesinin altınaki havuzun hemen önündeki banka otururdum. Kalabileceğim en sabit halde kalıp çevremdeki koşuşturmacayı izlerdim. Bazen önümden içinde toplu iğneden televizyon kumandasına don lastiğinden random numaralı gözlüklerin olduğu tezgah geçerdi, bazen yan masadaki adam gazeteden benim haberimi okuyor olurdu, çaycı Şaban abi ara sıra gelip siyaset konuşurdu, içeriden sağlam kaynaklardan aldığı bilgileri bir çırpıda anlatıp görevini ifa ederdi. Bütün sahada olan gazeteciler Şaban abiyi tanırdı. Çay, şeker zam haberi yapan Şaban abiyi kullanırdı haber fotoğraflarında. Fotoğraflarda Şaban abi kavanoza çay paketini döküyor, çay kazanının önünde çay dolduruyor, çay tepsinini elinde tutuyor. Böyle bir sürü fotoğrafı vardı elimizde. O fotoğrafları çekerken de aşırı eğlenmiştik. Bir sürü fotoğraf makinası karşısında Şaban abi şakalar komiklikler yaparak cıvımıştı. 

Böyle güzel anlar yaşadığım bölgeye daha çok hakim oldum zamanla. En çok Büyük Cami ilgimi çekiyordu. İnsanların belli bir nizam içerisinde bir şey yapıyor olması çok büyüleyiciydi. Cuma günleri caminin içi, avlusu dolduğu için çevresindeki sokaklarda da küçük topluluklar namaz kılardı. Saat Kulesi-Subaşı arası Cuma saatlerinde yürüyüp fotoğraf çekmeye ve cenaze namazlarına katılmaya alıştım. Herhangi bir siyasiyi izlerken gitmek zorunda olduğum cezane törenlerinde de gözlem yaptım. Sözlükte mi yoksa burada mı yazdım bilmiyorum ama çektiğim halde filmin yanmasıyla göremediğim bir cenaze sırasında çektiğim o fotoğraf içimde hep yara kaldı. Ben de yeni bulduğum or-wo pan 400 black&white filmiyle ve cananavar f301'imle ikindi namazına denk gelecek halde camiye gittim geçen hafta işte. 

Ama cenaze yoktu. Biraz buna üzülmeli miyim sevinmeli miyim onu tartıştım içimde. Ama işte neticesinde zaten ölecekmişse de Cumartesi günü ölseymiş, gibi şeyler söyledim kendime kendime. Tövbeler olsun neler diyorum böyle. Caminin içine ilk girdiğimde gözüm o gün cenazesi olan merhumun/merhumenin adı ve hangi vakit namaz kılınacağının yazıldığı cenaze panosuna takıldı. Böyle bir şeyin olduğunu ilk gördüğümde çok mantıklı gelmişti. Düğünlerde de böyle bir sistem var ama o neden şaşırtmıyor da bu şaşırtıyor anlamıyordum. Tablonun birkaç fotoğrafını çektim. Çekerken de "Acaba benim adımı yazarlarken yanlış mı yazarlar?" gibi yine ultra saçma şeyler düşündükten sonra da "Öeaah yeter artık kızım çık şuradan dışarı artık" deyip caminin arka kapısından kendimi atınca zaten Şaban abinin çay ocağının olduğu sokağa düştüm. Hadi gideyim bi oralet içeyim eski günlerdeki gibi diye o kalabalık caddeye attım kendimi. 

Şaban abi beni görünce şaşırdı, sevindi, kızdı...."Abi bana bi' oralet verir misin?" deyince coşa gelip "Oralet değil sana dükkan feda" diyiverdi oraletimi yaparken. Şaban abi her yönüyle bildiğimiz gibi. Yine siyasetle ilgili çok değişik kulis bilgilerine ulaştım sayesinde. Sonra biz depremden konuşurken, yan tarafta oturan beyaz saçlı aşırı gergin bi' amca "Yarın Tokat'ta deprem olacak" dedi. Şaban abiyle patlamalı güldük. Ya nasıl bilicen, öyle bir şey yok derken adam "Ben her gece 12-2 arasında bilim çalışıyorum, fizik çalışıyorum" deyince anladım amca bambaşka bir manyak. Sonra konuşunca mizah gücü aşırı yüksek, mizahı da ciddiyetle yapan bir amca gördüm. İnanılmaz komik, son zamanlarda en çok güldüğüm sohbetlerden birini ettik. Yanında bir arkadaşı daha vardı, bizim bu mizahşör amca kalkıp bi' yere gidince konuşmayı devraldı. Yine depremle ilgili bir şeyler anlattı. "Ben inşaatçıyım" dedi, söylediği her şeyin altının destekli olduğuna imza attı. Sonra bana kartını verdi. "40 yıllık tecrübeyle" sloganıyla zaten kalbimden vurdu. Elektrikçi, inşaatçı, su tesisatçısı, badanacı, kalorifer peteği temizleyicisi ve böyle iki sıra daha var. Ustaya şunu yapıyor musun? Bunu tamir ediyor musun? gibi mini bir sınav yaptıktan sonra "Atakum'a da geliyor musunuz?" diye soruverdim. "Abla yolun olduğu her yere gelirim" dedi.

Işık.

Muhteşem bir ana tanık oldum az önce. Tam karşıma ışıklı bir şeyler düştü. Ne oluyor ki diye bakarken güneş odama süzülmüş bile. Of nasıl saf enerji. Şu an azıcık ışıklar kaldı ama yansıdıkları yerden ışık görmek halen mutlu ediyor. Üniversitedeyken Sinemada Işık derslerini ben pek ciddiye almamıştım. İlle de doğal ışıkta çekeceğim filmimi devrim grubunun başkanıydım çünkü. Bu yüzden okulda bana çoğunlukla "Başkan", sinirli olduğum dönemlerde de "Karadeniz Fırtınası" derlerdi. Bak konu konuyu yine açtı. 

Işığın önemini son yıllarda biraz da hislerimle anlıyorum. Çok güzel bir ışık vuruyorsa onu hemen takip etmeye başlıyorum. Az önce bi' klipte dikkatimi çekti. Tam da emin olamadım. Öyle mi değil mi? Kız karanlık bir yerde ters ışıkta dans ediyor. Işık yüksekten geldiğine göre bu ay falan olabilir mi? Derken aklıma bu sahneyi yaşadığım aklıma geldi. Yazlıktaydık ve muazzam bir ay vardı. Ay ışığı direkt bahçeye düşüyordu. Çok tatlı bir yaz akşamıydı, biraz çıplak ayaklarla bahçede dans ettim. Gündüz sulanmış toprak ve yeni biçtiğimiz çimenler hafif soğuk. O serinlik hissi de aşırı ferah. Yaşadığım hazzı bugün bile çok net hatırlıyorum. Ay ışığı tenime düşüyordu, ellerim ve ojelerim parlıyordu. Yüzüme çarpan hafif rüzgarlar mest oluyor ay ışığının yanaklarımı kızarttığını hissediyordum. Mahallenin sokak köpeklerinden en sevdiğim kirli beyaz patili de geldi bahçeye sonra. Oturdu beni izledi. Gülümsediğine yemin edebilirim, bu hiç beni utandırmaz. 

Tek seyircili bol danslı konser şovumdan sonra dedim ki kendi kendime "Ben bu gece bahçede uyuyacağım." Sonra gittim aynı şeyi Bahadır'a söyledim. Bahadır'ın gözleri yukarı bakıp boşluğa düştü. Düşünme şekli böyle adamın. "En azından düşünüyor olması da güzel" dedim. Sonra aklıma süperkulade bi' fikir geldiği için heyecanlandım. Gözlerimi parlatarak belertip "Bahçeye yatak taşıyalım!" diye bağırdım. Birkaç saniye durup olabilirliğini düşündü. Gerçekten birkaç saniye ama, aniden kalkıp "Hadi taşıyalım!" dedi. Doğru enerji transferiyle onu da heyecanlandırdım. Hiç üşenmeden, sağa sola çarpa çarpa ama çarptıkça kahkaha ata ata çift kişilik yatağı üstelik ahşap altıyla birlikte bahçenin ortasına yerleştirdik. 

Ertesi günlerde ben bu yazıya devam etmeden önce, yazarken tam karşımda duran led ışığına taktım. Çünkü yanmıyordu. Yanmadığı için de benim alışkın olduğum ışığın dışında bi' ışığa alışmaya çalışıyordum. O ışığın yeniden yanması için pil arayışına girdim. O sıra bir pile bu kadar muhtaç olacağım aklıma zor gelirdi. Neyse sonucunda bir arkadaşımın "Bu ne lan pavyon gibi olmuş, her yerde bi' ışık var" dediği odada yapılan görüşmeler neticesinde şu anki şartlara gelmemize karar verdik. Zaten o ışığa pil buldum ben. Yanıyor şimdi güzel güzel. Tam istediğim gibi. 

Bahçede yatak müthiş bi' his. Hem çok rahat yatıyorsun, her zaman yattığın gibi hem de tertemiz hava yüzüne çarpıyor. Arada bir sertleşiyor, soğuyor ama keyif de veriyor. Ay ışığı az sonra bahçeye düşecek biliyorsun, o yüzden o ana hazırlık yapıyorsun heyecanla. Bahadır tutup iki sehpa getiriyor, komidin gibi iki başa yerleştirip üstlerine de bira koyuyor. Özenle sardığı sigarayı reveransla bana uzatıyor. Sonra kendime daha da yaklaşıyorum ay ışığında. Anlıyorum. Yarasına bakıyorum. Suçlamıyorum. Yüzüne baka baka yalan da söylemiyorum. 
 
Mahallenin en kirli beyaz köpeği de olay mahallinde tabii. Bunun gibi bize zimmetli bi' de tombiks ve güzel kedi var. Neyse bahçeye bazen bi köpek arkadaş daha geliyor ama gidişi hızlı oluyor. Bizim kirli ve beyaz arkadaş da ben yatağa uzanınca kalkıp benim uzanabileceğim yere yattı. Ben onu sevdim, o da kuyruğunu salladı. Ay ışığıyla kavuştuk yeniden. Ruhen şifalandık. Çam ağaçlarının, denizin ve toprağın kokusu burnumdaydı. Hepsi birbirine muazzam bir ahenkle bağlıydı. Bir daha asla böyle bir an yaşayamayacağımın bilincinde olarak yine de kendimi anın büyüsüne kaptırdım.