Kolay olmayacağını biliyordum. Ama karşıma bunların da çıkacağını tahmin etmemiştim. Hakimiyetini kaybetmiş ve kaosa dönmüş bi' ihtilal gibi şimdi. Çok hızlı düşünüyorum, keşke düşündüğüm kadar hızlı yazabilseydim.
On dört gündür beynimin arka planında aynı programlar çalışıyor. Zaman zaman donuyor, müzik takılıyor alt+f4'ler faydasız, çare fişi çekmek. Çerçeve belli, akış tahmin edilebilir ve 'ben bu acının sorumluluğunu alıyorum' diyebilmek paha biçilmez.
Bugün içinde felsefenin, psikolojinin, edebiyatın, sinemanın ayrı ayrı sandalyelerde oturup altı saatlik sohbete eşlik ettiği bi' masadaydım. "Hiçbir şey rastlantı değildir" alıntısını hep kullanırım böyle masalarda. "Şimdi biz buradaysak da bunun da var." İki hoş beş edilip olaysız dağılabilecek masa aniden bir psikoterapi seansına döndü. Benden çeyrek asır daha fazla bu meselelere kafayı yormuş bir adamın, son dönemde yaşadığı bir nevi 'dönüşümü' dinledim. Kendi çıktığım yolu gördüm onun taşları yerinden oynatmasındaki eminliğinde. O kadar uzun tartıştık ki, benim taşlar hâlâ havada -birkaçı kayıp- ama bu dağınıklık beni rahatsız etmiyor. Her şey yerli yerine oturduğunda çok sağlam bir yolum olacak, hissediyorum. "Senin sabrın doğduktan 0.0001 saniye sonra bitmiş" deyip her defasında güldüren eski sevgilim şu konudaki sabrımı ve kararlığımı görse bence çok mutlu olurdu.
Akşam eve döndüğümde Twitter'da bi' psikolog tarafından yazılmış ve bana çok benzeyen tweet okudum:
"Bugünlerde kendimi pek iyi hissetmiyorum. Büyük kırılma noktalarından birindeyim sanki. İnsan hayatında böyle kırılma noktaları olur. Şimdi, 34 yaşında, birçok şey üzerine yeniden düşünmek istiyorum" (@mervetarhan)
Tweetin altındaki tüm mentionları da okudum. Muazzam benzerlikler. Özellikle benim son dönem yaptığım da birçok şey üzerine yeniden düşünmekti. Çoğu zaman erteleme, yok sayma yoluna gitsem de veya kafamın içindeki o sesi duymak istemediğim için kendimi suni bi' partinin içine atsam da bu birçok şey üzerine yeniden düşünme maratonu beni tahmin edemeyeceğim bir yere götürdü. Geldiğim yer, yola çıkmaya karar verdiğim yerden daha geride; daha üzgün, daha öfkeli ama hepsiyle hesaplaşmak/anlamak/barışmak için de gerekli sağlıklı bir içgörüye sahibim.
Aynı tweetin devamında son dönemde yazdıklarını çok değerli bulduğum bi' klinik psikoloğun tweetine denk geldim:
“Otuzuma geldim, hâlâ kendimi bulamadım!” diye hayıflananlar; ergenlik fizyolojik olarak 25, sosyo kültürel olarak 30 yaşına kadar devam ediyor. İnsan prematüre doğan, dolayısıyla geç olgunlaşan bir canlı. Ve yirmili yaşlar, en verimli çağ değil en belalı çağdır. Ruh hastalıkları, kişilik bozuklukları yirmili yaşlarda kendini gösterir, depresyon, öz yıkım ve öz kıyım davranışları sık görülür. Aklın karışık, duyguların kırılgan, dış etkilere açık olunan kritik bir dönemdir. Kariyer, ilişkiler ve finansal durum ile ilgili güvensizlik, kaygı, şüphe ve hayal kırıklığı ile tanımlı çeyrek yaş krizini de düşünürsek birey aslında otuzlarının ortasında ancak kendine geliyor diyebiliriz." (@suleoncu)
Son dönem yaşadığım süreç, bugün o masada geçen altı saat, iki psikologun tweetleri ve tweetler altındaki mentionlar aslında mevzuyu çok karıştırmış gibi görünse de ufukta benim için güzel bir ışık yakmış gibi hissediyorum. Her zaman ancak dağıtırsam toparlayabileceğime inandım.
35'ime 20 gün kala rastlantı olmayan her şey gibi, bunlar da değildi...
Aklım ritimli, akıp giden ve bir yerlere bağlanabilecek kadar nizami yazabilecek kadar derli toplu değil. Bu, endişe edilecek bi' şey de değil. Bugün malum masada yüreklendirmenin en tatlı halinde duyduğum gibi;
"Yaz da, nasıl yazarsan yaz!"