Bisiklet kazasının üzerinden 16 gün geçmiş, benim gündemim hâlâ bu. Ciddi sıkıldım. Depresyon eşiğinde sıkılmaktan bahsediyorum.
Kazanın sıcağıyla anlamamış olacağım ki 3-4 gün sonra ağrı dayanılmaz noktaya ulaştı. Bir kendine sorumsuz ben, asla kazadan hemen sonra hastaneye gitmedim. Ufak ağrıyı da geçer diye çok umursamadım, taa ki artık yere basamayana dek. Ofiste sakin sakin çalışırken yanımda oturan Onur'a döndüm, "Ben hastaneye gidiyorum." dedim. Onur özel hastanede çalışan ortak bir arkadaşımızı arayıp randevu işlerini halletti. Birkaç saat içerisinde tomografi makinasında hayatı sorguluyordum. Peşine sağ yanımın ayaktan omuza komple röntgeni. "Yumuşak doku zedelenmesi" deyip bileklik, krem, kas gevşetici ve 1 hafta yatış verdi. Yataktan çalışmaya ve ekibe destek olmaya çalışırken öyle çok da yatamadım. Sık sık bilgisayar başına geçip bi' şeyler yazdım. Bu bir bakıma iyiydi, kafamı bunaltarak da olsa açık tutuyordu.
En azından bu süreci duygusal yüklerimden kurtulmak ve iletişim bekleyen hadiselere yönelmek için verimli kullanmayı planladım. Çünkü bazen insanlara kapılarınızı açarsınız veya kapatırsınız. Ben de birine ona ne kadar kırgın olduğumu anlatarak bir kapı araladım, hararetli bir tartışmaya ve benim o kapıyla ne yapacağımı bilmememe rağmen kapıyı kapatmama izin vermedi. İçeri girip, kendisi kapattı. Güvenli alanda yalnızca sevgi gerçekleri konuşuldu: "Seni çok özledim!" Ertesi gece bir kapıyla daha hesabım vardı. Yalan yok, bu kapı da kalbimi çok kırmıştı ve ne yapsak birbirimize açılmayacağından artık emindim. Kendine iyi bak'lardan birkaç demet süzüldü. O kapı artık bi' duvardı.
Ertesi gün çok yakın bi' arkadaşımın doğum gününü kutlayacaktık. Ondan önce de bir sanat atölyesinde açık mikrofon etkinliği vardı. Bacağımdan da izin alıp gitmeye karar verdim. Açık mikrofonda ilk stand-up denememi yaptım ve aşırı eğlendim. Enerjim tazelendi. Çıkıp rock city'e gittiğimizde epeydir görmediğim arkadaşlarım da oradaydı, keyfim katlandı. Bacağımdaki ağrıyı hissetmeyecek kadar çok içtiğim için sanki o kazayı geçiren ben değilmişim gibi dans ettim. Arkadaşlarım sık sık kulağıma eğilip "Bacağına dikkat et!" dese de, tek bacağımın üstünde dans ettiğimi iddia ettim. Ertesi gün ayak bileğimin yeniden şişmesiyle bu iddia çürüdü. Bir gün ofiste bacağım ağrıyor diye mızmızlandıktan sonra bu defa başka bir doktora gittim. Yeniden röntgenler, yeniden 'Buraya basınca acıyo mu?' sorusu. İkinci doktor konunun artık beyin cerrahinin alanına girdiğini söyledi. Ayak bileğinden bele kadar vuran ağrı hayırlı değilmiş, sinirlerle alakalı bir sorun gibi görünüyormuş. Hastane bahçesinde oturup geldiğim noktaya ağladım. İnsanın bazen salak salak şeyler yapıp dağıtmak istemesi normal de, sanırım benimkinin zamanlaması yanlıştı.
Kendime geldikten sonra beyin cerrahiden randevu ayarladım. Yıllık izne ayrıldım ve günde ortalama 6 kas gevşetici, ağrı kesici içerek uyudum. Şöyle bir bakınca kaza sonrasında hayatımın komple düzeninin değiştiğini görmek beni azıcık tedirgin etse de kaosları fırsata çevirme yeteneğimle dur bakalım çıkıcaz buralardan da.